“Hamal ve Yük”

Gazetemizde uzun bir süredir yazmaya çalışıyorum. Sürekliliği olmasa da dönem dönem, sizlere yazılarım ile düşüncelerimi ve yaşama bakışımı yansıtmaya çalışıyorum. Sadece köşe yazısı yazmak amacında değilim. Amaçsız yazıları yazmak, boşuna harcanan zaman ve yazana gereksiz bir yüktür. Yazdığım her cümlenin, konuştuğum her sözün mutlaka bir anlam ifade etmesi ve bir başkasına herhangi bir konuda fayda sağlamasına dikkat etmeye çalışıyorum. İnsanlara ulaşana kadar birçok emek verilerek, bir mali değeri olan gazetelerin köşelerinin boş cümleler ile doldurulmasını hiç benimsemedim. Yazdıklarım bazen mesleğimi, bazen yerel konuları, bazen yaşama yâda insana dair olabiliyor. Bazen alıntılar yapıyorum ve sizlerin farkına varmadı yâda dikkat etmediği alıntı yazıları da burada sizlere hissettirmeye çalışıyorum. Aynı konuda benzer düşüncelerimi kelimelerin yerlerini değiştirerek yeniden yazmak yerine yazılan bir alıntıyı paylaşmak daha doğru bir yaklaşım olarak görüyorum. Amacımız burada okuyuculara katkı sağlayacak bilgileri sunmak yâda değerlendirmelerimizi okuyucu ile ortak etmek olunca benim yazım yâda bir başkasının yazısı diyerek bir ayrıma gitmiyorum. Bugün sizler ile paylaşacağım yazıda çok önemli ders olacağına inanıyorum.

Hamalsan, iki şey önemli oluyor senin için:

Yük ve yol…

Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen, ücret mevzu bahis oluyor. Aksi olursa, cereme çekiyorsun!

Bunu düşünüyordum. Yanımdaki hamalla yola çıktık.

İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece,  onunkinin çeyreği… Diyordum ki içimden: Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları,  yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!

Nitekim çok geçmeden dedi ki: “Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!

Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim! Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü.

Salarken yükünün ipini “Sen de dinlen hadi” dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında…

“Yükünü indirip sen de dinlen”, demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım…

Sonra yine durdu. Bana da “dinlenmemi” söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra   “dinlenelim mi” diye sordu, aksi aksi başımı salladım…

Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü.

Kafamın içinde uçuşan kara karasinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim.

Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım…

Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim.

Sonra koluma girerek; “hadi kalk, dedi. Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz.

Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.

“Ben yılların hamalıyım”, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda… Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait…

Hâlbuki bir yükü “taşımak” bizim işimiz, “altında ezilmek” değil! Unutma ki bir yük taşıdıkça ağırlaşır.

Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir.

Belki o günleri ben göremem.

Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma…

Akşamları bırak ve hafifle… Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü.

Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler var…

Gerçek şu ki, hepimiz şu hayatın hamallarıyız. Yüklerimizi en doğru şekilde taşımak ve hayatın altında ezilmemek dileklerimle.