“Seviniz ki; Sevilesiniz “

İlk yazımdan sonra dostlarımdan ve okuyucularımızdan gelen olumlu tepkiler mutlu etmedi dersem yalan olur.  Gazetede yazdığımı gören birçok dost arayarak yazmamdan dolayı tebrik ettiler. Yerel yazmanın zorluğunu ilk yazımda da belirtmiştim. Yaşadığınız kentte, mahalleye, sokağa ve işyerinize hitap eden yerel gazeteler, dağıtımına başladığı andan itibaren sizi tanıyan insanlara ulaşabiliyor. O andan itibaren sizin değerlendirmeleriniz başlıyor ve olumlu yada olumsuz tepki vermek isteyenler size ulaşıyorlar. Sosyal paylaşım ortamlarında yazdığımı paylaşan dostlara da ayrıca teşekkür ediyorum.

Sevgiye dair okuduğum güzel bir yazıdan sonra bu haftaki yazımda sevgiye yer vermek istedim. Yaşadığımız süreçte hepimizin, her ortamda ve en çok ihtiyaç duyduğumuz sevki konusunu önemsememek elde değildir. Günümüzde insan ilişkilerinin koptuğu gerçeği ile hepimiz farklı ortamlarda karşılaşmaktayız. Komşularımız ile iletişim kurmakta zorlandığımız gibi aynı ortamı paylaştığımız çalışma arkadaşlarımız bile iletişim kuramıyoruz. İletişim kopuk olmasına neden olacak hiçbir bahane yokken dahi insanlarımız birbirinden uzak durmayı tercih ediyor.

İnsanların birbirine yakın olması veya iletişim kurmasının temel nedeni sevgi olmalıdır. Sevgiyi bilmeyen bir başkasına karşıda sevgi duyamaz.

Her sevgi özveridir. Sevgiye dair güzel bir söz vardır, “ Sevgiyi ekmeyen biçemez. Bazen eken de biçemez tahammül gerektirir. Uğraşmak kıymetini artırır. Olur ya nazdan bıkar söze gelir” der.

Kişi sevdiğiyle olmak ister! . Sevdiğinin hâliyle hâllenir… Sevgisi kadar, onunla yaşar! . Sevginin ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz için, çoğunlukla, “beğeni” ile “sevgi’yi birbirine karıştırırız.

“Beğeni” yanında “sahip olma” arzusuyla açığa çıkar! . Bir nesneden hoşlandığında, beğendiğin şeye sahip olmak ve üzerinde hak sahibi olmak arzusuyla yaşarsın… Kimi, beğendiğini cebine sokar; kimi beğendiğine tasma takıp yanında taşıyarak onunla hava atmak ister; kimi yakalayıp inine sürükler…  Her mahlûk yaradılış fıtratına göre, beğendiği üzerinde tasarruf etmek ister.  “Sevmek” ise bundan çok farklıdır…

Sevgi, fıtratın müsait ise, sevdiğinde yok edesiye yakar seni ve gün gelir kaşında-gözünde, yüzünde-dilinde sevdiğini görürler de, “sen o olmuşun” derler!

Acımak sevgi değildir, üstünlüğün kabulüdür. Hoşgörü sevgi değildir, istemediğine katlanmaktır.

Bağımsızlık sevgi değildir, gereksinmenin karşılanmasıdır.

Sevgi, değer vermesini bilmektir. Sevgi hoş görmektir. Sevgi, var olmaktan kıvanç duymaktır. Sevgi, birlikte olmaktan sevinç duymaktır. Sevgi, bütün yapay ayrımların hayattan çıkarılmasıdır. Sevgi bir çıkar amacı olmadığından seven karşılık beklemez.

Sevgi, bilinçtir. Sevgi, insan olmaktır.

Sevginin olmadığı yerde öfke, kırgınlık, çözülme ve birbirinden kopukluk gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar. Sevginin değerini yalnız seven bilir, sevmekte bir bilgelik, bir olgunluk işidir. Yeterince aydınlanmamış, Allah sevgisi de çok önemlidir. Allah sevgisinden yoksun kalmış bir gönülde sevginin yeri yoktur.

Sevgiye dair bunca güzel tanımlamayı kabul edemedik yada taşıyamadık. Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve yerine çıkarlarımızı koyduk. Sanki sadece kendi çıkarlarımız için yaşıyoruz, çıkarlarımız için eğitim görüyoruz, çıkarlarımız için meslek ediniyoruz, para için birbirimizi çiğniyoruz, para için birbirimizi aldatıyoruz, para için savaşıyoruz.

Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve yerine üstün olmayı koyduk. Üstün olmak için yaşıyoruz, üstün olmak için yarışıyoruz, üstün olmak için kendimizden başkasının aşağı olmasına çalışıyoruz!

Sevgiye birde bu kentin tarihinde yetiştirdiği değerler ile bakınca çok farklı görürüz. Kırşehir ilim kenti olduğu kadar “sevgi” kentidir. Tarihi sürecine baktığımızda Kırşehir yetiştirdiği değerler ve bu değerlerden oluşan kültür ile günümüze kadar hoşgörü ve sevgiyi taşımıştır. Hacı Bektaşi Veli ve Yunus Emre’nin bu topraklarda yaşadığını bilmek bile bu toprakların mayasında sevginin olduğu göstermeye yetmektedir.

“İncinsen de incitme” diyecek kadar geniş bir hoşgörü ve sevgiye sahip olan ve bu misyonu günümüzde de devam eden Hacı Bektaşi Veli hazretleri ile Mevlana hazretleri arasında geçen güzel bir diyalog siz değerli okuyucularımızı ile paylaşmak isterim. Bu değerli sevgi insanlarının birbirlerini sevmesi ve hoşgörüleri bir nebze olsun bizlere ışık olmalı diye düşünüyorum.

Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli’nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektaş Veli ‘ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana ‘ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli’ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini sorar.

Mevlana şöyle der:

– Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz, ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergahına gider ve Hacı Bektaş Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli’ye sorar.

Hacı Bektaş da şöyle der:

– Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

Bundan sonraki yazılarımızda sevgi insanlarımızın sevgiye bakışları ve sevgi ile yaşayışlarına yer vermeye çalışacağım.

Son söz:

Seviniz ki; Sevilesiniz…!