Hayat Çetele Tutma Değildir


Fotoğrafa ilk baktığımda “yaşam çetele tutmak değil” dedim. Akşam bu resime bakarak çetele tutmamayı yazayım ve buna ekleyim diye düşündüm. Aklıma Charles Eguone’nun bir yazısı gelince kendim yazmaktan vazgeçtim ve Charles Eguone’nun yazısını paylaşmak istedim. Gülleri çok severdim ama yaşamdaki bir hikaye beni “gül” den uzak durdurdu. Karanfile bakarken bir acaba demekten kendimi alamadım.

Yaşam bu ve çetele tutmadan duygularımla yaşamaya çalışıyorum.
Hayat çetele tutmak degildir…
Hayat;
Seni kaç kişinin aradığı, kiminle çıktığın, çıkıyor olduğun veya çıkacağın demek de degildir.
Kimi öptüğün, hangi sporu yaptığın, kimlerin seni sevdigi de değildir.
Hayat, ayakkabıların, saçın, derinin rengi de değildir.
Nerede yaşadığın veya hangi okula gittigin de değildir.
Aslında hayat; notlar, para, giysiler, girmeyi başardığın ya da başaramadığın okullar da değildir.
Hayat;
Kimi sevdigin ve kimi incittiğindir.
Kendin için neler hissettiğindir.
Guven, mutluluk, sefkattir.
Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.
Hayat;
Kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.
Ne dediğin ve ne demek istedigindir.
İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini oldugu gibi görmektir.
Her şeyden önemlisi hayatı, başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek icin kullanmayı seçmektir.
İşte hayat bu seçimden ibarettir.
İnsanların en acizi dost edinemeyen,
ondan daha acizi ise dost kaybedendir.

Charles Eguone

Bugün Benim Doğum Günümdü


Doğum günüm vesilesi ile çeşitli iletişim araçlarından arayarak ve yazarak, kutlama yapan dostlarıma geri dönüş yapamıyorum. Önemli görerek, bu günümü anlamlı kılıp, kutlama yapan tüm dostlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Tüm güzellikler sizinle olsun….

Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının 23 sabahında, bugün benim doğum günüm diye başladığım bir günü, “bugün benim doğum günümdü” diyerek tamamlıyorum.

Bir gün geçiyor ve bir günler bir ay, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp bir ömrü tamamlıyoruz.
Bu özel günümde doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce, bu teşekkür yazısını yazmadan geçemiyorum.

Kutlama yapan tüm akraba ve arkadaşlarıma, ‘’…hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap vermeye çalıştım.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onun da haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek bir dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten samimi ve içten duygular ile sevmek dedim. Çoğu zaman dinlediğim şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda, çocukluğuma sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve ‘’Annem’’ diyesim geldi!

Annemin olmadığı beşinci yaş günü kutlamanın üzüntüsünü yaşarken, o melek yüzlü kadına dualarım ile rahmet diliyorum. “Ah Annem” seni çok özlüyorum diye, yüreğimden gözyaşı döküyorum.
Geçen yılları düşünürken sevdiklerim, sevenlerim, sevip diyemediklerim, kıymet bildiremediklerimin hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam, bir kez daha yüreğimi sızlatıyor.
Volkan Konak, ‘’Ben onu sevdim, ya o beni’’ diye söylerken, Tahir ile Zühre’nin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil’’ sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken, her yıl yazmayı gelenek hâline getirdiğim, okuduğunuz teşekkür yazım ile birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim. Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu. Olumsuzluklar karşısında pes etmedim. Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim. En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek, kendimi en emin olana havale etmenin güven ve huzurunu yaşadım.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun” sözüne uygun insanlar ile olmaya çalıştım.
Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım ve adam satana meyletmedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya ve tavır çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de, “ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
‘’Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!’’ İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın ya da yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz. Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan aileme, dostlarıma ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum.
Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Mevlana’nın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp atacaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllara da taşımayacağım.

Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde, varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.

#ekremozturk

Yaşayan ölüler için gözyaşı dökülmez…



Ölüm, yaşam kadar gerçektir. Her canlı doğduğu gibi ölecektir. Yani, her canlı ölüm mutlaka tadacaktır. Kaçışı olmayan tek bir gerçek vardır, o da ölümdür. Ölüm yaşı, zamanı, nedeni ve gelişi belli olmayan bir süreçtir. Ölüm gerçeği her ne kadar, her insan tarafından bilinse de, ölüm gerçeği her insanı korkutur. Bir insana verilebilecek en büyük ceza ölümdür. Ölümden öte bir ceza yoktur. Ölüm gerçeği bilinmesine rağmen, sevdiği bir insanın ölümü yaşayan insan üzülür, gözyaşı döker. Ölene ağıtlar yakılır, feryatlar edilir. Ölen insan dünyadan ve hayatımızdan gitmiştir. Ölen gider, gelişi ve dönüşü yoktur. Gelmeyecektir, ağlanır, feryat edilir. Gitmiştir bir kere ve vuslat ahrete kalır. Yaşamayan ölüler içindir gözyaşı, yaşayan ölüler için değildir.
KİMDİR, YAŞAYAN ÖLÜLER…
Varlığı ve yokluğu belli olmayan insanlardır, YAŞAYAN ÖLÜLÜLER. Varlığının hiçbir kıymeti olmayan, kendi halinde, faydası olmayan, haksızlığa kayıtsız kalan, yanlışı görmeyen ve duymayan insandır, YAŞAYAN ÖLÜ. Sevgiden anlamayan, verdiğin değeri boşa sayan ve vefayı hiçe sayandır, YAŞAYAN ÖLÜ.
Ve YAŞAYAN ÖLÜLER için GÖZYAŞI DÖKÜLMEZ. Çünkü onlar bir GÖZYAŞI DAMLASINA dahi layık değillerdir.

Bugün Benim Doğum Günümdü…


Doğum günüm vesilesi ile çeşitli iletişim araçlarından arayarak ve yazarak, kutlama yapan dostlarıma geri dönüş yapamıyorum. Şahsımı önemli görerek, bu günümü anlamlı kılıp, kutlama yapan tüm dostlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Tüm güzellikler sizinle olsun….

Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının 23 sabahında, bugün benim doğum günüm diye başladığım bir günü, “bugün benim doğum günümdü” diyerek tamamlıyorum.

Bir gün geçiyor ve bir günler bir ay, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp bir ömrü tamamlıyoruz.
Bu özel günümde doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce, bu teşekkür yazısını yazmadan geçemiyorum.

Kutlama yapan tüm tüm akraba ve arkadaşlarıma, ‘’…hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap vermeye çalıştım.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onunda haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek bir dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten samimi ve içten duygular ile sevmek dedim. Çoğu zaman dinlediğim şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda, çocukluğuma sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve ‘’Annem’’ diyesim geldi..! desemde nafile olacağını düşündüm. Ilk kez annemin olmadığı ikinci yaş günü kutlamanın üzüntüsünü yaşarken, o melek yüzlü kadına dualarım ile rahmet diliyorum. “Ah Annem” seni çok özlüyorum diye, yüreğimden gözyaşı döküyorum.
Geçen yılları düşünürken sevdiklerim, sevenlerim, sevip diyemediklerim, kıymet bildiremediklerimin hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam, bir kez daha yüreğimi sızlatıyor.
Volkan Konak, ‘’Ben onu sevdim, ya o beni’’ diye söylerken, Tahir ile Zührenin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil’’ sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken, her yıl yazmayı gelenek hâline getirdiğim, teşekkür yazısı ile birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim. Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu. Olumsuzluklar karşısında pes etmedim. Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim. En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek, kendimi en emin olana havale etmenin güven ve huzurunu yaşadım.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun… ” sözüne uygun olarak düzgün insanlar ile muhatap olmaya çalıştım.
Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım ve adam satana meyil etmedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de, “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
‘’Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!’’ İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz. Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan aileme, dostlarıma ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum.
Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Mevlana’nın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp atacaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllarada taşımayacağım.

Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin..? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir..!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde, varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.

#ekremozturk

Her şey daha iyi şartlarda yaşamak


Günümüzün rekabetçi koşulları içerisinde herkes bir başka türlü mücadele veriyor.

Yaşam, yaşamak kavgasındayız…

En iyi eğitimi almak, iyi bir işe girmek, başarılı bir kariyer yapmak ve güzel yaşamak…

Bunlar için hep çalışıyor, mücadele veriyor ve rekabet ediyoruz.

Şartlara göre kendimizle, ailemizle, arkadaşlarımızla, çevremizle ve rakiplerimiz ile kavga ediyoruz.

Her şey daha iyi şartlarda yaşamak için…

Kazanmanın ve yaşamının sonu olmuyor.

Her şey olsun, çok şey benim olsun anlayışı ile paylaşmayı beceremiyoruz.

Türk tarihimizin iki bilgesinden ile iki güzel nasihat aktarmak isterim.

***

Biri, Hacı Bektaş Veli’ye;

Pir’im, Sizin dünya malı anlayışınız nedir..?

Hacı Bektaş Veli dedi ki;

– Kimsenin ekmeğini yeme, kendi ekmeğini kimseden esirgeme… Elin açık, gönlün açık, sofran açık olsun. Ayıpları ört, sırları tut, öfkeni de yut…

Ahi Evran-ı Velî ise;

Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir. Akıl ve ahlak ile çalışıp bizi geçen bizdendir…

#ekremozturk

İnsanları değiştirmeye takmak beyhude


Aklınızı, insanları değiştirmeye takmak beyhude…
ve sizin zamanınız çok kıymetli,
Öyleyse ne yapalım?
Sevin.
Hep sevin.
Dönün, dolaşın, yine sevin.
Eşinize, çocuklarınıza, ana-babanıza, akrabalarınıza, komşularınıza, yolda gördüklerinize, çiçeklere, böceklere, kuşlara, kedilere, köpeklere karşı içinizde bir sıcaklık olsun.
Ve saklamayın bunu, sıcaklığınızı hissetsinler.
Sevginin olduğu yerde menfaat olmaz, kötülük olmaz.
Sevginin getirdiği gücü küçümsemeyin.
Sevgi, mutluluğunuzun anahtarı…
***
İyilik yapın.
İyilik için karşınıza çıkan her fırsatı değerlendirin.
Ama ertesi sabah yaptığınızı unutun.
Karşılık bekleyerek ya da beklentili bir iyilik, zaten iyilik değildir ki…
Sizi mutsuz bile eder.
Çünkü karşınızdaki kişi beklentinizi yerine getirmezse hayal kırıklığı yaşayacaksınız.
Ne lüzumu var!
Mutlu ettiğiniz bir insanın teşekkürle bakan bir gülüşü, bir dokunuşu ya da bir duası yetmez mi?
Hangi karşılık bundan değerli?
Kalbiniz sevgi, saygı, iyilik dolu, düşünceleriniz berrak olsun…

2021 Yılına Girerken…


2020 yılını pandemi sürecini yaşayarak, evlerde tamamlıyoruz. Bu dönemde yaşayan çoğu insanın görmediği ve yaşamadığı bir sıkıntılı dönemi kapatıyoruz. Bu geçen sıkıntılı dönem bizleri bir çok yeni alışkanlıklara zorunlu kıldı. Özellikle; uzaktan eğitim ve evden çalışma gibi yeni bir yaşam tarzına alışmak zorunda kaldık. Maske ile yaşam ise bizim toplumun hiç alışık olmadığı ayrı bir zorunluluk oldu.

2021 yılının; maskesiz dolaştığımız, yerinde çalıştığımız ve ürettiğimiz, okuyup öğrendiğimiz, sevdiğimiz, sevildiğimiz, dostlarımızın yanımızda olduğu, mutlu ve huzurlu sağlıklı ve umutlu, insanlık için hayırlı bir yıl olmasını diliyorum.

2021 yılı akıl, sağduyu ve özgüven gösterilirse büyük başarılara imza atılabilecek bir dönemin başladığı yıl olmalı diye düşünüp buna göre kararlar almalıyız. Dünyada ve çevremizde yaşanan toplumsal olaylardan etkilenmeden bireysel iyiliğimizi, gelişimimizi, huzurumuzu, mutluluğumuzu ve sağlığımızı etkileyecek olaylara ve gelişmelere bakmalıyız.
2021 yılını sorgulama yapmak, kendini aramak, keşfetme yolunda çabalamak, kendini bilme ve şeffaflaşma yılı olacak şekilde değerlendirmenin çabasını vermeliyiz. Kendisiyle yüzleşme cesareti bulacağımız ve her insanın kendi içindeki bilgeyi yaşama aktaracağı bir yıla da adım atmalıyız.
Dikkatli ve farkındalık dolu bir gözle kendimize, ailemize ve yakın çevremize bakıp değişimi hissetmek ve algılamanın çabasını vermeliyiz.
Yıllardır çekmecelerde saklı kalmış dertleri, sıkıntıları, hatta hastalıkları kendi kendimize yenmenin planlarını yapmalıyız. Yeni yıl ile birlikte kendimizi gözden geçirmemiz ve zayıf olan yönlerimiz ilgili kendimizi yeniden yapılandırmalıyız. Yani kendimizin stratejik planını oluşturmalı ve dönem dönem gözden geçirmeliyiz.
2021 yılının bir önceki yıla ve yıllara göre farklı kılmak için derleme önerilerim olacaktır. Bunları değerlendirmeniz sizin için faydalı olabilir.

1- Pandemi süreci devam ettiği için sağlıklı kalmayı ve yaşamayı birinci öncelik olarak ele alınız.

2- Pandemi bitimi ile birlikte uzaktan eğitim ve uzaktan çalışmada edindiğimiz alışkanlıkları, tekrar eski alışkanlıklara dönüştürmeye hazırlıklı olun.

3- Yaşamınızı başkalarınınkiyle karşılaştırmayın.
4- Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın ki sizin aracılığınızla gerçekleşme şansları olmasın.


5- Enerjinizi olumlu şekilde harcamaya özen gösterin.
6- Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
7- Her şeyi çok da ciddiye almayın; sıkıcı olmayı, mizaha yer vermeyi unutmayın.

8- Enerjilerinizi boşa harcamayın.
9- Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanması olduğunu bilin.
10- Geçmişin acılı anılardan kurtulun, acıyı yaşama sevinci haline getirmeyin, yaşayın ve bitsin.

11- Yaşam birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır, kimseden nefret etmemeye çalışın.
12- Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiyi bozmasın.
13- Sizden başka hiç kimse sizin mutluluğunuzdan sorumlu olmadığını bilin.

14- Yaşamın bir okul ve eğitim yeri olduğunu ve öğrenmek/pratik yapmak için burada olduğunuzu unutmayın.
15- Daha fazla gülümseyin ve gülün.
16- Her tartışmayı kazanmak zorunda olmadığınızı kendinize sık sık hatırlatın.

17- Ailenizi sık sık arayın, birlikte olmanın yollarını bulun.
18- Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri ile ilgilenmeyin önemli olan sizin siz hakkınızdaki düşüncelerinizdir.
19- Kendinizden memnun olmanın bir yolunu mutlaka bulun.

20- Arkadaşlığı ihmal etmeyin, onlarla teması ne olursa olsun kesmeyin.
21- Her zaman doğru olduğuna inandığınız şeyi yapın.
22- Her iyi veya kötü durumun değişime tabi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
23- Karamsar olmayın, karamsar insanlarla fazla zaman geçirmeyin. Karamsarlık bulaşıcıdır.

24- İnandığınız bir öğreti mutlaka olsun.
25- Maneviyat umut verir, umudunuzu en kötü şartlarda bile yitirmemeye çalışın.

Başkalarının gölgesinde yaşamak


Yaşamın bir çok alanında karşılaşılan bir durumdur, “başkalarının gölgesinde yaşamak…”
Kendi kimliğini oluşturmayan ve kişiliğini hiçe sayana zayıf karakterli insanlara özgü bir davranış şeklidir.
Kolaya kaçma, sorumluluk almama ve başkasının üzerine yıkmaya yönelik bir eylemdir.
Ben bilmem babam bilir, yöneticim bilir, yada en iyisi şu bilir, bu bilir gibi ifadeler ile başkasının gölgesine sığınmaktır.
Yada; kendine has istekleri, arzuları, düşünceleri, kararları ve dahi hayatları olmayan, hep başkalarının arzu, keyif, karar ve düşünceleri doğrultusunda yaşamaktır.
Emret patron, emret müdürüm, emret vekilim, emret abi, emret baba gibi sadece bir başkalarının yönlendirmesi ile hareket etme eylemidir.
Çevresindeki tüm olumsuzlukları görmezden gelip, gölgesine sığındığı kişi, unvan veya kuruma havale etmek ile duygu ve düşüncelerini başkalarının kontrolüne vermektir.
Oysa; başkalarının gölgesinde yaşayan insanların, kendine ait bir gölgesinin olmadığı iyi bilinen bir gerçektir.

Eğitimin yanı sıra, karakterin ve inancın desteklediği bir insan profili kendi gölgesini oluşturur.
……

#ekremozturk

Ozan Muharrem Ertaş’ın bu konudaki türküsünü eklemek isterim.
Dinek Dağı Yeni Geldim Gurbetten
Başım Eksik Olmaz Kadadan Dertten
Adama Kemlik Mi Gelir Merdoğlu Mertten
Kötülerin Dalı Gölgesi Olmaz Olmaz

Yiğit Olan Ata Biner Atlanır
Yiğit Olan Her Cefaya Katlanır
Yiğit Gölgesinde Yiğit Saklanır
Kötülerin Dalı Gölgesi Olmaz Olmaz

Meydanda Deşinir Yiğidin Atı
Her Nere Gitse De Söylenir Methi
Altına Batırsan Ey’olmaz Kötü
Aslı Kara Demir Mücevher Olmaz

Linkedin Yardımlaşması


Linkedinde insanlar neden;
Birilerini takip eder,
Bağlantı kurar,
Bağlantı isteklerini kabul eder,
Gruplara katılır…?
Temel amaç;
Paylaşmak,
Paylaşımlardan faydalanmak,
Yorum veya beğeni ile destek vermek…
Bunun yanısıra;
Çalışan arayışı,
İş arayışı,
Staj yeri arayışı…
Linkedinde kimler var…?
Patronlar,
Ceolar,
Direktörler,
Genel Müdürler,
Profesyoneller,
Profesörler,
Unvanlılar,
Unvansızlar,
Işi olanlar,
İşsiz olanlar,
Öğrenciler….
Kim, kimi muhatap alır, kimler, kime yardımcı olur…?
Çok bağlantısı olan biri olarak;
İş arayan,
Staj yeri arayan,
Darda kalan,
Bir fırsat verin diyen insanların isteklerini paylaşıyoruz,
Kişilere özelden yazıyoruz,
Gerekirse arıyoruz…
SONUÇ:
Kimsenin arayışı (istisnalar hariç) bir başkası için önemli olmuyor.
Bakarız,
Bu ara işe alım yapmıyoruz,
Stajer alamıyoruz,
Gelecek dönem belki,
Bütçemiz yeterli değil,
Üst yönetim kabul etmiyor,
CV göndersinler bakalım,
Biz size döneceğiz…
SEVSiNLER BiZi…
SÜSLÜ ÜNVANLARI, GÜZEL YALANLARI…

NOT: iyi bir üniversite ve iyi bir bölümde eğitim alan bir öğrencinin staj başvurusu paylaşımına bir olumlu cevap gelmemesi üzerine bu paylaşım yapılmıştır.

Salgının Öğrettikleri – 1


Küresel yaşanan Corona Virüs salgını, tüm dünya halklarını etkilemeye devam ediyor. Dünya varoluşundan günümüze kadar bir çok savaş, salgın, kıtlık vs. toplumsal etkileri olan olaylar yaşadı. Dünyanın son yıllarında çok uluslu savaşlar olmasa bile, ikili savaşlara tanıklık etti. Afganistan, Irak, Süriyede yaşanan savaşlar, Bosnada yapılan soykıyımlar gibi bölgesel savaşlar yaşandı.

Son yıllarda küresel ekonomik krizlerde yaşandı. Dünyada Asya Ekonomik krizi, Rusya Ekonomik krizi, Arjantin Ekonomik krizi, Ülkemizde ise 1994 ve 2001 krizleri yaşandı.

Bu dünya son yıllarda 2009 grip pandemisi, 2010 Haiti kolera, 2013 Batı Afrika Ebola virüs salgını, 2015 Hindistan domuz gribi çıkışı ve 2019-20 koronavirüs pandemisi gibi çok can kayıplı virüs salgınları ile karşılaştı.

Yaşadığımız dünya son yıllarda, bugün yaşadığımız koronavirüs pandemisi gibi küresel bazda yayılımı olan savaş.salgın yada kriz yaşamadı. Özellikle 1980 sonrası doğan dünya nesli (istisna ülkeler hariç), gelişen teknoloji ve artan refah ve konfor içerisinde yaşamlarını sürdürdüler.

Eşit olmayan gelir dağılımı, kaynakların güçlü ülkeler tarafından kullanılması, bölgesel savaşlar ve küresel iklim bozulması gibi sebeplerden dolayı tüm yaşamı olumsuzluklar içerisinde geçen bölgesel uluslar olduğunuda unutmamak lazım.

Bugün yaşadığımız koronavirüs salgınının tüm dünya coğrafyasını etkilediğini görüyoruz. Dünyanın her ülkesinde, istisnasız can kayıplarının olduğunu bilmekteyiz. Salgından korunmaya yönelik tedbirler, yapılan sağlık harcamaları, gıda stokları, üretim yavaşlaması/durması, küresel ticaretin azalması gibi sonuçların ekonomiye olumsuz etkileri gittikçe artmaya başladı.

Kriz öncesi gerek ülkemizde gerekse dünya genelinde yaşanan ekonomik olumsuzluklar, salgın krizi ile birlikte bir çok şirketin iflasına, üretimini durdurmasına ve işten çıkarmalara neden olmaya başladı. Bugün dünya genelinde iflas ve işten çıkarma haberleri daha çok duyuluyor.

Dünyada yaşanan tüm pandemi salgınları bir gün bitiyor. Ancak salgın sonrası hiç bir şey eskisi gibi olmuyor. Bu durum daha önce bölgesel yafa ulusal olurken, koronavirüs salgını ile birlikte küresel bir hal aldı.

Dünyadaki tüm borsaların %20’den fazla düşüş kaydettiği bir zamanda, koronavirus salgınının dünyadaki tüm şirketlere vereceği toplam zararın 12 Trilyon $ olacağının tahmin edildiği yazıyor.

Dünya belki de yıllarca, hiç salgından önceki dünya olmayacak. Bizim yaşadığımız şartlara geri dönmek, yada kısa sürede dönmek mümkün olmayacak. Bolluk dönemi alışkanlıkları ile rahat yaşamaya alışkın bir ortamdan, maddi ve manevi anlamda azla yetinmeyi öğreneceğimiz bir ortamı girdik. Yok olan ekonomik değerler ile birlikte, kanaat etmek veya mütevazı yaşamayı öğrenmek zorundayız. Daha önce sahip olduğumuz ve kıymetini bilmediğimiz değerlerin farkına varacağız. İçinde bulunduğumuz bu durum, bundan sonraki yaşamımızın yeniden şekillendiği bir dönemdir.

Salgının Öğrettikleri notlarıma devam edeceğim.

Oğlumun yeni yaş günü


Her geçen yıl ile yaşamın yollarıda bitiyor. Ancak, mesele ne yolların nede yılların bitmesi değildir. Mesele gidilen yollarda ve bitirilen yıllarda güzellikler bırakmaktır diyorum.
Bu geçen yıllar ile birlikte yolumuzun, yıllarımızın ve geride bıraktığımız, değerlerimizin çok olması gerekiyor.
Küçük oğlum Mustafa ŞAMİL, 20 dedi.
2018 yılını ülkemiz ve dünya için önemli görüyorum. Özellikle güney sınırımızda bize karşı oluşturulmak istenen bölücü yapıya karşı başlatılan operasyonun yapıldığı bu günlerde evlatlarımıza büyük sorumluluklar yüklüyorum.
Sorumluluk sahibi, farkında olan, düşünen ve üreten bir bilinç ve ”ilk ve tek öncelik DEVLET” ilkesi ile Şamil beye nice yıllar diliyorum.

Bir gün sona geleceğiz


Bir gün sona geleceğiz. O gün geldiğinde zenginliğiniz, hıncınız kininiz, öfkeleriniz, hayal kırıklarınız, umutlarınız, tutkularınız, planlarınız ve yapmak istedikleriniz hiçbir önemi kalmayacak. 

Öyleyse önemli olan nedir? Yaşadığımız günlerin değeri neyle ölçülür?

*Önemli olan, ne aldığınız değil, ne verdiğinizdir…

*Önemli olan, öğrendikleriniz değil, öğrettiklerinizdir. 

*Önemli olan, doğruluk, dürüstlük, merhamet, fedakarlık ve cesaretle atmış olduğumuz her adımla, başka yaşamları zenginleştirmiş olmanızdır. 

*Önemli olan, yetenekleriniz değil, karakterinizdir. 

*Önemli olan, diğer insanları yüreklendiren, onların sizi takip etmesini sağlayan örnek bir insan olmaktır. 

*Önemli olan kaç kişi tanıdığınız değil , siz gittiğinizde ebedi bir yoksunluk hissedecek olan insanların sayısıdır. 

*Önemli olan, hatıralarınız değil, sizi sevenlerin kalbinde yaşayacak olan hatıralarınızdır. 

*Önemli olan, ne kadar uzun süre hatırlanacağınız değil, kimler tarafından ne şekilde hatırlanacağınızdır. 

*Önemli bir hayat yaşamak rastlantıyla olmaz. 

*Önemli olan, koşullar değil, seçimlerinizdir. 

*Önemli bir hayat yaşamayı seçin.

Michael Josephson

Zor biliyorum!


Zor biliyorum!
Kendimizi düşünmeye, ben merkezli yasamaya alışmışız.
Ama empati yapmayı beceremediğimiz sürece hem kendimiz hem de etrafımızdakiler gülümseyemeyecek.
Bir insanın yüzündeki mutluluğun sebebi olmak, her türlü maddiyatın ötesindedir.
Para kazanırken, insan da biriktirebilmeliyiz.
En az bir insanin gününü aydınlatabilmeniz dileğiyle…
#ekremozturk

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yazı

Soichiro Honda ‘nın başarı öyküsü


Bir çok ülke gibi Japonya da 1930 büyük krizine kötü yakalandı. Soichiro Honda, 1938 yılında piston segmanı geliştirmeyi planlayan küçük atölyesini kurduğunda hala bir öğrenciydi.

Asıl planı, bu fikri Toyoto’ya pazarlamaktı. Bunun için gecesini gündüzüne katarak çalıştı. Bazan atölyede sabahladı. Ürününü geliştirip, tüm bu uğraşa değecek bir başarı elde edeceğine inanıyordu. O arada evlendi ve eşinin takılarını da işyerine sermaye olarak kullandı.
Sonunda piston segmanını tamamladı. Artık elinde Toyota’ya sunabilecek bir ürün örneği vardı ama, onların beklediği standartlara sahip değildi. Bunun üzerine Soichiro okula geri döndü ve mühendislerin projesiyle alay etmelerini sineye çekti.
Pes etmeyi asla düşünmedi. Tam tersine, hatalarına odaklandı ve hedefine doğru yürüyüşünü sürdürdü. İki yıl süren çaba ve yeniden projelendirmelerden sonra Toyota ile bir anlaşmasını yaptı.
Bu arada Japon hükümeti savaşa hazırlanıyordu. Elindeki kontratla Toyota’ya ürün sağlamak için Soichiro Honda yeni bir fabrika inşa etmeliydi ama, elinde yeterli malzeme yoktu. Yine de vazgeçmedi. Yeni bir beton hazırlama sistemi geliştirdi ve fabrikayı tamamladı.
Fabrika üretime hazırdı ama, iki kez bombalandı ve elindeki tüm çelikler kullanılmaz hala geldi. Artık yolun sonuna gelmiş gibi görünen Honda, yine pes etmedi!
Bu kez Amerikan ordusu tarafından terkedilen artık benzin bidonlarını toplamaya başladı. “Truman’ın Hediyesi” olarak adlandırdığı bu malzemeyi hammadde olarak kullanan yeni bir üretim süreci oluşturdu. Bu kez de bir deprem fabrikasını yerle bir etti.
Savaştan sonra yaşanan benzin kıtlığı insanları yürümeye veya bisiklet kullanmaya zorladı. Honda, küçük bir motor geliştirdi ve bunu kendi bisikletine monte etti. Onu gören komşuları da aynı şeyi istediler ama elinde yeterli malzeme yoktu.
Soichiro Honda vazgeçmek yerine, 18 bin bisiklet sahibine mektup gönderdi ve Japonya’yı yeniden ayağa kaldırmak için kendisine yardımcı olmalarını istedi. Bunlardan 5 bin kadarı olumlu yanıt verdi ve onu bisiklet motorları üretebilmesi için desteklediler. İlk denemeler pek başarılı olmasa da, sonunda istediği motoru üretti. Japonya’da elde ettiği başarıdan sonra Honda, ürettiği bisiklet motorlarını Amerika ve Avrupa’ya ihraç etmeye başladı.
Öykü burada da bitmedi. 1970’lerde yaşanan yakıt sıkıntısı Amerikan otomotiv sektörünü küçük arabalar üretmeye zorladı. Honda bu eğilimi çabuk farketti. Bu kez küçük araba motorları tasarlamaya yöneldi ve daha önce hiç kimsenin görmediği kadar küçük arabalar üretmeye başladı. Böylece yeni bir başarı dalgasını yakalamış oldu.
Bugün Honda Firması Amerika ve Japonya’da 100 binden fazla insan çalıştırıyor ve dünyanın en büyük otomobil üreticileri arasında yer alıyor. Bu başarının temelinde kararlılık, başarıya inanarak ve sürekli düzeltmeler yaparak çalışmak yatıyor.
Soichiro Honda, başarısızlığı asla bir olasılık olarak dikkate almadı.

(Bu yazı Gamet Gelişim Bülteni Sayı-3‘te yayınlanmıştır.)

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

 

Dostluk üzerine…


Bir insanın yaşı ilerledikçe hayat katılaşıyor. İlişkiler, dostluklar, iş hayatı, her şey ama her şey katılaşıyor. Ani karar vermekten vazgeçiyor. Her ne kadar “can çıkar, huy çıkmaz” deseler de insanın huyu da değişiyor.

Geçmişe dönüp baktığımızda, gençliğimdeki ben ile şimdiki ben arasında dramatik bir fark olduğunu belki yeni yeni fark ediyorum. Bir zamanlar yolun yarısını çoktan geçmiş olduğumun bilincine nüfus kağıdımı sık elime almasam da, yaş konusu gündeme gelince varmaya başladım. Son birkaç yıldır ise maalesef bu gerçeği her gün ama her gün hatırlıyorum. Yaş kırkı geçiyor diye artık hayıflanmaya ciddi ciddi başladım. Hatta Tayfun Talipoğlunun, “Şimdi kırkı devirdik, sevince genç sevilmeyince en yaşlısıyım dünyanın, yorgun yüreğim, artık tek bildiğim var; gönül yaşlanmıyor, her daim hazır sevdalanmaya” yazısını sık okumaya başladım da diyebilirim. Hani bizim Adnan Yılmazın çok kullandığı “Abdalın kendi geçse de, gönü geçmez” sözünü de kullanmıyorum desem yalan olur. 

Gençken sevmek çok daha kolaydı, dost olmak, güvenmek, hatta iş değiştirmek… Yaşamak daha basitti, daha az sorumluluk, karar almak çabuk, fikir değiştirmek serbest. Kaybedecek vakit boldu, bir yerlere gitmeye, bir şeyler yapmaya çalışmadan bir hayat süreceğine inanmakta kolaydı.

Yaş ilerledikçe deneyim, tabir ağır olacak ama kazık yemeler ve birazda hayal kırıklılığı serpiştirilmişse, başka bir değişle sütten ağız yanmışsa, hayat eskisi kadar basit görünmüyor insana. Yeni dostlar eklenmez oluyor, birtakım arkadaşlıklar zaman içinde yok oluyor, ilişkiler karmaşıklaşıyor. Birbirini tanımanın en keyifli dönemleri bir tedirginlikle gölgeleniyor ve eskinin tatlıları şimdilerde çok da tat vermiyor.

Hayat sürprizlerle dolu, istisnalardan oluşuyor ve bunların istisna olduğunu anlayabilmenin olgunluğuna sahipseniz değeri de o oranda büyük oluyor. 40 yaşından sonra hayatınıza yeni bir dost katabildiyseniz, 20 yaşınızın saflığı ve açık gönüllüğü ile çıkar ve riyadan uzak bir ilişki kurabildiyseniz inanın bana siz de bir istisnasınız.

Bu zamanda paylaşmak, güvenmek, sevmek ve dostluk herkes için bambaşka anlamlar taşıyor. Siz de bu sözcüklerde sizinle aynı anlamı gören birine rastlarsanız eğer ona sıkı sıkı sarılın, inanın bana yolun yarısından sonra kurulan dostlukların tadı bir başka oluyor. Genç iken kurduğunuz dostlukların kaçı şimdilerde yaşıyor? Kaç dostunuzla görüşüyor, hal hatır soruyorsunuz? Ya yolun yarısından sonra kurulan dostluklar? Eee zaten yolun yarısı dedik ya…. Ömür bitene kadar sürecek dostlukları bu yaşlarda yakalayabilirsiniz. Birde düşünün Allah ömür verdi ve yaşınız sürekli ilerliyor, çoluk çocuk kuş misali birer birer evden uçup gitti. Yanınızda kim olacak. Elbetteki dostlar…

SON GÜN OLMASI ŞART MI?


Profesör derse şöyle başlamış:
– Düşünün ki; bugün dünyanın son günü.Yarın bu saatte her şey bitecek.
Kurtuluş şansınız yok.
Bugün ne yapardınız ?
Ögrenciler tek tek yazmaya başlamışlar..
– İbadet eder, ALLAH’tan günahlarımı affetmesini dilerdim.
– Tüm sevdiklerimle vedalaşırdım.
– Ailemle vakit geçirirdim.
– Anneme ve ya babama giderdim.
– Arkadaşlarımla yarım saat eski günlerdeki gibi basket oynardım.
– Barbekü partisi yapardım.
– Tüm sevdiğim yemekleri yerdim.
– Yatar uyurdum.
– Ormanda son defa dolaşırdım.
– Güneşin doğuşunu ve batışını son defa seyrederdim.
– Akşam yıldızları seyrederdim.
– En sevdiğim yemeği hazırlar, tüm sevdiklerimi akşam yemeğe davet ederdim.
– Piknik yapardim.
– Hayatta en çok gitmek istediğim yere gider, orada ölümü beklerdim.
– Üzdüklerimi arar, özür dilerdim.
Hoca bütün hepsini tahtaya yazmış.
Sonra gülerek sınıfa dönmüş ve demiş ki:
– Bunları yapmak için dünyanın son günü olması şart mı ?.

Gelen ağam, giden paşam


Yaşanan olaylardan insanlar ders çıkarmayı bilmelidir. Gelen ağam, giden paşam dememeli, gideni yok saymamalı, vefasızlık yapmamalıdır.
Zaman hızlı ve o kadar değişken ki, yarın olur diye beklenen olmadığı gibi aleyhinize hiç umulmadık şekilde bir başka hal almaktadır. Gelen gidip, giden gelebilmektedir.
Yaşanmış bir hikayeyi hatırlayınca paylaşmak istedim.
Petlas’a, bir zaman Lassa’dan üretim müdürü gelmişti. Petlas o zaman kamuda ve ağır bir işletme yapısı var. Özel sektörden gelen müdürün çalışma sistemi mevcut çalışana ağır gelince müdür sevilmeyen adam oldu.
Bir kaç yıl sonra bu müdür ayrıldı ve ardından konuşan, konuşana…
Zamanın da yağ çeken, eğilen, yanlış karar ve davranışlarına bile rıza gösteren, evine dahi yemeğe davet eden ve en büyük övgüleri yağdıranlar bir anda dönüş yaptılar ve müdürü en kötü insan olarak ilan ettiler.
Tabiki bu durumdan giden müdür bir türlü haberdar olmuş. Gel zaman git zaman sonra aynı müdür işletme grup müdürü olarak tekrar Petlas’a geri dönüş yaptı ve bu geri dönüşün ardından, aleyhinde en çok konuşan Hasan abimizi çağırır ve gerekli ayarı verir.
Bunun üstüne Hasan abimizin meşhur sözü geldi.
” BİR TEK ÖLENİN ARDINDAN KONUŞUN, YOKSA ADAM BİR TÜRLÜ BAŞINIZA GERİ GELİYOR VE HESABI AĞIR SORUYOR”
#ekremozturk

 

13173015_10207281232886337_8947542845644401186_o

Hepsi, bir avuç toprağız..


Kariyer hedefine odaklanıp, bu yönde neler yapabiliriz, daha iyi nasıl olabiliriz diye çaba gösteriyoruz.

Belirli bir kariyer hedefine gelince yetinmiyoruz ve daha bir üst hedef belirliyoruz.
Hatta, “ben kariyerim için her şeyi yaparım” bile diyoruz.
Zirveye çıkıyoruz, yetinmiyoruz…
Daha yüksek istiyoruz ve bu devam edip gidiyor.
Kendini dev aynasında gören saltanatı, varlığı ve fani güçleri ile ben, ben diyenlere Yunus Emre ne güzel demiş…
#ekremozturk

li

Hiç


Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:
“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam
boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam.
Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
“Hiçlik makamında!”
#ekremozturk

hak

 

Kamu Hastaneleri Kurumu, 663 KHK öncesine dönüşürmü?


Kamu Hastaneleri Kurumunun, 663 sayılı KHK öncesine dönüştürüleceğine yönelik haberleri sıkça okumaya başladık. Sağlık Bakanlığı personeli olmadan, diğer kurumlardan sözleşmeli olarak görev alan (İdari Hizmetler Başkanı) biri olarak bu durumu anlamaya çalışıyorum.

663 sayılı KHK öncesi bir hizmet alan bir birey olarak hastaneleri değerlendirebiliyorum. Kamu Hastaneleri Kurumun da kurucu yönetici olarak, kuruluş aşamasından süreçlerin oluştuğu bir dönem ve bugünkü durumu değerlendirdiğimde Kamu Hastaneleri Birlikleri ’nin sık değişen yöneticileri hariç, yönetsel süreçlerde gerçekten başarılı bir organizasyon olduğunu söylememek mümkün değildir.

Kamu Hastaneleri Birlikleri ile hastanelerde neler değişti?

  1. İnsan Kaynakları Yönetimi, genel sekreterlikler tarafından tek yerden yönetilmeye başlanması ile daha etkin olarak yönetilmeye başlandı. Birlik içerisinde tayin ve görevlendirmelerin kolay yapılması ile hastanelerin ihtiyaç duyduğu personel (özellikle kilit personel) ihtiyacı kısa sürede karşılanmaya başlandı ve bu hizmet sunumuna çok önemli bir katkı sağladı.
  2. Mali Kaynakların Yönetimin, genel sekreterlikler tarafından tek yerden yönetilmeye başlanması ile daha etkin olarak yönetilmeye başlandı. Satınalmaların tek yerden yapılması bu süreci etkin hale getirdi. Daha ucuz ve daha uygun mal ve hizmet alımını sağladı. Verimlilik Karne Değerlendirmesinde, Mali Kaynakların Yönetimine verilen önem bütçenin daha yerinde ve etkin kullanılmasını sağladı. Borçlanma yerine tasarruf eden, stokları etkin kullanan hastaneler oluştu.
  3. Verimlilik Karne Değerlendirmesi, Kamu Hastaneleri Birliklerinin ilk iki yılında, sözleşmeli yöneticileri bir yarış içerisinde olmalarını sağladı. Karne değerlendirme sonuçlarının sözleşmelerin yenilenmesine veya sona erdirilmesine çıktı sağladığı görülünce bu yarış azaldı. Ancak kamuda bu sistemde bir değerlendirmenin denenmiş olması bile Kamu Personeli Performans Değerlendirme Sisteminin oluşmasına bir örnek teşkil edecektir.
  4. Genel Sekreterliklerin özerk yapısı ile daha rahat ve hızlı karar almayı sağladı. Bununla birlikte farklı yönetim modelleri denenmeye ve uygulanmaya başlandı. Buda hizmet sunumunda farklılık getirdi. Kurumun teşvikleri ile kalite yönetim sistemleri, hastane otelcilik, iş güvenliği, çevre yönetimi, dijital hastane, çağrı merkezleri ile hasta memnuniyetlerinin ölçülmesi, evde sağlık hizmetleri gibi uygulamalar, Kamu Hastaneleri sürecine farklılık kattı.

Çalışanlara, hasta ve yakınlarına yönelik yapılan yeni uygulamaları da göz önüne aldığımızda bu kadar yapılan ve kısaca yazmaya çalıştığım değişim bile geriye dönüşe hayır demeye yeter diye düşünüyorum.

Her engel, yaşam koşullarınızı iyileştirmenizi sağlayacak bir fırsattır.


Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de neler olacağını görmek için pencereye oturmuştu.

Sabahtan oğlene kadar ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler ve hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi.

Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyor.

Daha sonra Saraya meyve ve sebze getiren bir köylü çıkageldi.

Sırtında taşıdığı  küfeyi yere indirerek iki eli ile kayaya sarıldı. Ikına sıkına itmeye başladı.

Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekmeyi başardı.

Tam küfesini yeniden sırtına  almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde..

“Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir” diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

“Her engel, yaşam koşullarınızı iyileştirmenizi sağlayacak bir fırsattır..”

image

Ne kadar bilsen de hiçbir zaman yeterince bilemeyeceğini unutma


Dostum, “faydasız bildiklerini unut” diyor, Şems-i Tebrizi hazretleri…
Gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne fayda getirmeyen bilgilerini silmekle başla”
Zanlarını, yargılarını, önyargılarını ve dahi bütün genellemelerini koy bir çuvala ve hepten terk et.
Gıybet etme sakın,bil ki dedikodu denilen şey mıknatıs gibi kötü enerji çeker. Kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın.
Birini ne kadar çok aşağılar yahut dışlarsan, onun durumuna düşme ihtimalin o kadar artar.
Kainatın matematiğidir.
Bir koyar, bir alır insan. Bilmeden kendi hesabını dürer ” diyor DOST… ”
“Hiçbir konuda emin olma ” Kendini ayrıcalıklı sayma.
Konumuna ya da mevkine, ismine veya şöhretine güvenme.
Şu hayatta bütün zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir.
Nazlı nazlı yükselir köpük, derken pat diye sönüverir.
Her zaman başkalarından öğrenmeye açık ol.
En iyi bildiğin konularda bile köşeli düşünme, büyük konuşma.
Cümlenin sonuna nokta değil, ünlem değil, virgül yahut üç nokta koy.
Açık bir kapı bırak daima.
Ne kadar bilsen de hiçbir zaman yeterince bilemeyeceğini unutma.
Tevazudan şaşma. Ancak o zaman kurtulabilirsin bilginin cehaletinden. ” diyor, Şems-i Tebrizi hazretleri …

 

10988267_10204489334530623_1123734010650980713_n

Bardağı yere bırak


Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.
“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu.
Öğrenciler, ’50gr!’ …. ’100gr!’ …. ’125gr’ cevabını verdiler.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:“
Ama, benim sorum şu:
Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
– Hiçbir şey
-Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?
– Kolunuz ağrımaya başlardı.
-Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?
– Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de
çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.
Sorularına cevap alan profesör, can alıcı noktaya temas etti:
-Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?
Öğrenciler bir ağızdan cevapladılar:
“Hayır.”
-Peki o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?
Profesör ikinci bir soru daha sordu:
-Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?
– Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.
Profesör beklediği cevabı almıştı.
Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yaptı:
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz.Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar. Ama hiç aklından çıkarmazsan,artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir. Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız.Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır.Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız. Taze bir güne,yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye,
‘Bardağı yere bırak’ olmalıdır.”  #ekremozturkcom #hr #insankaynaklari #insankaynaklariyonetimi #humanresources

image

Gel bu günün hakkını ver, yarını yarın düşünsün


Küçücük mutlulukların görkemine inandır kendini ve gülümse…
Umutların bitmesin asla izin verme!…Ve şairin şu sözlerine kulak ver;
“Senden bir tane daha yok bu dünyada.
Gülümsemeyi unutma!…”
Dilerim yüreğimizden ve gözlerimizden gülücük hiç eksik olmaz…
Dilerim günleri hep günaydın sıcaklığında ve  güzelliğinde yaşayın.
Dilerim Gönüllerinizden umutlarınız hiç eksilmesin,
Dilerim su berraklığında sevgiler yaşayın daima….
Aman dikkat!!!
Aklınıza gelen başınıza gelebilir.
Bu yüzden pozitif düşünün olumlama yapın her anın tadına varın.
Güzel düşünün, iyi yaşayın.
Karamsarlıktan ..umutsuzluktan.. enerjinizi düşürecek her şeyden uzak durun…
Koyuver derdin silinsin, yol ver öfken yorulsun,
Sonra korkma.. göster gönlün görünsün, hoş gör ruhun sevinsin,
Gel bu günün hakkını ver… yarını yarın düşünsün…

İsteklerinizin gerçekleşeceği,
Sevgi ve saygının anahtarlık gibi hep yanınızda olacağı,
Başarılı , sağlıklı, huzurlu ve çok mutlu bir yıla adım atmanız  dileklerimle.. #ekremozturkcom ##insankaynaklari #hr

image

Kuşun öğüdü


 
Tamahkârın yakaladığı küçük kuş der ki:
– Beni ne yapacaksın?
– Kesip yiyeceğim.
– Benim bir lokmacık etim, ne karın doyurur, ne de bir derde deva olur. Beni bırakırsan sana üç mühim nasihatte bulunurum.
– Nasihatleri söylersen seni bırakırım.
– Birini elinde iken, ikincisini şu ağaca konunca, üçüncüsünü de karşı tepeye varınca söylerim.
– Peki birincisini söyle!
– Elinden çıkan şeyin hasretini çekme!
– İkincisi ne?
Kuş, ağaca konunca der ki:
– Olmayacak şeye inanma!
– Üçüncü nasihati söyle! Kuş karşı tepeye varınca der ki:
– Sen ne ahmaksın, benim kursağımda ellişer gramlık iki tane inci vardı. Beni kesseydin, bu incilere malik olacaktın.
İnci sözünü duyar duymaz, tamahkâr, hemen oraya yıkılıp kalır. Eyvah diyerek dövünmeye başlar. Sonra der ki:
– Haydi üçüncüsünü söyle!
– Sen iki nasihati hemen unuttun. Üçüncüsünü söylesem ne faydası olacak?
– Söyle belki bunu unutmam.
– (Elden çıkan şeye üzülme) dedim, beni bıraktığına üzüldün, (Olmayacak şeye inanma) dedim. Etimle, kemiğimle, 100 gram gelmezken, kursağımda elli gramlık iki tane inci olduğuna inandın.
– Üçüncü nasihati söylemeyecek misin?
– Ahmağa nasihat kâr etmez. Tamah insanı kör ve sağır eder. Hakikati görmeye mani olur.
#ekremozturkcom

DİBE VURMAK İYİDİR


Hepimizin hayatında “Dibe vurdum” dediği anlar olmuştur. Dibe vuruşları genellikle büyük kayıpların ardından yaşıyoruz. Kimimiz sağlığını kaybediyor, kimimiz ilişkisini, kimimiz işini, evini, parasını… Kimimiz ise çok daha fazlasını…

Hayat bize her zaman seçimler sunuyor. Dibe vurduğumuzda da yine seçimimiz var, her ne kadar seçimsiz gibi hissetsek de; ya depresyona girmeyi seçiyoruz ya da bu durumu bir fırsat olarak değerlendirmeyi seçiyoruz.

Böyle anlar, uzun zamandır süregelen sorunlarımızı artık görmezden gelemeyeceğimizi ve onları artık yara bandı ile iyileştiremeyeceğimizi fark etmek için birer fırsat. Bu anlar bize elbette acı veriyor, çaresiz hissediyoruz, sanki bir daha asla iyi hissedemeyeceğiz yanılsamasını yaşıyoruz.

Oysa dibe vurduğumuzda artık gidebileceğimiz tek istikamet var, o da yukarı doğru!

Dibe vurduğumuzda dış dünyadan kopuyoruz ve mecburen içe dönüyoruz; kendimizi sorgulamaya başlıyoruz. Bu süreçte kendimizle ilgili harika keşifler yaşamaya hazırlıklı olalım. Birçoğumuzun hayatı dibe vurduktan sonra yeniden şekilleniyor. Her zaman yaptığımızdan farklı bir şey yapabilme gücünü böyle anlarda buluyoruz kendimizde.
Nice insan ciddi sağlık sorunlarının ardından sağlıklı yaşamayı yeniden öğreniyor ya da sevmediği mesleğinden vazgeçip keyif veren sevdiği bir işe geçiş yapıyor.

Dibe vuruş sürecinde gücümüzü adım adım dışarıya verdiğimiz için ciddi acı çekiyoruz ama yukarı doğru çıkarken başkalarına dağıttığımız o gücümüzü geri alıyoruz; öz gücümüze yeniden kavuşuyoruz. İşte bu güçle hayatımızı yeniden ve daha farklı şekillendirebiliyoruz, hayatımızda yeni bir sayfa açabilme cesareti buluyoruz.

Hayatın sadece yemek, içmek, barınmak ve üremekten ibaret olmadığını, aslında çok daha fazlasıyla bu dünyaya geldiğimizi anlayarak bütün değer yargılarımızı yeniden gözden geçirme fırsatı yakalıyoruz. O ana kadar farkında bile olmadığımız yeteneklerimizi keşfedebiliyoruz.

Dibe vuruşlar bize kendimizi gerçek anlamda keşfetme ve tanıma imkânı sunuyor. Sadece etten ve kemikten ibaret olmadığımızı; bundan çok daha fazlası olduğumuzu anlıyoruz. Spritüel yönümüzü keşfediyoruz çünkü beden fiziksel acıyla duygusal ya da ruhsal acıyı birbirinden ayırt etmiyor.

Bir kez dibe vurduktan sonra yıllardır kendimizi ihmal ettiğimiz konularda yoğun bir açlık duygusu hissetmeye başlıyoruz; bu, ruhumuzun açlığı. Bir an önce ruhumuzu doyurmak için büyük bir istek duyuyoruz. Bolca araştırıyor, bolca kitap okuyoruz. Yeni yollar deniyoruz, yeni insanlarla tanışıp onların hayat hikâyelerinin bizimkini aynalamasına izin veriyoruz. Farkındalığın bol olduğu bir dünyaya adım atıyoruz ve egomuz adım adım törpüleniyor. Ben’imiz ortaya çıkmaya başlıyor. Etkin dinleme becerimiz, empatimiz, anlayışımız artıyor; hayata bakış açımız genişliyor; önyargılarımızdan arınmaya başlıyoruz.

Dibe vuruşların armağanı gerçekten de büyük.

Dünya Ana kendini nasıl ki doğal afetlerle yeniliyorsa biz de kendimizi yenilemek için kendi doğal afetlerimizi yaratıyoruz hayatımızda.

Dilek Kökter. FB_IMG_1446359580192

ÇEMBERİN DIŞINA ÇIKMAK


“Her insan kendi görüş sahasının sınırlarını, dünyanın sınırları olarak kabul eder.” Arthur Schopenhauner

Sokrates bir gün derste öğrencilerine birer beyaz kağıt dağıtır ve üzerine bir daire çizmelerini ister. Dairenin tam ortasına da bir nokta koymalarını söyler.

Ve “Büyük mü yoksa küçük mü bir daire çizdiniz?” diye sorar. Bazıları küçücük bir daire çizerken bazıları tüm kağıdı doldurmuştur.

Ve sonra “ Dairenin, tam ortasındaki nokta sizsiniz. Daire ise sizin yaşadığınız hayata koyduğunuz sınırlamayı temsil eder. Siz kendi dünyanızın merkezisiniz.” der.

Daha sonra “ Şimdi daireyi silin. Artık büyük yada küçük olmasının hiçbir önemi yok. Geriye sadece nokta kaldı. Şimdi sınırı olmayan bir dairenin merkezindesiniz. Ve istediğiniz hayatı yaşama özgürlüğünü elde ettiniz.

Baktığımız zaman, gerçektende insanların yaşamlarını, düşünce yapılarına göre oluşturduklarıyla sınırladıklarını görebiliriz. İnsanlar başlangıçta, bir şeyleri elde etmek için çaba harcarlar. Ama, ancak, hayali bir engele ulaşana kadar devamlı ilerler. Sonra kendi dayattıkları, sınırlayıcı bir tutum yüzünden dururlar. Ve potansiyellerini kullanmadan, yaşam tabakasını olduğu gibi kabul ederler. Kendilerini düşüncelere, hareketlere ve sonuçlara hapsederler. Böylece de, kendi koydukları sınırların ötesine geçemezler. Halbuki, bizler bir şeylere takılıp kaldığımız zaman, cevaplar ve çözümler aramamaya başlarız. Çünkü istemeden bize yeni kapılar açabilecek, farklı bakış açılarının, ortaya çıkmalarını engellemiş oluruz.
O nedenle de bizler hayatta ancak kendi oluşturduğumuz sınırlarımız kadarız.

Oluşturabildiğimiz sebepler kadarız. Bize verilen sorumluluk kadarız. Cevaplarını aradığımız sorularımız kadarız. Tercih ettiklerimiz kadarız. Seçeneklerimiz kadarız. Algıladıklarımız kadarız. Merak ettiklerimiz kadarız. Düşündüklerimiz kadarız. Yaptıklarımız kadarız. Hayatta oluşturduğumuz eylemleriz kadarız.

Sabah uyandığımız zaman, ya kalkıp gördüğümüz rüya için gerekli koşulları oluşturmak için çabalarız. Yada tekrar uyuyarak, rüyada kaldığımız yerden devam ederiz.

“Dünyada değişiklik yapmakta başarılı olanlar, değişikliğe kendilerinden başlayanlardır”

ALINTIDIR…

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑