“Neşet Ertaş Ustaya Veda “

      Bozkırın tezenesini ebedi hayata gönderileceği günde böyle bir yazıyı yazmak çok kolay olmayacak. Bir gün önce alınan vefat haberi ile ustanın doğum büyüdüğü bu bozkırın toprağındaki insanlar kadar ülkemin her bir tarafındaki insanların üzüntüsünü ve ustaya olan sevgisini görmek bir ölçüde teselli oluyordu. Radyoda çalan acem kızını dinlerken, ustaya bugün veda edileceği bilmek ise derinde üzüntüye sebep oluyordu. İşyerime gelirken beni ayağının ucuna gömün dediği babası, ustası Muharrem Ertaş’ın evinin önünden geçerken biraz daha hüzün kaplıyordu. Belediye sürecinde değerli mesai arkadaşım ve Abdallar ile ilgili en önemli eseri ortaya koyan Araştırmacı Yazar Adnan Yılmaz ile Muharrem Ustanın evi ve çevre düzenlemesi için yapmış olduğumuz girişimi düşünüp neden daha fazla ısrar etmediğimize üzülüyorum. Bozkırın tezenesinin vefatı ile gelen övgüler bakınca neden daha önce kıymet bilinmediğine ve bugün bu övgüleri daha hak ederek yapmadığımıza sitem ediyorum. Yaşarken yeteri kadar tanımayan ve kıymetini bilmeyen bizlerin ve bizim kentimize, ustanın ölümü ile ne kadar kıymet kattığını düşününce mahcuplaşıyorum. Vefatı ile söylene ve yazılan onca yazıya ek olarak bir Neşete Ertaş yazısı yazmak haddime düşmez diye düşünüyorum. Usta ve abdallar ile ilgili benimde söyleyecek sözümün, yazılacak duygularım olduğuna inanıyorum.

Doğduğu, büyüdüğü ve yaşamını sürdüğü diğer dönemleri ve şartları bilmeden neden böyle olmadı, niye bunu yapmadı yada böyle yapsaydı diye eleştiri yapanlara ise yetmiş yılın öncesi Kırtıllar köyünde doğsaydın, Çiçekdağı’nda büyüseydin sen ne olurdun demek geliyor. Yıllarca kendisini tanımadan, kişiliğini, duygu ve düşüncelerini bilmeden sadece türküleri dinleyerek sevdiğim insanı neden daha yakında çok geç tanıdığıma üzülüyorum. Benim üzüntülerimi çoğaltabilirim ama usta için tüm geçen zamanda yanlış yapanlar yada doğruyu yapması gerekenleri düşününce yine en az üzüleceklerden birilerinin bizler olduğuna inanıyorum. Abdalları yüzyıllarca hor gören, dışlayan, toplumda onlara hiçbir statü tanımayanlara ise bende sitem ediyorum. Esmer tenleri ve yanık sesleri ile yapılan tüm haksızlıklara ve dışlanmışlıklara sadece türküleri ile tepki koyan bu insanların hoşgörüsüne bir kez daha saygı duyuyorum.

Araştırmacı Yazar Adnan Yılmaz’ın “Kırşehir Örneklemesi ile Anadolu Abdalları” kitabı yazma sürecinde yakınında bulunduğum ve zaman zaman düşünce ve duygularımızı paylaştığımız Abdallar konusunda bu bozkırın yanık sesli insanlarını tanıma fırsatı buldum. Bu kitabın yazımı sırasında değerli yazarın benimle paylaştığı bilgi ve olaylar ile bu insanları daha çok sevdim. Bulunduğumuz şehirde yaşayan abdallarımızı, bunlardan mesai arkadaşım olanlar ve dışarıda tanıdığımız dostlar ile bir bütün olarak bu insanların sevgi ve hoşgörü insanı olduğunu görebiliyoruz.

“Kırşehir Örneklemesi ile Anadolu Abdalları” gibi bu konuda yazılmış en önemli eser ile birlikte yaşayan efsane Neşet Ertaş’ında katılacağı bir panelin yapılması ve bu panelle birlikte bu kitabın tanıtılması, Anadolu Abdalları için tarihten bugüne kadar onları onura edecek en güzel etkinlik olacaktı. En büyük sorunu konuşmaktan çok sazı ve sözü ile varım diyen ustayı panelist olarak getirebilmekti. Gönül insanı her zaman olduğunu gibi ısrarlı davetlerimiz üzerine bizleri kırmayarak panelist olmayı kabul etti. Sıra ustayı ve Anadolu Abdallarını hakkıyla anlatabilecek konuşmacıları belirmeye gelmişti. Bu alanda önemli çalışmaları bulunan ve Kırşehir’imizin yetiştirdiği araştırmacı yazar Yaşa Baki Altınok ile çok değerli yazarlardan Sadık Yalsızuçanlar’ı en iyi seçim olarak gördük ve davet ettik. Bunlara Adnan Yılmaz’ıda eklediğimizde Abdallarımızı en iyi anlatacak bir oturumun yönetimi bana nasip oluyordu. O güne kadar Abdalları Kırşehir’deki varlıkları ve Neşet Ertaş’ın adı ve türküsü ile tanımaktan ibaret olduğum için bir ölçüde utandım. Panel hazırlığı kapsamında kendimi hazırlamak için Abdallar panelin onur konuğu Neşet Ertaş hakkında öğrenmem gerektiğine inanarak Adnan Yılmazında desteği ile okuduklarımda Abdalları ve gönül dostu insanı tüm yönleri ile tanıma fırsatı buldum. Kırşehirli olmamıza ve uzun süredir Kırşehir’de bulunmamıza rağmen bu insanları sadece düğünlerde çaldıkları müzik ile tanıyan bir dolu insanımızın olduğunu düşününce üzüldüm. Gerçekte yüzyılların dışlanmışlığını yaşayan ve günümüzde dahi toplum yeteri kadar yer bulamayan bu gönül insanların ezikliğinin hala devam etmesi düşündürücü değilmi?

Neşet Ertaş’ın panel ile ilgili ilk görüşü oldukça olumsuz gibi görünüyordu. Abdallar ayrı bir panel konusu olarak ele alınması sanki hoşuna gitmemişti. Panel öncesi dönemin Valisi Sayın Lütfullah Bilgin ve Belediye Başkanı Sayın Halim Çakırın göstermiş oldukları yakın ilgi ile iyi ağırlandığını hissederek gayet mutlu olmuştu. Panelin yapılacağı Kültür Merkezi salonu büyük ozanın geleceğinin duyulması ile tarihi bir kalabalığa şahit olurken ulusal basınında ilgi odağı olmuştu. Panelin başlangıcında abdalların nasıl anlatılacağı konusunda tereddütü olan bozkırın tezenesi, konuşmacıları dinlerken anlatılanlardan oldukça hoşnut olduğunu yüz ifadelerinden belli ediyordu. Her üç panelist Anadolu Abdallarını,  bizlerin hatta Neşet Ertaş’ın ve diğer Abdallarımızın da pek bilmediği tarihi ve kültürel bilgilerini aktardıkça bizim Abdallarımız neymiş demekten kendimizi alamadığımızı sanırım unutamam.

Söz sırası gönül insanı büyük ozan Neşet Ertaş’a gelmişti. Paneli yönete kişi olarak üstadı takdim ederken;

“Sadece sazın değil, sözünde velisine sözü vereceğim. Üstat Neşet Ertaş’ın büyük bozlak ustası ve atası Muharrem Ertaş’ın hakka yürüyüşün ardından çığırıp, söylediği İnsan Velisini neyledin Dünya diye atasını yücelten büyük insan, sözünde velisi değerli ozanımız Neşet Ertaş’a sözü veriyorum” dediğimde üstadın mutluluğunu görmek lazımdı. Burada üstadın babası Muharrem ustanın vefatında sonra söylediği sözleri unutmamak lazım.

Ay dost deyince yeri göğü inleten / Muharrem ustaydı bunu dinleten

Gönül kırmazdı bilerekten, bilmeden / İnsan velisini neyledin dünya.

 

Sazını çalarken kendinden geçen / Gönülden gönüle kapılar açan

Aşkın dolusunu nefessiz içen / Gönül delisini neyledin dünya.

Büyük ozan Neşet Ertaş “sanki saz çalıp, türkü söyleyeceğimmişim gibi” diyerek başladığı panel konuşmasında, efendim ben mektebe gidemedim. Fazla laf konuşmayı beceremiyorum. Öncelikle bugünü bizler için tespit eden büyüklerimize ve burada anlattıklarından dolayı bilim adamlarımıza teşekkür ediyorum. Burada kısa sürede çok şey öğrendim. Neyi öğrendim, anlattıklarından tarihi öğrendim. Belki tarih bugündür. Ne zaman gördün tarih o gündür.

Usta bu sözleri ile belki de Anadolu Abdallarının tarihini ve özelliklerini ilk kez bugün bu kadar iyi öğreniyordu. Panele gelirken ayrımcılık içeren bir konu gibi düşünceye sahip olan ozanımız “tarih bugündür” derken bizlerin yapmış olduğu bu panelin ve içeriğinin doğruluğunu onaylıyordu.

Vücut ölür ama ruhlar ölmez / Bunca mahlûkat var hiç biri gülmez

Cehennem azabı zordur çekilmez / Azap çeken hayvanları gördünüz mü?

Diyerek sözlerine devam eden usta “yetmiş bir yaşındayım ve çok yaşayan yüze kadar yaşıyor, bu yaşta bunları söylemeyelim de öldükten sonramı söyleyelim” diyerek devam ettiği konuşmasında yaratan, kader, insan, ruh ve sevgiyi ben mektebe gitmedim dediğin tersine bu konuda çok çok eğitim almışçasına bizlere sunarken, kendisinin bir başka mektepten geçtiğini sergiliyordu.

Ve çok bilinmeyen bir şiiri ile devam ediyordu.

Aradım şeytanı buldum / Meğerse yalanmış şeytan

Hayret ettim, orada kaldım /Gördüm ki adammış şeytan.

Hayret ettim, orada kaldım / Hayli fikirlere daldım

Adam şeytan olur mu diye / Hakikatten haber aldım 

Meğerse bilen imiş şeytan.

 

Senin inancını biliyor / O yönden de kandırıyormuş seni

Şeytan dediğimiz yalanmış /Ne yazık ki insanlar kanmış

Yalanı benimseyen nara yanmış.

 

Devri-sıfat hayvan imiş şeytan / Hak bunu böyle buyurmuş

Bunu da bize duyurmuş / Şükür garibi gayırmış

Çok şükür alan da şeytan.

Büyük ozanın bu kısa panel konuşmasını birçok tekrar tekrar dinleme gereği duydum. Bir insan sevgiyi ancak bu kadar sade ve güzel anlatabilirdi. Ve bu sevgi sadece insan olan sevgi değil üstadın dediği insana ruhu veren yarada karşı olan bir sevgiyi de tarif ediyordu. Yetiştiği dönemin tüm yokluk ve imkânsızlıklara rağmen tüm duyguları hissedecek ve yaşayacak büyüklükte olmasının hikmetini anlamak lazım. Yaşarken bir garip olarak yaşayan ve tüm tanınmışlığına rağmen bir garip olarak ölen usta yaşamın süresince dünyaya ve dünyalık olan hiçbir şeye bel bağlamıyordu. Kadere inancının en üst seviyede olduğunu türkülerine de işliyordu. Neşet Ertaş, ‘Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm’ derken ayrılık ve yoksulluğu ölümle eş anlamlı görüyor ama asla buna yoksulluğa rağmen dünya demiyordu. İnsanlara sürekli yaratanın varlığı hatırlatırken dünyanın ise faniliğini haykırıyordu.

“Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın / Ben de gülemedim yalan dünyada,

Sen beni gönlümce mutlu mu sandın / Ömrümü boş yere çalan dünyada.

Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı / Garip bülbül gibi feryadım kaldı.

Alamadım eyvah muradım kaldı / Ben gidip ellere kalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada / Yalandan yüzüme gülen dünyada.”

 

Yüzlerce mana dolu eser bırakan büyük ustayı ne birkaç sayfa yazı nede birkaç türküsü ile anlatmak mümkün değildir. Gönül insanında sevgi ve hoşgörü kelimesinin Neşet Ertaş için ayrı biri yeri olmalıdır. Türkülerinde ve söyleşilerinde sürekli sevgiyi ve sevmeyi önermiş ve kendisi de bu konuda örnek olmuştur.  O adeta bu çağın bir Yunus’u bir Hacı Bektaş-i Veli’si gibi gönül insanı olmuştur.

Uzak yoldan geldim hasretim için / Hani nerde babam Muharrem nerde

Yaralı bülbülüm ses vermez niçin / Yüreği yanığım o kerem nerde

O garip gönüllüm, dertli bakışlım / Feleğin elinde sinesi taşlım

Yüreği yaralım, gözleri yaşlım / Gönül evi yıkık, viranım nerde

Babasının kaybetmesinden sonra söylediği bu sözler üzerine yaşamında hala baba hasretini dindiremediği yâda baba yokluğuna alışamadığını, beni babamın mezarın ayakucuna gömün vaziyeti ile ölürken dahi belli ederken, bizlere de baba sevgisi ve her şeye rağmen bu sevginin yüceliğini gösteriyordu. Ölüme giderken dahi en zor durumda yaşama gülümseye çabalayan ve son üç gününde yanında bulunan dostlarında Bayram Bilge Tokel’in anlatımı ile hastalığının vahametini bilince “ölümden korkmadığını ve kendisini her zaman inandığı ve sevdiği yaratanın beklediği ve ona gitmekten çekinmediği” söylemesi onun türkülerinde hep yer verdiği Allah sevgisini gösteriyordu.

Ustanın ölümünden sonra sevenlerinin her zaman “Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen, usta diye söyleyeceğini biliyoruz. Kalpten kalbe bir yol’ un olduğunu bizlere öğreten usta, bu kalplerde ona olan sevgi ve muhabbetinin eksilmeyeceğini sanırım bilerek gitti.

Nerde ne arıyon divane gönül / Dinle bir kendini anlamak için

Sen bir ruhsun kalbin ruhuna bağlı / İrade elinde yönlemek için

Tanıyabildin mi sendeki seni / Bütün vücudunu bu nazik teni

Allah şahit etmiş ruha bedeni / Kimseyi kimseden sormamak için

 

 

Sana akıl fikir bir mantık vermiş / Seni gözün ile dünyayı görmüş

Allah sevenlerin gönlüne girmiş / Kulundan uzakta durmamak için

 

Sevip sevilmesi gayet tatlıdır / Garip’im sevgiler farklı farklıdır

Bu hak ruhumuzla irtibatlıdır / Sır etmiş kendini görmemek için.

 

Garip, son yolculuğunda sevenleri tarafından garip bırakılmadı. Türkülerinde ve sözlerinde hiç bırakmadığı Allah sevgisi ile ruhunu teslim etti. Ustaya ebedi hayatında  rahmet diliyorum…