“Kalp Kırmak Suya Yazı Yazmaya Benzer“

    Kalp kırmak suya yazı yazmaya benzer, kalbi yeniden kazanmaksa gece güneşin doğmasına.. Sen suya yazı yazmasını başardın, şimdi otur da güneşin doğmasını bekle..!

Kalp kırmayı yada kırmamayı bu kadar güzel anlatan bir başka cümle daha olmaz sanıyorum. Suya yazı yazmak mümkün müdür? Ne kadar uğraş versek bile bunu başaramayız. Suya yazı yazamıyorsak, bir kalbi kırmayı da bu kadar zor hale getirmek bizim elimizdedir. Kırılan kalbi yeniden kazanmayı, mümkün olmayacak gece güneşin doğmasına benzeten bu anlamlı cümle bize çok şey anlatıyor olmalı…

Yaşamımızın her döneminde hepimizin farkında olarak veya olmadan kalp kırmış yada kalbimizin kırılmış olduğu bir gerçektir. Kalbimizin kırıldığında yaşadığımız üzüntüyü kalbini kırdığımız insanında yaşadığını bilmemiz ve buna göre davranmamız gerekiyor. Kalp kırmak ile ilgili sevdiğim bir yazıyı paylaşmak isterim.

Hiç kalp kırdınız mı veya kalbinizi kıran oldu mu?

Sanıyorum insanoğluna özgü duygular bunlar. Zira başka hiçbir canlı da böyle bir duygunun var olduğuna inanmıyorum. Evinizde beslediğiniz bir köpeğe kızarsınız, söylenirsiniz hatta yeri gelir bir tekme atarsınız, fakat yine de o size asla darılmaz. Kısa bir süre sonra sizi gördüğünde sevgiyle kuyruğunu sallar, sevgi dolu gözlerle bakar. Biz insanlarda durum başka. Kalbimiz kırıldığında tüm her şeyi unutursunuz, o olay sanki dünyanın en kötü olayıdır. Dünya başınıza yıkılmıştır. O insanı bir daha affetmemeyi düşünürsünüz. Onunla olan tüm iyi anılar birden bire silinmiştir hafızalardan. Belki şok olmuşsunuzdur, böyle bir hareket beklememişsinizdir ondan. Ama olan olmuş, kırılan kırılmıştır.

Yıllar önce bir Malatya’da huzur evinde bir yaşlı ile sohbet ediyordu. Zaten oldum olası yaşlı inanları severdi. Anıları çok olur onların. Şiire meraklı bir ihtiyardı, hemen ayaküstü dörtlükler uyduruveren bir ihtiyarcık.

Sohbet sırasında derin bir iç çekerek;

Kırma dostun kalbini,

Onaracak ustası yok.

Soldurma gönül çiçeğini,

Sulamaya ibrik yok; böyle demişti.

Sevgiyle bakan, artık iyice çukura kaçmış gözlerinde bir an parıldayan bir damla yaş gördü. Belki geçmişte yapılan bir yanlışı anımsamıştı. Zaten yine onunla cezalar, kanunlar, hapishaneler üzerine yaptığımız bir söyleşide; Cezaevleri boşuna demişti. En güçlü ceza evleri vicdanımızdır. Vicdanın rahat olmadıktan sonra suçun af edilmiş, özgür kalmışsın ne çare? Vicdanın olmadıktan sonra en berbat mahpus damlarının sana faydası ne; demişti. O günden sonra davranışlarına, sözlerine, sosyal ilişkilerine daha bir dikkat eder oldu. İnsanları kırmamayı, kırılsam da kırmamayı ilke edinir oldu. Bazen bilmeyerek de olsa birilerini kırdıysa ve o kırdığı insan bunu hatırlatırsa, o vicdan azabı ona zaten yeter. O insanı tekrar kazanabilmek için şartlar ne kadar zor olsa da yine de denemeyi göze alırdı. İhtiyarın dediği gibi; onaracak ustası yok olmasına rağmen, usta titizliğinde olmasa da çıraklık mertebesinde çaba gösterirdi.

Günümüz insanı daha gerçekçi, sosyal ilişkiler hep karşılıklı çıkarlar ile donanımlı. Kalp kırılmış, kırılmamış, dostluklar bitmiş, bitmemiş önemi yok. Önemli olan o günü kâr ile kapatabilmek. Dostum bana küsmüş, küserse küssün, onun bileceği bir iş mantığı hakim. En güzeli geçmişte kalan dostluk değerlerine sahip çıkmak, bir birimize daha saygılı, daha hoşgörülü yaklaşabilmek, hepsinden önemlisi kişilere karşı içimizdeki o kahrolası önyargıyı yok edebilmek.

Kalp kıran insanların nasıl bir ruh yapısına sahip olduklarını çok düşünmüşümdür. Galiba onlar hayatlarında kendilerine hiç değer verilmemiş, sevilmemiş, öz güvenlerini kaybetmiş zavallılar. Karşınızdaki insanın iyi niyetini aptallık olarak görüyorsanız inanın siz aptalsınızdır. Kalbinizi inciten insanlara karşı kırıcı olmadan cevap verebilmek, çok sağlıklı bir ruh yapısının ve her yönüyle güçlü bir kişiliğin ürünüdür.

Her şeye rağmen kalp kırmayı ilke edinmiş ve bunu üstünlük sayanları da vicdanlarıyla baş başa bırakıp yollarının açık olmasını dileyelim…