“Nereye Kadar Sorumluluğumuz?”

Çevremizde yaşadıklarımızı ve yaşananları seyrederken,nereye kadar sorumluluğumuz diye düşünmemek elde değildir. İnsanların birbirlerine karşı davranışlarından tutunda, çevreye ve diğer canlılara karşı olan davranışları, insana bu soruyu çokça sordurabiliyor.

Farkındaysanız tabi!

Farkındaysanız sorumluluk taşıyorsunuz demektir. Sorumluluk, karakterin en önemli öğelerinden biridir. Sorumlu olan kişi kendi üzerine düşen görevleri ve işlevleri zamanında ve istenilen şekilde istenilen biçimde yerine getirmek zorundadır. Sorumluluk duygusu ya küçük yaşta doğal olarak var olan çevre dolayısıyla insanın içinde yer eder veya daha sonra dışardan verilen eğitimle yaratılır.

Sorumsuz insan sürekli başkaları tarafından güdülen insandır. Sorumlu insan ise, yapılması gereken bir işi zamanında yapabilmek için inisiyatifi ele alıp kendiliğinden harekete geçebilen insandır.

Farkında değilseniz sorumluluktan da uzaksınız demektir.

Farkında olmayan bir diğer deyimle duyarlılık taşımayan için nereye kadar sorumluluğumuz sorusu hiç bir anlam ifade etmeye bilir. Farkında olan için ise çok önemli bir soru, kavram yâda hayat biçimi olarak insanda yer edinebilir. Sorumluluk az çok her insanda ve farklı konular için olan bir davranış şeklidir. Amaçlı bir yaşamı olan insanda sorumluluk çok farklı anlam taşırken, amaçsız insanlar için sadece bir kelimeden ibarette olabilir.

Sorumluluk taşıyan kişi çok ağır bir yük taşıyordur. Farkındadır, rahatsızlık duygusu ile yaşar. Doğruları genelin doğruları ile aynıdır. Doğruyu ve yanlışı çok iyi seçer. Yaşadığımız sosyal çevrede sorumluluk taşıyan ve duyarlı olan insanların sayısı az ise sorumluluk sahibi insanlar bir gün pes edebilir. Gün gelir dayanamaz ve benden bu kadar diyebilir. Benden artık sorumluluk gitti diyerek sözüm ona kendimizi rahatlatmış oluruz. Bu durum esasında işin kolayına kaçmak ve hatta gerçeklerden korkmak ve gerçeklerin altında ezilmiş olmaktır. Bir bakıma, hayatın mana ve gayesini kavrayamamış olmanın ortaya çıkışıdır. İnsan yaşadığı sürece akıl, mantık ve fikre sahip ve bunlara karşın bir sürü sorumluluklarla yüklü olduğunu ve bu sorumluluklarının değişik boyutlar göstererek yaşamı boyunca kadar devam ettiğini bilir. Sorumluluklar hayatın bir yerde çok önemli bir gereğidir.

Hatta sorumluluklarımız sadece bugüne ait değil, çocuklarımıza, onların çocuklarına, yani hepimizin geleceğine ve insanların geleceğine kadar uzar gider. Bir bilinmeyenden başka bir bilinmeyene doğru yol alan biz insanlar, sadece kendimizi değil, bizden sonrakileri de düşünmek ve onlar için de sorumluluklarımıza sahip olmak zorundayız. Problemlerin sorumluluklara göre değerlendirilmesinin geciktirilmesi büyük zararlara yol açıcı davranışlar olarak ortaya çıkıyor. Dünün ufak bir sorunu bugünün büyük problemi olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu kadar…

Bana ne…

Ben mi düzelteceğim…

Diyerek görmemek, yok saymak, farkında olmamak ve gerçeklerden kaçmak çözüm ve sorumluluk taşıyan insana yakışan bir tavır değildir.

Zaten hep birlikte çekmekte olduğumuz sıkıntılarımızın temelinde, yukarıda belirtilen ifadelerle şekil bulan sorumluluktan kaçışlardır.

Bu konuda bizde sıkça söylenen bir söz vardır.

“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!”

Bu sözü çoğunluğumuz farklı zamanlarda farklı olaylar için mutlaka söylemiş ve buna göre davranmışızdır.

Hepimizin sıkça kullandığı ve çoğu zaman sorumluluktan kaçış için kullandığımız bu sözün ne kadar yanlış ve ne kadar insana yakışmayan bir söz olduğunu hatta insanı küçülttüğünü söylemeye sanırım gerek yoktur. Böyle düşünen insan, o bin yıl yaşasın dediği ve görmezden gelerek sorumluluktan kaçındığı durumun kısa bir zaman sonra kontrol dışı büyüyerek kendisini ve toplumu da etkileyen bir sorun olarak karşısına çıkacağını bilmek zorundadır. Bu yönden hepimiz zorluklara, problemlere, kötülüklere karşı olan sorumluluklarımızı iyi bilmemiz ve değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu sorumluluklarımız, kendimize, diğer insanlara, toplumumuza, devletimize, dünyaya, canlı cansız her şeye olabilir Mesele sorumluklarımızın neye karşı olduğundan ziyade sorumluluk duygusu ile tavrına sahip olduğumuzdur.

Sorumluluk insanın kendi ve çevresi ile yaşamını etkileyen bir davranış şeklidir. Sorumlulukların duyarlı ve etkin olduğu yerlerde huzur ve rahatlık artar. Sorumluluk sapmaları ve sorumluluktan kaçmaların ve korkmaların olduğu yerlerde ise düzensizlik ve huzursuzluklar eksilmez. Bu gibi topluluklarda, sorumluluk duygusuna sahip idealist kişiler, menfaatçi kişilerin devamlı boy hedefleri olurlar, her türlü zorlukla karşı karşıya bırakılırlar.  Bu yönden, hepimizin huzurlu bir hayat için sorumluluklarımızı eksiksiz yerine getirmemiz, gerek kendimize gerek başkalarına, gerek toplumumuza karşı olan görev ve sorumluluklarımızı iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Hayatın manasını araştıranlar, dünyada bulunuşumuzun nedenini düşünenler için hiç de zor bir konu ve sorun değildir. İnsan olmayı bilmekle neticeye varmak o kadar kolay ve bütün mesele, insan oluşumuzun sorumluluğunu bilebilmekte, duyabilmektedir.  Sorumluluğun sınırı ise yasaların çizdiği sınırlar ve insanı insan yapan manevi değerler ile ilgilidir.

Nereye kadar sorumluluğumuz diye kendimize sormayacağız ve duyarlı olmamıza açık o kadar konu var ki; sadece etrafına sorumluluk duyacak his ile bakmamız yeterli olacaktır.

Gelişi güzel bir hayat yaşamıyoruz.

Bu yaşamımızın bize yüklediği çok önemli sorumluluklar vardır. Hayatı anlamlı kılınması ise hissettiğiniz sorumluluklar ile ilgilidir. Eğer yaşamı başıboş, bana ne, beni ilgilendirmez, ne halleri varsa görsünler gibi düşünceler ile yaşıyorsanız, boşa yaşıyorsunuz demektir.

Oysa:

Hayat çetele tutmak değildir…
Hayat; seni kaç kişinin aradığı, kiminle çıktığın, çıkıyor olduğun veya çıkacağın demek de değildir…
Hayat, ayakkabıların, saçın, derinin rengi de değildir…
Nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğin de değildir…
Aslında hayat; notlar, para, giysiler, girmeyi başardığın ya da başaramadığın okullar da değildir…
Hayat; kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir…
Kendin için neler hissettiğindir…
Güven, mutluluk, şefkattir…
Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.
Hayat; kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.
Ne dediğin ve ne demek istediğindir. İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini olduğu gibi görmektir.
Her şeyden önemlisi hayatı, başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir.
İşte hayat bu seçimden ibarettir…
Hayat sanatın kendisidir…
İnsanların en âcizi dost edinemeyen, ondan daha âcizi ise dost kaybedendir.
(Charles Eguone)
 

Bundan sonrası sizi ilgilendirir. İsterseniz farkında olur, sorumluluk taşır ve ben hayatı bilerek yaşıyorum dersiniz. Yada farkında olmadan ve sorumluluktan uzak öylesine bir hayatı yaşamış olursunuz.

Tercih sizindir!