İyilik Yapmak Empati ile Başlar



İyilik, insanlığın en temel değerlerinden biridir ve başkalarına yardım etmek, hem bireylerin hem de toplumun daha iyi bir yer olmasını sağlar. İnsanlar, hayatları boyunca pek çok farklı şekilde iyilik yapma fırsatı bulabilirler.

İyilik, empatiyle başlar. Başkalarının duygularını anlamak ve onların ihtiyaçlarını görmek, yardıma olanak sağlar. Empati, toplumda daha derin bağlar oluşturur ve insanların birbirlerine destek olmasını sağlar. Gönüllülük, toplumda pozitif bir değişim yaratmanın güçlü bir yoludur. Gönüllü olarak zamanınızı ve becerilerinizi başkalarına adayarak, ihtiyaç sahiplerine yardım edebilir ve topluluğunuzun daha güçlü bir dayanışma içinde olmasına katkıda bulunabilirsiniz.

İyilik, büyük jestlerle değil, küçük eylemlerle de gerçekleşebilir. Bir tebessüm, bir selam veya bir yardım eli uzatmak, karşınızdaki insanın gününü aydınlatabilir ve onlara umut verebilir. İyilik, bir domino etkisi gibi yayılır. Bir kişi birine iyilik yaptığında, karşı taraf da başkasına iyilik yapma eğilimi gösterebilir. Bu şekilde, iyilik zinciri oluşturularak toplumda olumlu bir döngü başlatılabilir.

Araştırmalar, iyilik yapmanın insanların mutluluğunu artırdığını göstermektedir. Başkalarına yardım etmek, insanların kendilerini daha değerli ve tatmin olmuş hissetmelerine yardımcı olur.

Sonuç olarak, iyilik yapmak sadece karşılık beklemeden başkalarına yardım etmekle kalmaz, aynı zamanda kendi ruh sağlığımızı ve toplumun genel refahını da artırır. Küçük bir iyilik bile, dünyayı değiştirebilir ve sonsuz bir iyilik döngüsü başlatabilir.


Hayat Çetele Tutma Değildir


Fotoğrafa ilk baktığımda “yaşam çetele tutmak değil” dedim. Akşam bu resime bakarak çetele tutmamayı yazayım ve buna ekleyim diye düşündüm. Aklıma Charles Eguone’nun bir yazısı gelince kendim yazmaktan vazgeçtim ve Charles Eguone’nun yazısını paylaşmak istedim. Gülleri çok severdim ama yaşamdaki bir hikaye beni “gül” den uzak durdurdu. Karanfile bakarken bir acaba demekten kendimi alamadım.

Yaşam bu ve çetele tutmadan duygularımla yaşamaya çalışıyorum.
Hayat çetele tutmak degildir…
Hayat;
Seni kaç kişinin aradığı, kiminle çıktığın, çıkıyor olduğun veya çıkacağın demek de degildir.
Kimi öptüğün, hangi sporu yaptığın, kimlerin seni sevdigi de değildir.
Hayat, ayakkabıların, saçın, derinin rengi de değildir.
Nerede yaşadığın veya hangi okula gittigin de değildir.
Aslında hayat; notlar, para, giysiler, girmeyi başardığın ya da başaramadığın okullar da değildir.
Hayat;
Kimi sevdigin ve kimi incittiğindir.
Kendin için neler hissettiğindir.
Guven, mutluluk, sefkattir.
Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.
Hayat;
Kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.
Ne dediğin ve ne demek istedigindir.
İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini oldugu gibi görmektir.
Her şeyden önemlisi hayatı, başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek icin kullanmayı seçmektir.
İşte hayat bu seçimden ibarettir.
İnsanların en acizi dost edinemeyen,
ondan daha acizi ise dost kaybedendir.

Charles Eguone

Bugün Benim Doğum Günümdü


Doğum günüm vesilesi ile çeşitli iletişim araçlarından arayarak ve yazarak, kutlama yapan dostlarıma geri dönüş yapamıyorum. Önemli görerek, bu günümü anlamlı kılıp, kutlama yapan tüm dostlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Tüm güzellikler sizinle olsun….

Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının 23 sabahında, bugün benim doğum günüm diye başladığım bir günü, “bugün benim doğum günümdü” diyerek tamamlıyorum.

Bir gün geçiyor ve bir günler bir ay, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp bir ömrü tamamlıyoruz.
Bu özel günümde doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce, bu teşekkür yazısını yazmadan geçemiyorum.

Kutlama yapan tüm akraba ve arkadaşlarıma, ‘’…hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap vermeye çalıştım.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onun da haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek bir dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten samimi ve içten duygular ile sevmek dedim. Çoğu zaman dinlediğim şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda, çocukluğuma sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve ‘’Annem’’ diyesim geldi!

Annemin olmadığı beşinci yaş günü kutlamanın üzüntüsünü yaşarken, o melek yüzlü kadına dualarım ile rahmet diliyorum. “Ah Annem” seni çok özlüyorum diye, yüreğimden gözyaşı döküyorum.
Geçen yılları düşünürken sevdiklerim, sevenlerim, sevip diyemediklerim, kıymet bildiremediklerimin hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam, bir kez daha yüreğimi sızlatıyor.
Volkan Konak, ‘’Ben onu sevdim, ya o beni’’ diye söylerken, Tahir ile Zühre’nin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil’’ sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken, her yıl yazmayı gelenek hâline getirdiğim, okuduğunuz teşekkür yazım ile birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim. Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu. Olumsuzluklar karşısında pes etmedim. Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim. En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek, kendimi en emin olana havale etmenin güven ve huzurunu yaşadım.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun” sözüne uygun insanlar ile olmaya çalıştım.
Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım ve adam satana meyletmedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya ve tavır çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de, “ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
‘’Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!’’ İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın ya da yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz. Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan aileme, dostlarıma ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum.
Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Mevlana’nın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp atacaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllara da taşımayacağım.

Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde, varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.

#ekremozturk

Teleferik Kazası ve İnsan Güvenliği


Antalya’daki teleferiğin direklerinden biri yerinden koparak kabine çarptı. Kabinin tabanının kopmasıyla içerisinde bulunanlar metrelerce yükseklikten yere düştü. Kazada kabindeki 1 kişi yaşamını yitirirken 10 kişi de yaralandı. Asılı kalan 24 kabindeki 174 kişinin tamamı başarıyla tahliye edilmiştir. İki gün boyunca canlı yayınlarda kurtarma çalışmalarını takip ettik.   Bir insanımızın hayatını kaybettiği kazaya şükür çekildi ve daha fazla kaybın olmamasına sevinildi. Bu kaza ile birlikte her zaman endişe duyduğum insanların toplu kullandığı oyun alanları konusunda gündeme gelmeli. Bu konuda yaşadığım bir anıyı paylaşmak isterim. Ankara’da bir lunaparkta oğlumun ısrarı ile çok yükseğe çıkan bir oyun aletine bindik. Kemerlerimiz takıldı ve alet yürümeye hazır hale getirilirken kemerin kilitlenme sistemini sordum ve havalı sistem ile kilitlendiği yanıtını alınca kompresör arıza yaparsa bizi tutan ikinci bir kemer sisteminin olmadığını öğrenince alet yürümeden indik. Bu duruma bozulan görevli ilk kez böyle bir soru geldiğini ve aletten inildiğini belirtince İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemini bildiğimi ve iki kuruluşta bu sistemi kurduğumu ve sistemin gereği olarak güvenliği sorguladığımı anlattım. Teleferiklere binmedim ve bineceğimi düşünmüyorum. Lunaparkta bulunan aletlere de asla binmem. Önemli kuruluşlarda çalışmış, görmüş,  danışmanlık yapmış biri olarakta biliyorum ki; kurallara uymanın ve kontrollerin yapılmanın zorunlu olduğu ve iyi eğitimlerin verildiği durumlarda dahi insan kaynaklı kazalara şahit oluyoruz.  Bizim insanımızın, “bir şey olmaz, kaderde varsa zaten olur” yaklaşımı ile “bakarız,  ederiz” rahatlığı kolay aşılamayacak bir kültür olup çok ısrar edip çaba gösterilmesi gerekiyor. Sürecin sahibi umursamaz, kontrol eden vurdumduymaz ve hizmetten yararlanan keyfinde ise bu tür haberleri çok duyarız. Bu konuda sorumluluk insanın kendine düşüyor ve canını, cananını seviyorsa hizmet aldığı her süreci sorgulamalıdır. Hikâyesini bilmediğin bir alete biniyor ve eğleniyorsak, sonunda üzülme olasılığımız yüksek oluyor. Güvenlik önlemlerinin titizlikle alınması ve sürekli olarak gözden geçirilmesi hayati önem taşıyor. İnsan hayatının değerini kavramak ve önlemleri almak, herkesin sorumluluğunda olmalıdır. Herkesin güvenliğini sağlamak için çaba göstermek önemlidir. Canımız kıymetli, aklımız yerinde ve bilincimiz açık olsun.

İnsanların Aklı Başına Gelince


İnsanlar aklı başlarına geldiğinde geçmişlerini bir yük olarak hissedebilirler çünkü geriye dönüp baktıklarında, geçmişte yaptıkları hızlı ve düşünmeden verilen kararlar, yanlış adımlar veya hatalarla dolu anılarla karşılaşabilirler. Bu durumda, insanlar kendilerini suçlu veya pişman hissedebilirler ve “Keşke şunu yapmasaydım” veya “Neden böyle davrandım?” gibi sorularla kendilerini sorgulayabilirler.

Geçmişteki hatalar ve yanlış kararlar, insanın kendine güvenini sarsabilir ve gelecekteki kararlarını daha tedirgin bir şekilde almasına neden olabilir. Bu da insanın kendini sürekli suçlu hissetmesine ve geçmiş hatalarını unutmak yerine onlara takılıp kalmasına yol açabilir. Bu durum, kişinin mental sağlığı üzerinde olumsuz bir etki bırakabilir ve kendini sürekli olarak geçmişteki hatalarıyla savaş halinde bulmasına neden olabilir.

Ancak bu tür deneyimler aynı zamanda büyük öğrenme fırsatları da sunabilir. Geçmişte yapılan hatalar, insanların kendilerini daha iyi tanımalarına ve gelecekte benzer hataları tekrarlamamaları için daha iyi bir şekilde hazırlanmalarına yardımcı olabilir. Bu nedenle, geçmiş deneyimleri bir yük olarak değil, bir fırsat olarak görmek ve onlardan öğrenmek önemlidir.

Yorulmak Vazgeçmek Değildir


Hayatın zorluklarına karşı aldığımız her nefes, bir deneyimle doludur. Yorulmak, sadece fiziksel bir zayıflık değil, aynı zamanda bir öğrenme sürecinin bir parçası olup süreçte, azim ve dayanıklılık sınırlarımızı zorlar. Yorulduğumuzda, dinlenmek ve içsel bir denge bulmak için bir fırsat doğar.

Kalben yorulan biri, kendi sınırlarını anlamış ve bu sınırlar içinde dengeli bir yaşam sürebilmiştir. Yorgunluk, düşünce ve duygularımızı anlama şansı verir. Bu süreç, hedeflerimize ulaşmak için içsel bir pusula gibi işlev görür. Yorulduğumuzda, hayatın bize sunduğu sıradışı anları değerlendirebilir, yeni perspektifler keşfederiz.

Her yorgunluk anı, bir diyetin parçasıdır; bu diyet ise yaşamın karmaşıklığına dair bir öğrenme sürecidir. Yorulmak, hayatın çeşitliliği ve derinliğiyle başa çıkmanın bir yolu olarak görülmelidir. Bu durum, güçlenmemize, dayanıklılığımızı artırmamıza ve daha iyi bir versiyonumuz haline gelmemize olanak tanır.

Sonuç olarak, yorulmak sadece bir ara verme anı değil, aynı zamanda yeniden doğma ve gelişme fırsatıdır. Bu yüzden yorgunlukla yüzleşirken, içsel gücümüzü bulmalı ve her anın bize kattığı değeri anlamalıyız. Yorulmak, hayatın bize sunduğu bir hediye ve bu hediyeyi doğru bir şekilde değerlendirmek, bizi daha sağlam ve bilge kılar.

Yön Çalıştayını Gerçekleştirdik


EFQM Modeli Üstün Performansta Yetkinlik Aşamalarında 5 Yıldız başarımızdan sonra Üniversitemiz yeni yönünü belirlemeye yönelik olarak YÖN Çalıştayı düzenledi.
Çalışanlarımız, öğrencilerimiz ve temel paydaşlarımız ile iş birliklerimizin katıldığı, farklı Çalıştay Masalarında farklı temalara yönelik gruplarda yeni vizyonumuz ve stratejilerimizi ortaya çıkaracak çalışmalar yapıldı.

Umursamıyoruz


Kuralsızlığı seviyoruz, boş vermişliğe sığınıyoruz.
Umursamıyoruz..!
Birşey olmaz diyoruz,
olursa olsun diyoruz..!
Bu davranışların eğitimlede alakası yok.
Yüksekögretimde kalite yönetimi için çabalıyoruz.
Kalite bir standardın koşullarını sağlama ölçütü diyoruz.
Azda olsa memurdan, Profesöre kadar inanmayan insanlar görüyoruz.
Binada yangın tüplerinin son kullanma tarihi geçiyor, yangınmı çıkacak değişmeye gerek yok yanıtını alıyoruz.
Araçta emniyet kemeri takmıyor, binada yapılış şartlarına bakmıyor, ürün yada hizmet alırken standartlarını sorgulamıyoruz.
Kalite yönetiminde gönüllü esas derken, bizim insanımızın gönülsüz olduğunu umursamıyoruz.

İnsanımızın sağlığını, eğitimini ve canını korumayı, malından sonra düşünür olduğunu biliyoruz.
Kamusal zorunluluk gerekiyor, yaptırım ve ceza gerekiyor.

#ekremozturk

Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar


Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: “Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster.

Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.

Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar.

Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.

İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu” der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”

En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar.

“Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?”

Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?”

“Ne istiyorsan veririm.”

Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”

Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar.

Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler…

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar:

“Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”

Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap verir:

“Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.

Mesele kuyumcuyu bulmaktadır…

İş yaşamında geçerli bir hikaye olarak düşünüyorum. Kıymetinizi bilen yönetici ve iş sahibinin yanında göreceğiniz değer daha başka olacaktır.

Değer bilmeyenlerin yanında sadece bir iş gören, deger bilenin yanında bir sanatkar olmak mümkündür.

Yaşayan ölüler için gözyaşı dökülmez…



Ölüm, yaşam kadar gerçektir. Her canlı doğduğu gibi ölecektir. Yani, her canlı ölüm mutlaka tadacaktır. Kaçışı olmayan tek bir gerçek vardır, o da ölümdür. Ölüm yaşı, zamanı, nedeni ve gelişi belli olmayan bir süreçtir. Ölüm gerçeği her ne kadar, her insan tarafından bilinse de, ölüm gerçeği her insanı korkutur. Bir insana verilebilecek en büyük ceza ölümdür. Ölümden öte bir ceza yoktur. Ölüm gerçeği bilinmesine rağmen, sevdiği bir insanın ölümü yaşayan insan üzülür, gözyaşı döker. Ölene ağıtlar yakılır, feryatlar edilir. Ölen insan dünyadan ve hayatımızdan gitmiştir. Ölen gider, gelişi ve dönüşü yoktur. Gelmeyecektir, ağlanır, feryat edilir. Gitmiştir bir kere ve vuslat ahrete kalır. Yaşamayan ölüler içindir gözyaşı, yaşayan ölüler için değildir.
KİMDİR, YAŞAYAN ÖLÜLER…
Varlığı ve yokluğu belli olmayan insanlardır, YAŞAYAN ÖLÜLÜLER. Varlığının hiçbir kıymeti olmayan, kendi halinde, faydası olmayan, haksızlığa kayıtsız kalan, yanlışı görmeyen ve duymayan insandır, YAŞAYAN ÖLÜ. Sevgiden anlamayan, verdiğin değeri boşa sayan ve vefayı hiçe sayandır, YAŞAYAN ÖLÜ.
Ve YAŞAYAN ÖLÜLER için GÖZYAŞI DÖKÜLMEZ. Çünkü onlar bir GÖZYAŞI DAMLASINA dahi layık değillerdir.

Yapamazsan, Olmaz…


Büyük bir heyecan ile beklediğimiz Avrupa Şampiyonasının ilk maçında  Italya’ya kötü bir futbol ile farklı yenildik.
Maç öncesi ve sonrası paylaşım ve yorumlara bakınca;
– Abartıyoruz (Başarı ve başarısızlığı, Hocayı, Futbolcuyu, hatta maç anlatımını)
– Sabredemiyoruz (Herşey bir anda güzel olsun, hep kazanalım diyoruz)
– Tesadüflere Inanıyoruz (Başarı sadece futbolda değil, tüm alanlarda olur. Başarı; ahlak, eğitim ve çalışmanın bir arada uyumu ile olur)
– Takım Olamıyoruz (Her alanda bir araya gelemiyoruz, geldiğimizde ise çok çabuk dağılıyoruz)
– Kabullenmiyoruz (Kendi insanımız, kendi adamınız dahil başarıyı kabul edemiyoruz)

Bugün Benim Doğum Günümdü…


Doğum günüm vesilesi ile çeşitli iletişim araçlarından arayarak ve yazarak, kutlama yapan dostlarıma geri dönüş yapamıyorum. Şahsımı önemli görerek, bu günümü anlamlı kılıp, kutlama yapan tüm dostlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Tüm güzellikler sizinle olsun….

Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının 23 sabahında, bugün benim doğum günüm diye başladığım bir günü, “bugün benim doğum günümdü” diyerek tamamlıyorum.

Bir gün geçiyor ve bir günler bir ay, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp bir ömrü tamamlıyoruz.
Bu özel günümde doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce, bu teşekkür yazısını yazmadan geçemiyorum.

Kutlama yapan tüm tüm akraba ve arkadaşlarıma, ‘’…hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap vermeye çalıştım.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onunda haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek bir dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten samimi ve içten duygular ile sevmek dedim. Çoğu zaman dinlediğim şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda, çocukluğuma sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve ‘’Annem’’ diyesim geldi..! desemde nafile olacağını düşündüm. Ilk kez annemin olmadığı ikinci yaş günü kutlamanın üzüntüsünü yaşarken, o melek yüzlü kadına dualarım ile rahmet diliyorum. “Ah Annem” seni çok özlüyorum diye, yüreğimden gözyaşı döküyorum.
Geçen yılları düşünürken sevdiklerim, sevenlerim, sevip diyemediklerim, kıymet bildiremediklerimin hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam, bir kez daha yüreğimi sızlatıyor.
Volkan Konak, ‘’Ben onu sevdim, ya o beni’’ diye söylerken, Tahir ile Zührenin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil’’ sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken, her yıl yazmayı gelenek hâline getirdiğim, teşekkür yazısı ile birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim. Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu. Olumsuzluklar karşısında pes etmedim. Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim. En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek, kendimi en emin olana havale etmenin güven ve huzurunu yaşadım.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun… ” sözüne uygun olarak düzgün insanlar ile muhatap olmaya çalıştım.
Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım ve adam satana meyil etmedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de, “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
‘’Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!’’ İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz. Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan aileme, dostlarıma ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum.
Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Mevlana’nın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp atacaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllarada taşımayacağım.

Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin..? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir..!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde, varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.

#ekremozturk

Her şey daha iyi şartlarda yaşamak


Günümüzün rekabetçi koşulları içerisinde herkes bir başka türlü mücadele veriyor.

Yaşam, yaşamak kavgasındayız…

En iyi eğitimi almak, iyi bir işe girmek, başarılı bir kariyer yapmak ve güzel yaşamak…

Bunlar için hep çalışıyor, mücadele veriyor ve rekabet ediyoruz.

Şartlara göre kendimizle, ailemizle, arkadaşlarımızla, çevremizle ve rakiplerimiz ile kavga ediyoruz.

Her şey daha iyi şartlarda yaşamak için…

Kazanmanın ve yaşamının sonu olmuyor.

Her şey olsun, çok şey benim olsun anlayışı ile paylaşmayı beceremiyoruz.

Türk tarihimizin iki bilgesinden ile iki güzel nasihat aktarmak isterim.

***

Biri, Hacı Bektaş Veli’ye;

Pir’im, Sizin dünya malı anlayışınız nedir..?

Hacı Bektaş Veli dedi ki;

– Kimsenin ekmeğini yeme, kendi ekmeğini kimseden esirgeme… Elin açık, gönlün açık, sofran açık olsun. Ayıpları ört, sırları tut, öfkeni de yut…

Ahi Evran-ı Velî ise;

Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir. Akıl ve ahlak ile çalışıp bizi geçen bizdendir…

#ekremozturk

İş varmıki; tecrübesiz ve yeni mezun gençleri işe alalım…


Belki önceleri diye başlayarak konuşacağımız, “tecrübesiz ve yeni mezun gençlere hiç fırsat verilmiyor” sözü bugün için daha farklı bir deyimle seslendirilebilir.

İş varmıki; tecrübesiz ve yeni mezun gençleri işe alalım…

İşsizliğin zirve yaptığı bir dönmede, çok iyi okul mezunu ve deneyime sahip olanların işsiz kaldığı bir dönemi yaşıyoruz. Gerçekten istihdam alanlarının Pandemi süreci ile iyiden azaldığı bir dönemde, yeni mezunların iş bulma olasılıkları da yok oluyor. Deneyimli ve halen bir işte çalışanların işsiz kaldığı ve iş bulamadığı bir dönemden geçiyoruz. Yeni mezunların bir işe başlamaları için kendilerine çok iş düşüyor. Yeni mezunların bir çoğu bunun farkında ancak bu farkındalık onlara çok fayda sağlamıyor.

İş yerleşemeyen yeni mezuna soruyorum;

– Eğitim dönemlerini çok iyi değerlendirmeleri ve öğrenme fırsatlarını iyi kullandın mı?

– Mezun olduğun alanın bilgisine yeteri kadar sahip misin?

– Eğitim aldıkları alanın dışında farklı alanlara ilgin varmı?

– Farkında ve duyarlı birimisin?

– Yabancı dil biliyor musun?

– Stajlarını alanın ile ilgili iyi bir yerde ve iyi bir şekilde yaptınmı?

– Genel kültür bilgin iyimi?

“İyi bir üniversitenin, iyi bir bölümünden mezun oldum ve halen yüksek lisansımı yapıyorum. Lisans mezuniyet derecem gayet iyi ve ben İngilizce eğitim aldım. Bana sorduğunuz sorulara yönelik, gayet iyi olduğumu düşünüyorum ama iş bulmakta hiç ümidim yok.”

Yeni mezun bir genç ile yapılan sohbetten bir kesiti paylaşmak istedim. Bu gencimiz ile yapılan sohbet sonucunda yaptığım değerlendirmeye göre bu gencimizin yeterliliğinin gayet iyi olduğunu söyleyebilirim. Bir iş bulmak bir yana geçen yıl staj ve proje ödevi bulmakta ne kadar zorlandığını anlatınca diyecek söz bulamadım.

İş bir yana staj yeri bile bulmakta zorlanan gençlerimizin ne kadar çok olduğunu ve bu konuda iyileşme bir yana her geçen gün daha çok zorlukların karşılarına çıktığı bir acı gerçek olarak hepimiz tanıklık yapıyoruz. Daralan istihdam alanlarına karşılık, plansız bölüm ve öğrenci sayıları her yıl daha çok artıyor.

Çözüm nasıl ve nerede sorusuna ise çok net yanıt bulmak çok zor!

İşsizlik kaygısı yaşadınız mı..?


İşten çıkarılan bir çalışana, “iş akdiniz sona erdirildi” dediniz mi..?
Dediğinizde yüz ifadesine baktınız mı..?
Bir insana ne iş yapıyorsun diye sorduğunuzda, “işsizim” dediğinde ne hissettiniz..?
Bir çocuğun, “babam işsiz” dediğinde, içiniz yandı mı..?
Yaşamayan, bilmeyen ve hissetmeyene, “işsizlik” sekiz harften ibaret bir kelime, bilen için önce derin bir iç çekiş, sonrası büyük bir kaygıdır.
Ya siz…
Bir gün işsizim demeyeceğinizden emin misiniz..?

#ekremozturk #işsizlik

Ne güzel bir gurur..!


Koronavirüs salgınında geliştirdikleri aşı birçok ülkede kullanılmaya başlayan BioNTech kurucu ortağı ve CEO’su Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci’ye Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı verildi.

Dr. Özlem Türeci ve Prof. Uğur Şahin’e verilen Liyakat Nişanı, başta Türkiye’yi ve Almanya gibi pek çok ulusu aynı anda gururlandırdı.  Çünkü liyakat (uygunluk, yaraşırlık) evrenseldir, uluslarüstüdür.

Bununla ilgili Linkedinde yaptığı video paylaşımı büyük bir ilgi gördü. Bir günde 11.942 beğeni, 288 yorum ve 264.495 görüntüleme ile Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci’ye Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı verilmesi takdir edildi.

Ancak, değerli bilim adamlarımızın Almanya’da, eğitim almaları, böylesine bir önemli bir çalışmaya destek bulmaları ve başarmaları bir tarafa itilerek, bazı takipçilerim (Eğitimli- Unvan sahipli) tarafından eleştirildiler.

Bu eleştirilere cevap vermek sonucunda bir uzman olmayı ve  tartışmayı gerektiriyor.  Alanım olmayan bir konuda, alanın uzmanları ve çoğunluğu yaklaşımına bakıyorum. Pandemi de aşı yaptırmayan ülke yok gibi ve en önemli aşılardan biri bu iki değerli bilim adamımız tarafından üretildi. Bugün için doğru bir buluş ve takdir gerektiriyor. Yarın sonuçlar farklı olursa onu ben bilemem. Temennimiz sonucunda güzel ve insanlık için faydalı olmasıdır.

Bu eleştirilerden bazılarını (isim kullanmadan ve düzeltme yapmadan) buraya taşımak isterim.

  • Türkiye’de hangi görevdeler acaba?
  • Alman vatandaşı hocaları tebrik edelim. Ama Türkiye için önemi nedir? Aşılar bize geliyor mu! Hocalar Türkiye de üretim yapıyor mu?
  • Utanç duyması gereken Türkiye değil en ufak zorluk da kendi çıkarları için bu ülkeyi terk edenlerdir. Benim gözümde elinde fırsat varken bu ülkeyi terketmeyerek mücadele eden veya ülkesinin gelişmesi için yurt dışında öğrenip ülkesinde gelip öğrendiğini öğretendir unutmayın batan gemiyi ilk terk eden faralerdir kolay yolu tercih eden kaçanlar da benim gözümde budur.
  • Türkiye için utanç verici adam 4 yaşında Almanya’ya babasının yanına gidiyor ve Alman vatandaşı olarak büyüyor Türkiye ye gelmek yada dönmek burada çalışmak gibi bir girişimimi olmuş hayır Cem Özdemir ne kadar Türk se oda o kadar Türk işte bunu niye Türkiye’nin bir ayıbı imiş gibi yorumluyorsunuz nedir bu kendi vatanını hakir görme sevdası adam bir başarıya imza attı tebrik ediyoruz.
  • Birde onlar TÜRK ama madalyayı ALMANLAR takıyor. Biraz düşündürücü değil mi ?
  • Oynanmis algilarin sundugu saniyelik gurur yanilsamasi. Gurur verici olmasi icin bu asinin tum dunyaya ucretsiz dagitilmasi gerekirdi bu da o zaman onlari bilim insani yapardi. Benim bu videodan izledigim ekonomik istahlari kabarmis zavalli insanlar.
  • Aynen senin için değil ama Almanya için büyük gurur.
  • Aslında bizim açımızdan pek de büyük bir gurur değil; ha ne dersiniz?
  • Corona virüs ailesinin aşısı olmaz. Olsaydı Grip ortadan kalkardı. Bu tür medikal buluşlar patent ile para kazandırır ama halk sağlığına katkıda bulunmazlar. Verilen madalyanın gerekçesi ekonomiktir, medikal değil.
  • Olay Alman ekonomisine yüksek bir katma değer kazandırmış iki Türk asıllı uzmanın Alman siyasetçileri tarafından ödüllendirilmesidir. Bununla isteyen istediği kadar gurur duyabilir.
  • Verilen Ödülüm sebebinin Politik olduğunu düşünüyorum. Ingiliz Aşisini,Rus yada Çin aşısıni bulan kisiler hakkinda bu tarz bir propaganda yapilmadi. Asiyi bulan Alman asilli birisi olsaydi, muhtemelen yine aşı üzerinde çalışan bilim adamlari çok fazla gündeme getirilmezdi.
  • Gelde yorum Yapma .!!! Şuna Dikkat Etiniz mi ? Merkel bilim insanlarının arkasindan yürüyor. Rol calmak yok, gosteri yok. Iki bilim insani Merkel oturmadan yerlerine oturuyorlar. Hönküre hönküre konuşan, etrafa aşağılık duygusunu bastıracak kibirle bakan kimse de yok. Ve devam ediyorum ; Yurtdışındaki Türk bilim insanlarının başarılarının Türkiye’ye bir katkısı yok. Boş yere gurur duyacağımıza bu insanlara neden Türkiye’de de aynı bilimsel faaliyet ve yaşam imkânlarını sunamıyoruz diye oturup düşünmemiz lazım. Bu çalışmaların Türkiye’de de yapılmasını sağlayacak şeyler için düşünmemiz lazım. Dünyanın öbür ucundaki bilim insanının etnik olarak Türk olması, başka bir milletten olmasından daha fazla anlama sahip değil.

İşsizlik yok, İş begenmemezlik var


İşsizlik yok, İş begenmemezlik var söylemi iyice benimsenmeye başlandı sanırım.
Bugün gelen bir iletide, bir işletme sahibi bu söylemi haklı çıkarmaya çalışırken, beni eleştiriyor ve diyorki;
Dün cafeye yeni bir garson başladı ve bugün işe gelmedi. Hani yeni mezunlar iş bulamıyor diye sürekli yazıyorsun ya…
Lisans Tarih Bölümü mezunu ve günde on saat çalışmanın karşılığında kırk TL vermekle övünürken, yeni mezun gencimizi yerden yere vuruyor.
Evet..!
Köle düzeni bir çalışma sisteminde, Tarih Bölümü mezunu iş beğenmez.
Alan ve insanlık dışı bir işte, yeni mezunların çalışmak istememesini kimse eleştirmemelidir.
Alanında iş verin, beğenmezlerse ağzınız dolusu konuşun…
Aksi halde, yardımınız yoksa susunuz…

İK Profesyonelleri ve Bloggerlar ile yapılan, 34 röportaj e-kitapta sizlerle!


İnsan Kaynakları, günümüz dijital dünyasında yoğun ve hızlı teknolojik değişimlerden en fazla etkilenen alanlardan birisi olup, çalışma hayatının yönetilmesinde önemli rol oynamaktadır.


İK Bloggerları İK’ya ve hayata dair kendi pencerelerinden gördüklerini, farklılıklarını ortaya koymak suretiyle bloglarında paylaşmaktadırlar.

Böylesine önemli bir çalışmayı gerçekleştiren değerli meslektaşım Serpil Türkmen; “İK Profesyonelleri ve Bloggerlar ile Mini Röportajlar” projesine, İK Profesyonellerinin kişisel, mesleki ve bloggerlık deneyimlerinin günümüze ve geleceğe yansıtılmasının faydalı olacağı düşüncesiyle karar verdiğini belirtti.

Serpil Türkmen; Röportaj projesi ile İK mesleği, çalışma hayatı ve Bloggerlık konusunda merakı ve ilgisi olanlar ile İK Profesyonelleri ve Bloggerların karşılaşmasını sağlamayı hedefledim.

Yazıyı Görüntüle

Röportaj projesine katılan İK Profesyonelleri ve Bloggerların, İK mesleğine ve bloglarına dair yolculuklarını samimi bir şekilde paylaşarak İK’ya ve insana yararlı bir dokunuş yaptıklarına, ilham verdiklerine inanıyorum dedi.

Mesleklerine ve Bloglarına gönül veren 34 İK Profesyoneli ve Blogger ile 2020 yılında dört ayrı bölüm halinde yaptığım röportajlar bu e-kitapta sizlerle…

Projenin başlangıcından itibaren destek olan, röportaja katılan İK Profesyonelleri ve Bloggerlara ayrı ayrı gönülden teşekkürler…

İK Profesyonelleri ve Bloggerlarla yaptığım 34 röportaj e-kitapta sizlerle!

Hastane İnsanları


“Hastane İnsanları” tanımlamasını çok beğendim. İlk kez duyduğumu itiraf etmeliyim. Kamu Hastanelerinde yirmi altı ay kadar İdari Hizmetler Başkanı olarak görev yaptığım sürede, “Hastane İnsanlarını” daha iyi tanıma fırsatı buldum. Hastane sürecinde işin ağır yükünü çekenlerin başında Hekim ve Hemşireler görünse de aslında süreç içinde yer alan, her Hastane çalışanının farklı ve önemli bir rolü bulunmaktadır.

Aslında her pozisyon birbirini tamamlıyor. Birinin olmadığı yerde süreçte ciddi sorunlar yaşanabiliyor.

Hekimler ile yardımcı sağlık çalışanlarının rolü çok belirgin ve bilinen bir gerçektir. Bununla beraber diğer çalışanların (İdari ve Destek Personeli, Mühendis ve Teknisyenler vs.) tamamının rolü çok önemlidir.

Acilde gece nöbette, olan bir güvenlik çalışanı, hasta karşılayan çalışanlar, temizlik personeli gibi geri planda çalışanların rolleri de hiç azımsanmayacak kadar önemlidir.

Yani “Hastane İnsanları” kavramının, tüm Hastane çalışanlarını içine alan güzel bir tanımlama olmuş.

Bundan sonra bende, “Hastane İnsanları” tanımını kullanacağım.

Tüm, “Hastane İnsanlarına” selam olsun…

Linkedin kullanıcı sınıfları


Yıllarca Linkedin kullanan biri olarak, profilleri kısaca  sınıflandırmak istedim.
1. Grup: Patronlar, Ceolar, Genel Müdürler, Üst düzey Danışmanlar ve Üst düzey  kamu yöneticileri …
Sadece paylaşırlar, kendi aralarında beğeni yaparlar. Diğer takipçilerini takip etmezler, beğeni yada yorum yapmaya tenezzül etmezler. İş arayan yada öğrencilerin mesajlarını okumazlar. Neden linkedinde oldukları merak konusudur.
2. Grup: Müdürler, Akademisyenler, Danışmanlar, Mühendisler, Uzmanlar, Orta kademe kamu yöneticileri …
Paylaşım ve yorum yaparlar.  Daha çok tanınmak, çevre kazanmak ve paylaşımlar ile hem beğeni kazanmak ve fayda sağlamak isterler.
İş arayanlar ve öğrencileri vakitleri olduğunda ve işlerine geldiğinde muhatap alırlar.
3. Grup: Kariyer yolculuğuna yeni başlamış, İş değişikliği hedefleyen, İş arayanlar ve Öğrenciler…
Paylaşım yapmazlar, paylaşım yapanları takip ederler, beğeni yaparlar ve bazen yorum yazarlar.
İş bulma, staj yapma ümidi ile 1. ve 2. gruba mesaj yazarlar. 1. Grup hiç geri dönüş yapmaz, 2. Grup içinde daha duygusal bakanlar yardım etmeye çalışırlar.
Bu grup pandemi döneminin en mağdurları olarak bir umut ışığı arama çabasına devam ederler.

Yoruma eleştiri veya eklenti yaparsanız memnun olurum.

İnsanları değiştirmeye takmak beyhude


Aklınızı, insanları değiştirmeye takmak beyhude…
ve sizin zamanınız çok kıymetli,
Öyleyse ne yapalım?
Sevin.
Hep sevin.
Dönün, dolaşın, yine sevin.
Eşinize, çocuklarınıza, ana-babanıza, akrabalarınıza, komşularınıza, yolda gördüklerinize, çiçeklere, böceklere, kuşlara, kedilere, köpeklere karşı içinizde bir sıcaklık olsun.
Ve saklamayın bunu, sıcaklığınızı hissetsinler.
Sevginin olduğu yerde menfaat olmaz, kötülük olmaz.
Sevginin getirdiği gücü küçümsemeyin.
Sevgi, mutluluğunuzun anahtarı…
***
İyilik yapın.
İyilik için karşınıza çıkan her fırsatı değerlendirin.
Ama ertesi sabah yaptığınızı unutun.
Karşılık bekleyerek ya da beklentili bir iyilik, zaten iyilik değildir ki…
Sizi mutsuz bile eder.
Çünkü karşınızdaki kişi beklentinizi yerine getirmezse hayal kırıklığı yaşayacaksınız.
Ne lüzumu var!
Mutlu ettiğiniz bir insanın teşekkürle bakan bir gülüşü, bir dokunuşu ya da bir duası yetmez mi?
Hangi karşılık bundan değerli?
Kalbiniz sevgi, saygı, iyilik dolu, düşünceleriniz berrak olsun…

28 Şubat


Bulunduğum kuşak itibari ile yakın tarihe şahitlik ediyorum.
1960 darbesinin izlerine, 1974 muhtırasına, 1980 darbesine, 28 Şubat ve 15 Temmuz darbe girişimlerine şahit oldum.

Tüm bu girişimleri kimi alkışlarken, kimi mağdur oldu.
Neden, sebep ve sonuçları bilmeden, hep bir tarafa meyilli olmaya alışkın bir millet olarak, kaybedenin aslında hepimiz olduğunu bilemedik.

Tarihin bugünü, 28 Şubatta rahmetli Erbakan hocaya yapılan baskı ve yaptırımlara baktığımızdan, yapılanlarının nedeni bilmeden alkış vuranlar ve mağdur olanların bugün gelinen durumu sorgulaması gerekiyor.

Unutmayalım ki; her bir darbe ve girişimi, belirli güçlerin bir sonraki adımı belirleyerek yaptıkları bir yıkım hareketidir.

▪️Ötekileştirme, ayrıştırma, zulüm ile Milleti, Devleti ile çatıştırma çabaları,

▪️Medeniyetimize, geleneklerimize aykırı dayatmalar ve
her 10 yılda bir millete ayar verme,

▪️Tüm bunlardan ders alıp birliğimizi sağlayarak büyük ve güçlü bir Türkiye oluşturmayı ana hedef yaparak, Millet olarak tek taraf olacağımız ilkenin, devlet ve bağımsızlık olduğunu bilmeden daha çok girişimi alkışlar, çok yanlışa ortak oluruz.

Bu vesile ile ölüm yıldönümünde Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a rahmet diliyorum.

Pandemi Sürecinde İnsan Kaynakları Yöneticileri


Pandemi süreci ile İnsan Kaynakları Yönetiminin işlevi daha önemli hale geldi. Daralan ekonomi ile birlikte işten çıkışların arttığı bir dönemde, var olan insan kaynağını korumak için insan kaynağının etkin ve verimli kullanılması, geliştirilmesi ve bu zor dönemde işten çıkarılmaya karşı korunmalarını sağlamak yönünde İnsan Kaynakları Yöneticileri daha fazla sorumluluk almalıdır.

Pandemi sürecinden etkilenen veya etkilenmeyen bir çok kuruluş işten çıkartmalara, hazır bir gerekçeyi kullanmaktadırlar. Daralan ekonomi, kötüleşen piyasanın sonucunda bir çok işletme faaliyetlerini azaltma, askıya alma ve tümden kapama kararı alırken, çalışanlarına zorunlu olarak işten çıkışlar verildi. Etkilenmeyen yada az etkilen bir çok kuruluş ise bu süreci gerekçe kullanarak işten çıkışlara kendilerince fırsat buldular. Pandemi sürecinin başlaması ile birlikte, bu sürecin nasıl olacağı, nasıl devam edeceği ve sonuçları bilinmemekteydi.

Bugün ise bu sürecin ortaya çıkardığı sonuçlar bilindiği gibi geleceğe yönelik tahminler ve bunlara bağlı planlar yapabilecek bir aşama gelinmiştir. Yaşanan bu pandemide tüm süreçlerde olduğu gibi insan kaynakları sürecini yönetenlerininde, süreçte zorlandıkları ve karar alma süreçlerinde belirsizlik yaşadıkları görüldü.


Yöneticilerin değişmesi, yöneticilerin güçten düşmesi, yöneticilerin aşırı acımasız ve yaptırım dolu uygulamalarının olduğu bir dönemde, İK yöneticileri daha soğukkanlı olmak zorundadırlar. Gerek kuruluş sahiplerinin gerekse yönetenlerin olumsuz karar alma davranışları karşısında İK yöneticilerinin rol alma kabiliyetlerinin daha güçlü olması gerekmektedir.


Bugünlerin bir gün biteceğini düşünerek, kuruluşların en önemli değeri olan çalışanlarına sahip çıkmalı ve geleceğe taşımalılardır.

Çalışanları Statülere Ayırmayın


Bir kaç yıl  önce “Yemekhane kirlenir diye içeri alınmayan …… işçileri eksi 10 derece soğukta yemek yediler”  haberi hep içimi sızlatır…
Kırşehir Belediye sürecinde, temizlik işçilerinin hangi koşullarda çalıştıklarını yakından gördüm. Onlar ile birlikte zaman geçirdim.
Onları o kadar iyi tanıyan ve anlayan biri olarak, bu haberde yer alan muameleyi asla kabullenemedim.
Statüsünü ve giysisini beğenmeyip işçisini yemekhaneye almayan şirket, statüsünü beğenmeyip personel yemek salonunu ayıran kamu kurumu, statüsünü aşağı görüp çalışanına yemek hizmetini farklı sunan kuruluşlar.. Başarıyı siz bu şekilde yakalayabilirmisiniz?
Tabi başarı diye bir hedefiniz yada derdiniz varsa..

SEN KENDİNİ YÖNETİCİ SAYARMISIN?


Yöneticilik, belirli yetkinlik ve deneyim gerektiren bir kariyer sürecidir. Sadece yetkinliğe yada sadece deneyime sahip olmak yöneticilik için yeterlimidir? Belirli yetkinliklere sahip olmak yönetici olmak için yeterli olmaz. Yetkinliğin yanı sıra mutlaka iş deneyimi, hatta yaşam deneyimi gerekir.

Çok iyi bir eğitim almış olabilirsiniz. Yöneticide olması gereken yetkinliklerin birçoğuna da sahip olabilirsiniz ancak deneyim sahibi değilseniz yönetici olmak için yeterli değilsinizdir. Belirli yetkinliklere sahip olmadan sadece ben şu kadar yıl iş deneyim var demenizde yeterli olmayacaktır. O halde yetkinlik artı deneyime sahip olmamız gerekiyor. Bunun yanı sıra liderlik vasfının olması da önemlidir.

Neden sen kendini yöneticimi sanıyorsun sorusunu soruyorum?

Aile şirketlerinde hala aileden gelenlerin yetkinliğine bakmadan yönetici olabilme alışkanlıkları devam etse de özel sektör rastgele yönetici getirmiyor. Şirketlerin her birinin kendine özgü olan yapıları ve ihtiyaçlarına göre ideal olan yönetici özelliğini ve türünü belirliyor. Şirketlerin ihtiyacı olan yöneticiler için yalnızca bireyleri değil, aynı zamanda son yıllarda yaşanan gelişmelerin ve ilerlemelerin zorunlu kıldığı vasıfları da sürekli gözden geçiriyor. Rekabetin gelecekteki durumuna bakıp, ona göre değişimi yönetecek yönetici profilini oluşturuyor. Buna karşın kamu günü kurtarıyor ve günün dengeleri hangi güçte ise ve o kişilere kim yakınsa yönetici profili ona göre belirleniyor.

Kamunun değişen yönetim modelleri ve henüz manası kavranılamayan insan kaynakları yönetimi ile herkes yönetici olmaya aday olabiliyor yada gösterilebiliyor. Öyle örnekler ile karşılaşıyoruz ki, şaşırmamak mümkün olmuyor.

Yeter ki seni yönetici yapacak çevreye ve desteğe sahip ol, biraz cesaretli ol, adamında olsun sen yöneticisin. Daha önce kariyer basamaklarına adım atman önemli değil.

Kamuda yöneticiliğe aday olan bir kişiye yöneticilik yapabilirmisin diye soruyor ve aşağıdaki cevapları alıyoruz.

Deneyimin varmı? Olmasada önemli değil!

Yeterli yetkinliğe sahipmisin? Ben falan üniversiteyi bitirdim, yetmez mi?.

Peki! Başarılı olurmusun? Olmazsam ne olur? Başarılı olana madalyamı takıyorlar? Yada başarısız olanı görevdenmi alıyorlar?

Öncelik belirleyebilimisin? Kendi önceliklerimi iyi bilirim. Baksanıza bu görevi hemen ben istedim.

Cesaretin var mı? Olmazmı? Deli cesareti var bende. Bu müdürlüğü, başkanlığı, hastaneyi, okulu, merkezi vs. yönetmek bana çocuk oyuncağı gelir.

Hedef belirleyebilir misin? Belirledim zaten ki, bu görevi istedim.

Ekibini hedeflere yönlendirebilir misin? Yönlendirmem! Yerime göz koyarlar sonra rakibim olurlar.

Gözleyip, değerlendirebilir misin? Mutlaka gözlemem lazım. Bana karşı olanları bilmem lazım ki, ayaklarını kaydırayım.

Motive edermisin? Motive etmeyi bırak, bana tabi olanlarla kanka bile olurum.

Kamuda bu cevapları veren bir kişiyi yönetici yapmayacak bir sistem bugüne kadar olmadı. Aslında yönetici belirlerken bu soruları soracak bir sistemin olmaması esas sorundur. Seçmeden işe aldığı, eğitmediği, performansını değerlendirmediği ve kariyerini yönetmediği çalışanlarından yönetici seçen bir yönetim anlayışından, lider özelliği de taşıyan, mükemmel bir yönetici belirlemesi beklenemez.

Ancak günümüz yönetim modellerinde hangi pozisyonda olursanız başarılı olabilmek, hedefleri tutturabilmek ve pozisyonunuzu koruyabilmek için iyi bir yönetici ve iyi bir lider olmanız gerekir.

İyi yönetici ve lider olmak için hangi özelliklere sahip olunmalıdır?

Kendinin yönetici ve lider olduğuna inanman için aşağıdaki özelliklerin ne kadarına sahipsin?

  1. İyi bir insan olmalı: Yönetici en başta iyi bir insan olmak zorundadır ve hiç bir zaman unutulmamalıdır. İyi bir insan günlük yaşantımızda herkesten birbirine göstermesi beklenilen saygı, sevgi, nezaket ve tevazu gibi erdemleri taşıması lazımdır. Kimseyi küçümsemez, herkese değer verir ama herkesi memnun etmeye çalışmaz. Tüm çalışanlara adil ve eşit davranır. Her durumda, herkese karşı eşit uzaklıkta olabilmeli, objektiflik ve tarafsızlığını koruyabilmelidir.
  2. Liderlik vasfına sahip olmalı: Yönetici aynı zamanda liderlik özelliği taşımalıdır. Çalışanları ortak hedeflere yönelten, hedefleri benimseten, çalışanlar arasında birlikteliği sağlayan ve takım oluşturan özelliklere sahip olması gerekir. Çalışanlarının bilgi birikimlerini ve tüm potansiyellerini bireysel düzeyde, ekip düzeyinde ve kuruluşun bütününde yönetir, geliştirir ve özgürce kullanmalarını sağlar.
  3. Stratejiyi planlamalı ve yönetebilmeli: Kuruluşun misyon, vizyon ve değerlerini oluştururlar, örnek olur. Vizyonu ve misyonu geliştirirler ve onların gerçekleştirilmesini kolaylaştırırlar. Stratejiyi planlar, uygular ve gözden geçirir. Olası durumlara göre stratejiyi yeniler, iyileştirme faaliyetlerini destekler. Kurumun, kendisinin dışında ekibine vizyon verir, hedef gösterir ve yönlendirir. Bu konuda takımının kendisini takip etmesini sağlar. Kalıcı başarı için gerekli olan kurumsal değerleri ve sistemleri geliştirirler ve bunları faaliyetleri ve davranışları ile yaşama geçirirler.
  4. Değişimi yönetmeli: Liderdir ve değişimi yönetir. Mevcut sistemi ve durumu korumanın çabasını vermez. Değişimden korkmaz, değişim ihtiyacını belirler ve değişime öncülük eder. Kendisi ile birlikte takımın diğer üyelerini, günün değişen ve gelişen yeniliklerine karşı hazırlar. Yeni yönetim modellerini takip eder, kendini geliştirir ve değiştirir. Yeniliklerin uygulanmasında kararlı olur. İnsanların hata yapmalarına fırsat tanır, onların öğrenme sürecini destekler, hataların tekrarlanmaması için geri besleme, bilgi paylaşım ortamları sağlama gibi süreçleri oluşturur. Takımın yenilikçi ve yaratıcı yaklaşımlarına liderlik yapar ve geliştirir. Değişim dönemlerinde, amacın tutarlılığını sağlar. Gerektiğinde, kuruluşun yönünü değiştirebilir ve izlenmesi için diğerlerini cesaretlendirir.
  5. Eğitici olmalı: Çalışanları geliştirmenin ve takım oluşturmanın en etkili yöntemlerinden birisi de sürekli olarak bilgi paylaşımı sağlamak ve örnek olmaktır. Bilgi paylaşmanın aynı zamanda eğitmek olduğunu bilir. Öğretmenin ve öğrenmenin, gelişmenin temeli olduğunu benimser ve benimsetir. Eğitim ihtiyaçlarını belirletir, planlatır ve uygulatır. Çalışanlarının sürekli öğrenme faaliyetleri içerisinde olmasını sağlar. Beceri ve bilgi birikimlerini kuruluşun çıkarları doğrultusunda kullanmaları için çalışanlarına önem verir. Onları tanıyarak ve başarılarını takdir ederek, motive eder ve sürekli katılımlarını sağlar.
  6. Koç olmalı: Bir yöneticinin başarısında, çalışanlarının takım olmasının ve birlikte hareket etmesinin önemli olduğunu bilir. Takım içerisinde ortaya çıkacak çatışma durumlarından kaçınmadan sorunları çözebilme ve çeşitli çıkarlar arasında adil ve dengeli kararlar alabilme yetkinliği sahiptir.
  7. İnisiyatif kullandırmalı: Çalışanların yenilikçi ve yaratı yaklaşımlarını cesaretlendirir. Yetkilendirir ve inisiyatif kullanmalarına fırsat verir. Çalışanlarını yetkinliklere uygun pozisyonlarda değerlendirir ve herkesin başarılı olduğu alanda sorumluluk almasını sağlar. Onların faaliyetlere katılımını sağlar ve onları yetkelendirirler.
  8. Ekibinin Performansını, kariyer planlamasını yönetmeli ve başarıyı takdir etmeli:Yönetici başarıyı sadece kendinin eseri değil, aynı zamanda çalışanlarının eseri olduğunu bilir. Başarının sürekliliğini sağlamanın ekibi doğru motive etmekten, motivasyonu sağlamada ise başarıyı ve başarılı olanları tanıyıp, takdir etmekten geçtiğini iyi bilir. İyi bir yönetici sonucunu ölçmediği süreci yönetmez, Çalışanlarının ve takımın performansını ölçer. Çalışanlarının ve takımın performansını artırmaya çalışırken, bir yandan da takım üyelerinin kariyerlerinde gelişmelerine destek verir. Çalışanlarını gelişimlerine ve gereksinimlere göre başka pozisyonlara hazırlanmalarına yardımcı olur.

Yönetici pozisyonunda olanların iyi bir yönetici ve lider olmak için, olmazsa olmaz sekiz özelliğe göre kendini değerlendirip ve ben iyi bir yöneticiyim yada ben liderim diyebilirmi?

Bunu yapmaya kaç yöneticinin cesareti olabilir?

Cesareti olmayana o zaman ben sorayım; SEN KENDİNİ YÖNETİCİ SANIYORMUSUN?

Ekrem Öztürk

Farkındamıyız..?


Farkında mısınız her yerde “ahh bu gençlerin iş beğenmemezliği”;
“yeni yetmeler çok sivriliyor”,
“bu gençlik çok kötü”,
“Z kuşağı şöyle böyle” diye bir sürü cümleler geçiyor.
Bir Allah’ın kulu da çıkıp demiyor ki; bu gençlere bu belirsizlik ortamını biz büyükler sağladık,
biz bir şeyler yapalım,
biz gençlere fırsat verelim,
elimizi taşın altına koyalım,
onları eğitelim,
onların elinden tutalım.
Varsa yoksa gençler…!
Gençlere çok fazla yükleniliyor bence. Herkes deneyim ararsa bu gençlerin umudu tabi ki kırılır, umudu kırılan insanlar gayesiz/amaçsız/umursamaz oluyor.
Gençleri umutsuz bıraktığımız için bu kadar boş işlerle uğraşıyorlar.
Şimdi herkes şapkasını önüne alıp da düşünsün…!

NOT: Yeni mezun bir genç arkadaşımızdan gelen ve çok haklı bulduğum bu değerli mesajı paylaşmak istedim.

Open To Work


LinkedIn’in yeni Open To Work özelliği sayesinde kullanıcılar, profillerini eksiksiz olarak doldurduktan sonra iş fırsatlarına açık olduklarını, profil fotoğraflarına ekledikleri yeşil bir çerçeve ile bağlantılarına duyuruyor.
Bağlantılarımda bu uygulamayı çok sık görmeye başlayınca bu hususa değinmek istedim.
Çalışmaya açık, yada iş arıyorum ifadesini profil resmini ekleyen insanların hızlı artışı karşısında neler hissetiğimizi sorgulamak isterim.
Kendi resmime bu ifadeyi koyarak, farkındalık sağlamayı amaçlıyorum.
İçinde bulunduğumuz bu zor günlerde, işsiz bir insana, katkı sağlamayı bir insani sorumluluk olarak görmeyi umuyorum.

İş Begenmemi..?


Yeni mezunların iş beğenmeme ile ilgili bir yoruma, iyi bir Üniversitenin Bilgisayar Mühendisliği mezunu bir işsiz gencimiz cevap veriyor…
“Evet iş beğenmiyoruz. Çünkü bizlere vasıfsız muamelesi yapılıyor ve işten ayrılmak zorunda kalıyoruz.
Bizde deneyimli insanların yanında çalışıp deneyim kazanmak istiyoruz ama bu mümkün olmuyor…”
Linkedinde, deneyim istemeyen kaç  iş ilanı gördünüz..?

2021 Yılına Girerken…


2020 yılını pandemi sürecini yaşayarak, evlerde tamamlıyoruz. Bu dönemde yaşayan çoğu insanın görmediği ve yaşamadığı bir sıkıntılı dönemi kapatıyoruz. Bu geçen sıkıntılı dönem bizleri bir çok yeni alışkanlıklara zorunlu kıldı. Özellikle; uzaktan eğitim ve evden çalışma gibi yeni bir yaşam tarzına alışmak zorunda kaldık. Maske ile yaşam ise bizim toplumun hiç alışık olmadığı ayrı bir zorunluluk oldu.

2021 yılının; maskesiz dolaştığımız, yerinde çalıştığımız ve ürettiğimiz, okuyup öğrendiğimiz, sevdiğimiz, sevildiğimiz, dostlarımızın yanımızda olduğu, mutlu ve huzurlu sağlıklı ve umutlu, insanlık için hayırlı bir yıl olmasını diliyorum.

2021 yılı akıl, sağduyu ve özgüven gösterilirse büyük başarılara imza atılabilecek bir dönemin başladığı yıl olmalı diye düşünüp buna göre kararlar almalıyız. Dünyada ve çevremizde yaşanan toplumsal olaylardan etkilenmeden bireysel iyiliğimizi, gelişimimizi, huzurumuzu, mutluluğumuzu ve sağlığımızı etkileyecek olaylara ve gelişmelere bakmalıyız.
2021 yılını sorgulama yapmak, kendini aramak, keşfetme yolunda çabalamak, kendini bilme ve şeffaflaşma yılı olacak şekilde değerlendirmenin çabasını vermeliyiz. Kendisiyle yüzleşme cesareti bulacağımız ve her insanın kendi içindeki bilgeyi yaşama aktaracağı bir yıla da adım atmalıyız.
Dikkatli ve farkındalık dolu bir gözle kendimize, ailemize ve yakın çevremize bakıp değişimi hissetmek ve algılamanın çabasını vermeliyiz.
Yıllardır çekmecelerde saklı kalmış dertleri, sıkıntıları, hatta hastalıkları kendi kendimize yenmenin planlarını yapmalıyız. Yeni yıl ile birlikte kendimizi gözden geçirmemiz ve zayıf olan yönlerimiz ilgili kendimizi yeniden yapılandırmalıyız. Yani kendimizin stratejik planını oluşturmalı ve dönem dönem gözden geçirmeliyiz.
2021 yılının bir önceki yıla ve yıllara göre farklı kılmak için derleme önerilerim olacaktır. Bunları değerlendirmeniz sizin için faydalı olabilir.

1- Pandemi süreci devam ettiği için sağlıklı kalmayı ve yaşamayı birinci öncelik olarak ele alınız.

2- Pandemi bitimi ile birlikte uzaktan eğitim ve uzaktan çalışmada edindiğimiz alışkanlıkları, tekrar eski alışkanlıklara dönüştürmeye hazırlıklı olun.

3- Yaşamınızı başkalarınınkiyle karşılaştırmayın.
4- Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın ki sizin aracılığınızla gerçekleşme şansları olmasın.


5- Enerjinizi olumlu şekilde harcamaya özen gösterin.
6- Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
7- Her şeyi çok da ciddiye almayın; sıkıcı olmayı, mizaha yer vermeyi unutmayın.

8- Enerjilerinizi boşa harcamayın.
9- Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanması olduğunu bilin.
10- Geçmişin acılı anılardan kurtulun, acıyı yaşama sevinci haline getirmeyin, yaşayın ve bitsin.

11- Yaşam birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır, kimseden nefret etmemeye çalışın.
12- Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiyi bozmasın.
13- Sizden başka hiç kimse sizin mutluluğunuzdan sorumlu olmadığını bilin.

14- Yaşamın bir okul ve eğitim yeri olduğunu ve öğrenmek/pratik yapmak için burada olduğunuzu unutmayın.
15- Daha fazla gülümseyin ve gülün.
16- Her tartışmayı kazanmak zorunda olmadığınızı kendinize sık sık hatırlatın.

17- Ailenizi sık sık arayın, birlikte olmanın yollarını bulun.
18- Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri ile ilgilenmeyin önemli olan sizin siz hakkınızdaki düşüncelerinizdir.
19- Kendinizden memnun olmanın bir yolunu mutlaka bulun.

20- Arkadaşlığı ihmal etmeyin, onlarla teması ne olursa olsun kesmeyin.
21- Her zaman doğru olduğuna inandığınız şeyi yapın.
22- Her iyi veya kötü durumun değişime tabi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
23- Karamsar olmayın, karamsar insanlarla fazla zaman geçirmeyin. Karamsarlık bulaşıcıdır.

24- İnandığınız bir öğreti mutlaka olsun.
25- Maneviyat umut verir, umudunuzu en kötü şartlarda bile yitirmemeye çalışın.

Başkalarının gölgesinde yaşamak


Yaşamın bir çok alanında karşılaşılan bir durumdur, “başkalarının gölgesinde yaşamak…”
Kendi kimliğini oluşturmayan ve kişiliğini hiçe sayana zayıf karakterli insanlara özgü bir davranış şeklidir.
Kolaya kaçma, sorumluluk almama ve başkasının üzerine yıkmaya yönelik bir eylemdir.
Ben bilmem babam bilir, yöneticim bilir, yada en iyisi şu bilir, bu bilir gibi ifadeler ile başkasının gölgesine sığınmaktır.
Yada; kendine has istekleri, arzuları, düşünceleri, kararları ve dahi hayatları olmayan, hep başkalarının arzu, keyif, karar ve düşünceleri doğrultusunda yaşamaktır.
Emret patron, emret müdürüm, emret vekilim, emret abi, emret baba gibi sadece bir başkalarının yönlendirmesi ile hareket etme eylemidir.
Çevresindeki tüm olumsuzlukları görmezden gelip, gölgesine sığındığı kişi, unvan veya kuruma havale etmek ile duygu ve düşüncelerini başkalarının kontrolüne vermektir.
Oysa; başkalarının gölgesinde yaşayan insanların, kendine ait bir gölgesinin olmadığı iyi bilinen bir gerçektir.

Eğitimin yanı sıra, karakterin ve inancın desteklediği bir insan profili kendi gölgesini oluşturur.
……

#ekremozturk

Ozan Muharrem Ertaş’ın bu konudaki türküsünü eklemek isterim.
Dinek Dağı Yeni Geldim Gurbetten
Başım Eksik Olmaz Kadadan Dertten
Adama Kemlik Mi Gelir Merdoğlu Mertten
Kötülerin Dalı Gölgesi Olmaz Olmaz

Yiğit Olan Ata Biner Atlanır
Yiğit Olan Her Cefaya Katlanır
Yiğit Gölgesinde Yiğit Saklanır
Kötülerin Dalı Gölgesi Olmaz Olmaz

Meydanda Deşinir Yiğidin Atı
Her Nere Gitse De Söylenir Methi
Altına Batırsan Ey’olmaz Kötü
Aslı Kara Demir Mücevher Olmaz

Diplomalı Cahillik


Ne zaman söylendiğini bilmediğim bu değerlendirmeyi, bugün daha iyi görebiliyoruz.
Insan Kaynakları meslekdaşlarımız bu tespiti belkide en iyi yapanlar olarak, özellikle yeni mezun başvuruları ve mülakatlarda, diplomaların ne kadar boş geldiğini üzülerek görüyorlar.
Hızla yeni açılan üniversiterin akademik kadro ihtiyaçları, diğer kurumlarda olduğu gibi liyakattan uzak ve referans ağırlıklı kişilerden karşılaşınca, orta öğretimden eksik eğitimle gelen yüksek öğretim öğrencileri diplomalı cahiller olarak mezun olmak zorunda kalıyorlar.
Diplomalı cahil mezunlar kavramını bugün çoğunluk kabul ediyor ve endişeye kapılıyor.
Son yapılan kamu personeli seçme sınavında, özellikle öğretmen adaylarının başarısız sonuçları, diploma içini dolduracak öğretmenlerinde eğitimsiz olduklarını gösteriyor.
Okul ve öğretmen olumsuzluğunun yanına, sorumsuz bir kuşağın insanını eklersek, diplomaların içinin daha çok boş olacağı acı bir gerçektir.

İnsan Kaynakları Uzmanları daha itinalı olmalı…


Twitterda rast geldiğim bu paylaşım dikkatimi çekti ve paylaşım konusu ile yapılan yorumları okudum.
Bir İK uzmanı olarak kendini tanıtan kişinin, bir anısı üzerine yapılan bu dikkat çekici paylaşım insan kaynakları alanına yönelik sert eleştiriler yapılmasına sebep olmuş. Tabi bu eleştirilerden Linkedinde payını almış.
Bir kişinin yaptığı yanlış, bir kitleyi yada uzmanlık alanını kapsamaz. Kişiye özgü hatadır. Ancak her önüne gelen kendine rast gele bir unvan yazarak, kendini bir alana dahil edemez.
Kendini bir alanda uzman olarak tanıtıyorsan;
O alanın eğitimini alacaksın,
O alanda çalışma deneyimin olacak,
O alanda usta öğretici olacak deneyim ve bilgiye sahip olacaksın,
Ve en önemlisi insanlar seni o unvana layık görecek.
Yoksa insanlar sizin yüzünüzden, diğer insanları rencide edecek yorumlar yapabilir.
Insan Kaynakları alanında kendine unvan layık gören, paylaşım yapan insanlar bir daha kendilerini gözden geçirsin.
Hürmetlerimle…..

Yeterki işim olsun…!


Çizim görselini çok beğenmesem de, vermek istediği mesajı önemseyerek eklenti yapmak istedim.
Işsizlik oranı resmi kurumlar ile sendikalar arasında çok farklılık gösterse de,  özellikle  yeni mezunlarda işsizlik oranının  oldukça yüksek olduğu bir gerçek.
Aldığımız eğitime yönelik bir işe yerleşme olasılığı iyice azaldı.
Yeterki bir işe yerleşeyimde, ne iş olursa olsun denilen bir dönemde, mühendislere teknisyen işi ve ücreti önerilmesi gelinen acı durumu daha iyi tarif ediyor.
Işsizliğin bu kadar artması ile bunu kendilerince fırsata çeviren işgören ve yöneticiler, “işinize gelirse iş bu, ücret bu” anlayışı, alınan eğitimi ve uzmanlık alanlarını yerle bir ediyor.
Hiç işsiz kalmayan ve iş aramak zorunda olmayanlar bu durumu anlayamazlar.
Işveren ve onların adına işe alanlar, iş arayan insanların bu durumlarından faydalanmak yerine, anlamaya ve yardımcı olmaya çalışmalarının bir insanı yaklaşım olduğunu unutmamalılar.

#insankaynakları #ekremozturk

Ne güzel bir kuşak


Bu kuşağa mensup olmaktan gerçekten gurur duyuyorum.
Bu videoda anlatılan bu kuşağın özelliklerinin tamamına katıldığımı belirtmek istiyorum.
Öylesine şanslı bir kuşak mensubuyuzki gaz lambasında ders çalışırken bugün LED lambayı gördük. Eşeğe binerken bugün Jet uçaklarına biniyoruz. Ankesörlü telefonu hayal ederken, bugün akıllı telefonlar kullanıyoruz. Çocukluğumuz da bugünün ve bundan sonraki dünyanın nasıl olacağına dair hayallerimiz çok fazla iken, bugünün neslinin Dünya’nın geleceğine dair çok fazla hayal kuracağı alanlar kalmadı.
Dört mevsimi, mevsimlere layık yaşarken yeni kuşak mevsimleri ayırt edemeyecek hale geldi.
Dünyanın temiz zamanında, İnsanların en saf, en temiz dönemini yaşayan bir kuşak olarak, bu kadar karışık kirlenmiş, gerek çevre gerek İnsanın olduğu kuşağı düşünmek dahi istemiyorum. Velhasıl bu konuda o kadar uzun yazılır ve anlatılır ki, aslında video  bunu çok güzel özetlemiş. Her ne kadar eskinin adamı, eski kafalı, eski kuşak deselerde emin olun gerçekten en şanslı kuşak bizim kuşağımız oldu.
Bana göre çağın değiştiği dönemi gören kuşağız ve  bundan güzel ne olabilir…

KPSS ..?


Dün yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavına (KPSS) Lisan mezunlarından en az 1 Milyon 400 bin adayın girdiği tahmin ediliyor. Her geçen yıl artan sayıda lisans mezunlarının başvurduğu bu sınav, işsiz ve özel sektörden umudu olmayan yada özel sektörde çalışırken iş güvencesi olmayan gençler için bir umut kapısı olmaktan çok öteye de geçmiyor.

Her ile açılan üniversiteler ile birlikte vakıfların bina üniversitelerinden mezun sayısının hızla artması, lisans mezunu işsiz sayısında önemli bir artışa sebep oldu.

Bir umut diye KPSS ye giren gençlerin bir kamu kuruluşuna atanma şansları, umutları kadar çok değil.

Buna başlıca sebep;

  • Mezun sayısının çok olması,
  • KPSS sonuçlarına göre personel alan kamu kurumu sayısının ve kontenjanlarının azalması,
  • KPPS puanı ile alım yapan kurumların, mülakat sınavı yapması

Sonuç olarak adaletli bir işe yerleşme seçimi olan KPSS bugün daha çok işsiz gençlerin hayal kurmalarına aracılık yapan bir sistem haline geldi.

KPSS  şartı aranmaksızın her hangi bir seçmeye tabi olmayan;

  • İstisna kadrolar,
  • Mülakat ile alım yapılan kadrolar,
  • Üniversitelerde öğretim elemanı kadroları gibi birçok farklı usulde yapılan kamu personeli alımları KPSS’yi gereksiz hale getirdi.

 Ulusal insan kaynakları planlaması olmadan belirlenen kadrolara uymayan üniversite bölüm planlaması sonucunda her yıl binlerce issiz gencin kariyer planı olan KPSS nin geldiği yerin içler acısı halini kısaca yazmak istedim.

Bu resim için alternatif metin açıklaması yok

Iyi okunması gereken bir resim


Pandemi sürecinde Sağlık Çalışanlarının çabalarına karşılık,

Kayıtsız,
Vurdumduymaz,
İhmalkâr,
Sorumsuz,
Bilinçsiz,
Virüse inanmıyorum,
Salgın yok,
Bana bir şey olmaz,
Maske gereksiz,
Sosyal mesafe anlamsız,
Pozitif çıktı diye evde mi kalacağım vs. vs. diyen beyinsiz insanlar…
Sağlık yönetimi eğitimi alan,
Sağlık yöneticiliği yapan,
Eşi sağlık çalışanı olan,
Çok sayıda sağlık çalışanı ile dostluğu olan bir bilinçli birey olarak;

  • Virüse inanmıyorum deyip atıp-tutan,
  • Maske takmayanlar-takanları hafife alan,
  • Sosyal mesafe kurallarına uymayan,
  • Test sonucu pozitif çıkmasına rağmen, karantina kurallarına uymayan,
    Velhasıl pandemiyi hiçe sayarak;
    Yayılmasına öyle veya böyle katkı sağlayan,
    Önlem alınmasına öyle veya böyle engel olan herkesi;
    Aklını ve vicdanını gözden geçirmesini,
    İnsan olduğunu,
    İnsanların içinde yaşadığı,
    Ve insan olan yakınları bulunduğunu hatırlayarak Pandemi gerçeğini kabul etmeye ve kurallara uymaya davet ediyorum.

Filyasyon ekiplerinin bu sıcak havalarda mahalle-mahalle, bina-bina gezmeleri, sağlık tesislerinde sağlık çalışanlarının üstün çabaları ile verdikleri hizmetlerine karşılık, Pandemi sonucunda can kayıplarının artmasın üzülüyorum ve haklarının verilmesini, sağlık çalışanlarının gerekli saygıyı görmesini istiyorum.

ekremozturk #pandemi #covit #saglıkbakanligi

Kamu Çalışanlarının Performans Değerlendirmesi


Şeref Oğuz hocam güzel bir konuya değinmiş…

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı

Ancak;

Bu konu, bu yönetim anlayışı ile asla düzelmeyecek bir süreçtir.

Öyle ki;

Kamu yönetiminde performans değerlendirme çalışandan ziyade, yöneticilerin koşulsuz karşı çıktığı bir durumdur.

Kamu iç kontrol sistemi ve kamunun uyguladığı kalite yönetimin sistemlerinin istediği “performans değerlendirme sistemi” gündeme gelince,

– 657 Sayılı kanunda performans değerlendirme yok,

– 657 sayılı yasanın 13.02.2011 tarih ve 6111 sayılı Yasa ile değiştirilmesinden sonra sicil notları bile kaldırıldı tepkileri ile karşılaşırsınız.

Kamu çalışanlarının performanslarının değerlendirmesine üzerine çalışmalar yapan ve bu konuda yazan biri olarak, kamu yönetiminde çalışan performanslarının değerlendirmesine yönelik sistemlerin kurulmasında bir sorun yok. Asıl sorun bu sistemlerin uygulanmasındadır.

– Yönetici ve çalışan tercihlerinin (Mülakatsız KPSS hariç) siyasi veya diğer taraf tutan yaklaşımlar ile belirlenmesi ve bu tercih yaklaşımın çalışma süresinde devam etmesi,

– Yöneticilerin başarılı/başarısız durumunda kaygılarının olmaması,

– Kamuda çalışan sayısının çok fazla olması, performans sorununu ortan kaldırması (Pandemi sürecinde tüm kurumlarda çalışan sayısının çok fazla olduğu ve esnek çalışma yapılması gerekliliği),

– Her şartta ücret garantisinin olması gibi etkenler sistemin çalışmasını istemiyor.

Kamu çalışanlarının performans değerlendirme sistemi üzerine, Kamu Hastaneleri Kurumunun yöneticilerinin “verimlilik karne değerlendirmesi” örnek bir sistem olarak gösterilebilecek iken, değerlendirmelerin yapılmasına rağmen sonuçların uygulanmaması sistemi çökertti.

Eğer sistem sonuçları uygulanmış olsaydı, bir çok başhekim ve yardımcısı, hastane müdürleri ve yardımcılarının sözleşmeleri uzatılmayacaktı.

Ancak yöneticilerin atanmasında bir seçim yapılmadığı ve tercihe göre atandığı için değerlendirme sonucunda başarısız olanı almak, atanmasında tercih edilen referansı kızdırabilirdi ve sistem çalışmadı.

Bununla beraber o dönem kamu hastaneleri sözleşmeli yöneticilerin performans değerlendirme sistemini, kurumun talebi üzerine hazırladım ve kuruma sundum. Sanırım bakılmadı bile…

Velhasıl istisnalar hariç kamunun tün alanlarında performans değerlendirmeden önce;

– İnsan kaynakları planlamasının yapılması,

– Fazla ve gereksiz pozisyon ve unvanların kaldırılması,

– Yöneticilerin başarıya odaklandırılması,

– İş alım ve atamaların, mutlaka liyakat sisteme göre yapılması,

– Planlama dışında çok sayıda çalışan istihdam edilmemesi,

– Esnek çalışma sistemi oluşturulması ve ücret yönetiminin buna göre oluşturulması gerekmektedir.

İnsan kaynakları planlaması ve işe alımların liyakate göre seçilme ile yapılması, yönetici atamalarının kurumsal seçme sistemine dayalı olması (siyasi, akraba, hemşehri seçimleri değil) gibi süreçleri tam uygulamadıktan sonra,

KAMUDA PERFORMANS DEĞERLENDİRME yapılamaz….

#ekremozturk

Linkedin Yardımlaşması


Linkedinde insanlar neden;
Birilerini takip eder,
Bağlantı kurar,
Bağlantı isteklerini kabul eder,
Gruplara katılır…?
Temel amaç;
Paylaşmak,
Paylaşımlardan faydalanmak,
Yorum veya beğeni ile destek vermek…
Bunun yanısıra;
Çalışan arayışı,
İş arayışı,
Staj yeri arayışı…
Linkedinde kimler var…?
Patronlar,
Ceolar,
Direktörler,
Genel Müdürler,
Profesyoneller,
Profesörler,
Unvanlılar,
Unvansızlar,
Işi olanlar,
İşsiz olanlar,
Öğrenciler….
Kim, kimi muhatap alır, kimler, kime yardımcı olur…?
Çok bağlantısı olan biri olarak;
İş arayan,
Staj yeri arayan,
Darda kalan,
Bir fırsat verin diyen insanların isteklerini paylaşıyoruz,
Kişilere özelden yazıyoruz,
Gerekirse arıyoruz…
SONUÇ:
Kimsenin arayışı (istisnalar hariç) bir başkası için önemli olmuyor.
Bakarız,
Bu ara işe alım yapmıyoruz,
Stajer alamıyoruz,
Gelecek dönem belki,
Bütçemiz yeterli değil,
Üst yönetim kabul etmiyor,
CV göndersinler bakalım,
Biz size döneceğiz…
SEVSiNLER BiZi…
SÜSLÜ ÜNVANLARI, GÜZEL YALANLARI…

NOT: iyi bir üniversite ve iyi bir bölümde eğitim alan bir öğrencinin staj başvurusu paylaşımına bir olumlu cevap gelmemesi üzerine bu paylaşım yapılmıştır.

Bugün Benim Doğum Günümdü


Doğum günüm vesilesi ile çeşitli iletişim araçlarından arayarak ve yazarak, kutlama yapan tüm dostlarıma geri dönüş yapamıyorum. Şahsımı önemli görerek, bu günü anlamlı kılıp, kutlama yapan tüm dostlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Tüm güzellikler sizinle olsun….

Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının 23 sabahında, bugün benim doğum günüm diye başladığım bir günü, “bugün benim doğum günümdü” diyerek tamamlıyorum. Bir gün daha geçiyor ve bir günler bir ay, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp bir ömrü tamamlıyoruz.
Bu özel günde doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce, bu teşekkür yazısını yazmadan geçemiyorum. Kutlama yapan tüm arkadaşlarıma, ‘’hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap vermeye çalıştım.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onunda haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek bir dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten samimi ve içten duygular ile sevmek dedim. Çoğu zaman dinlediğimin şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda çocukluğumda sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve ‘’Annem’’ diyesim geldi…! Desemde nafile olacağını düşündüm. Ilk kez annemin olmadığı bir yaş günü kutlamanın üzüntüsünü yaşarken, o melek yüzlü kadına dualarım ile rahmet diliyorum. “Ah Annem” seni çok özlüyorum diye, yüreğimden gözyaşı döküyorum.
Geçen yılları düşünürken sevdiklerim, sevenlerim, sevip diyemedikler, kıymet bildiremediklerimin hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam bir kez daha yüreğimi sızlatıyor.
Volkan Konak, ‘’Ben onu sevdim, ya o beni’’ diye söylerken, Tahir ile Zührenin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil’’ sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken, her yıl yazmayı gelenek hâline getirdiğim, teşekkür yazısı ile birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim. Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu. Olumsuzluklar karşısında pes etmedim. Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim. En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek, kendimi en emin olana havale etmenin güven ve huzurunu yaşadım.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun… ” sözüne uygun olarak düzgün insanlar ile muhatap olmaya çalıştım.
Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım ve adam satana meyil etmedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de, “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
‘’Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!’’ İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz. Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan aileme, dostlarıma ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum.
Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Mevlananın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp atacaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllarada taşımayacağım.

Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin…? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir…!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde, varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.

#ekremozturk

Önceliğimiz Salgın Olmalı


Salgın hızla tüm dünyayı olumsuz etkilemeye devam ediyor.
Ve bu durum öncelikle insan  sağlığı olmak üzere, barınma ve beslenme başta olmak üzere bir çok olumsuz etkilerini yaşayacağız.
Insanlığın tüm enerjilerini salgından korunma, salgını durdurma ve tedavisine harcaması gerekir diye düşünüyorum.
Temel gıda başta olmak üzere diğer temel ihtiyaçların üretimi durmadan devam edecek şartların sağlanmasına yönelik çalışmalar devam ederken;
Insanlar salgından kendilerini, ailelerini ve sevdiklerini  korumayı en öncelikleri olarak çaba gösterirken;
Bu ortamda çok faydalı olacağı düşünülmeyen;
Uzaktan eğitim,
Sınavlar,
Spor müsabakaları,
Kongre, seminer vs.
Düğün,
Tatil vs. ertelenmesi yada bir dönem, bir sene kaybedeceğimiz tüm uğraşlara kafa yormayalım, enerjimizi ve paramızı harcamayalım.
Bunlardan dolayı sokağa çıkmayalım, bir araya gelmeyelim.
Tüm aklımızı, enerjimizi ve paramızı bu salgından korunma, salgını durdurma ve tedavisine harcayalım.

Not; Bir birey olarak düşüncelerimin özetidir.

#ekremozturk #coronavirus 

Salgının Öğrettikleri – 1


Küresel yaşanan Corona Virüs salgını, tüm dünya halklarını etkilemeye devam ediyor. Dünya varoluşundan günümüze kadar bir çok savaş, salgın, kıtlık vs. toplumsal etkileri olan olaylar yaşadı. Dünyanın son yıllarında çok uluslu savaşlar olmasa bile, ikili savaşlara tanıklık etti. Afganistan, Irak, Süriyede yaşanan savaşlar, Bosnada yapılan soykıyımlar gibi bölgesel savaşlar yaşandı.

Son yıllarda küresel ekonomik krizlerde yaşandı. Dünyada Asya Ekonomik krizi, Rusya Ekonomik krizi, Arjantin Ekonomik krizi, Ülkemizde ise 1994 ve 2001 krizleri yaşandı.

Bu dünya son yıllarda 2009 grip pandemisi, 2010 Haiti kolera, 2013 Batı Afrika Ebola virüs salgını, 2015 Hindistan domuz gribi çıkışı ve 2019-20 koronavirüs pandemisi gibi çok can kayıplı virüs salgınları ile karşılaştı.

Yaşadığımız dünya son yıllarda, bugün yaşadığımız koronavirüs pandemisi gibi küresel bazda yayılımı olan savaş.salgın yada kriz yaşamadı. Özellikle 1980 sonrası doğan dünya nesli (istisna ülkeler hariç), gelişen teknoloji ve artan refah ve konfor içerisinde yaşamlarını sürdürdüler.

Eşit olmayan gelir dağılımı, kaynakların güçlü ülkeler tarafından kullanılması, bölgesel savaşlar ve küresel iklim bozulması gibi sebeplerden dolayı tüm yaşamı olumsuzluklar içerisinde geçen bölgesel uluslar olduğunuda unutmamak lazım.

Bugün yaşadığımız koronavirüs salgınının tüm dünya coğrafyasını etkilediğini görüyoruz. Dünyanın her ülkesinde, istisnasız can kayıplarının olduğunu bilmekteyiz. Salgından korunmaya yönelik tedbirler, yapılan sağlık harcamaları, gıda stokları, üretim yavaşlaması/durması, küresel ticaretin azalması gibi sonuçların ekonomiye olumsuz etkileri gittikçe artmaya başladı.

Kriz öncesi gerek ülkemizde gerekse dünya genelinde yaşanan ekonomik olumsuzluklar, salgın krizi ile birlikte bir çok şirketin iflasına, üretimini durdurmasına ve işten çıkarmalara neden olmaya başladı. Bugün dünya genelinde iflas ve işten çıkarma haberleri daha çok duyuluyor.

Dünyada yaşanan tüm pandemi salgınları bir gün bitiyor. Ancak salgın sonrası hiç bir şey eskisi gibi olmuyor. Bu durum daha önce bölgesel yafa ulusal olurken, koronavirüs salgını ile birlikte küresel bir hal aldı.

Dünyadaki tüm borsaların %20’den fazla düşüş kaydettiği bir zamanda, koronavirus salgınının dünyadaki tüm şirketlere vereceği toplam zararın 12 Trilyon $ olacağının tahmin edildiği yazıyor.

Dünya belki de yıllarca, hiç salgından önceki dünya olmayacak. Bizim yaşadığımız şartlara geri dönmek, yada kısa sürede dönmek mümkün olmayacak. Bolluk dönemi alışkanlıkları ile rahat yaşamaya alışkın bir ortamdan, maddi ve manevi anlamda azla yetinmeyi öğreneceğimiz bir ortamı girdik. Yok olan ekonomik değerler ile birlikte, kanaat etmek veya mütevazı yaşamayı öğrenmek zorundayız. Daha önce sahip olduğumuz ve kıymetini bilmediğimiz değerlerin farkına varacağız. İçinde bulunduğumuz bu durum, bundan sonraki yaşamımızın yeniden şekillendiği bir dönemdir.

Salgının Öğrettikleri notlarıma devam edeceğim.

Emekçi Kadınlar Günü


8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, tüm dünyada kadınların eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemlerini ve isteklerini dile getirdikleri ve daha çok emekçi kadınların eşit çalışma koşulları, kariyer fırsatlarının sağlanması ve çalışma yaşamında her türlü ayrımcılığın kaldırılmasını talep ettikleri bir tarih olarak kutlanan bir gündür.
Ailenin huzuru, gelecek nesillerin emniyet içinde yaşaması, toplumun refah ve mutluluğu, kadınların üstlendiği yükün hafiflemesine, paylaşılmasına ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın kadın haklarına saygı duyulmasına bağlıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok; ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır..” yaklaşımı asla unutulmamalıdır.

Günümüzde kadınların iş yaşamının her alanında be her pozisyonunda daha etkin görebiliyoruz. Insan Kaynakları alanında ise hızla artan kadın çalışanlar, bu alana daha bir anlam katmışlardır.

Tüm dünya ve Türkiye’deki kadınlarımızın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor, insan kaynakları alanında çalışan meslektaşlarım başta olmak üzere, tüm emekçi kadınlarımızın günlerini kutluyor, saygılar sunuyorum.

Nesli Tükenen bir kuşaktan olmak


Tarif eden, ne güzel anlatmış… Bazen okumasını sevdiğim anlamlı bir yazı… Yazarın kim olduğuna rastlamadım ama kendi kuşağından birinin yazdığını düşünüyorum. Bazen kendi kuşağımın farklılığını anlatırken, bir geçiş döneminin en anlamlı kuşağı derim. Gaz lambası ışığında ders çalışırken, led lamba üreten…. Eşeğe binerken, uçak pilotu olan… Yokluğu, mutluluğa çevirebilen bir pozitif bakışa sahip olan… Mutlu ve umutlu bir kuşağın çocukluğu ile yetiştik.

Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…

Bu nesil özel bir nesil…. Düşmanında merdini aramış, buldu mu hakkını teslim edip onu da sevmiş…
Dostun namerdinden, arkadan hançerleyeninden nefret etmiş…
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız bu vatanı sevmiş…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
En azı simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…

Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamıştır…Eğilmemiş, el etek öpmemiş,
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1965 ile 1970 yılları arasında doğan harika bir nesil.
Bunlar kimi sokakta oyun arkadaşım, kimi ilk okul arkadaşım…Bunlara iyi bakın, Sizin evinizde de bu resimdekilerden kalan varsa bunları korumaya alın…
Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalktı…

Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Hayat bu nesli sınadı, demedi, çarkının dişlilerin den öğüttü ama tüketemedi, yaralı da sakat da olsa yine de şükretmeyi, tevekkülü, sabırlı davranmayı yasamayı hayatta kalmayı bildi…
Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…

KİM BUNLAR…?
1965 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı 60 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL…?
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Canik lastikten ayakkabı giymiş…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik, çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil…

Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…

Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…!

1965 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin…!

Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…

Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır…
Benden söylemesi…
Vesselam.

İK Profesyonelleri & Bloggerlar İle Mini Röportajlar


Sevgili Meslektaşım Serpil Türkmen tarafından gerçekleştirilen, İK Profesyonellerinin ve Bloggerlarının mesleki ve çalışma hayatlarına, bloglarına dair düşüncelerini, yaşadıklarını, fikirlerini, tespitlerini, deneyimlerini paylaşmak suretiyle İK’ya ve insana ilham verecek; “İK PROFESYONELLERİ & BLOGGERLAR İLE MİNİ RÖPORTAJLAR” projesinin ilk bölümde, benimde röportajım yer aldı.

Sevgili Serpil Türmen’e teşekkür ediyorum.

Bu alana ilgi duyanların faydalanmasını umuyorum.

Fotoğraf açıklaması yok.

İK Profesyonelleri & Bloggerları ile mini Röportajlar-1. ve 2.Bölüm

2020 YILINA GİRERKEN…


2020 yılı akıl, sağduyu ve özgüven gösterilirse büyük başarılara imza atılabilecek bir dönemin başladığı yıl olmalı diye düşünüp buna göre kararlar almalıyız. Dünyada ve çevremizde yaşanan toplumsal olaylardan etkilenmeden bireysel iyiliğimizi, gelişimimizi, huzurumuzu, mutluluğumuzu ve sağlığımızı etkileyecek olaylara ve gelişmelere bakmalıyız.

2020 yılını sorgulama yapmak, kendini aramak, keşfetme yolunda çabalamak, kendini bilme ve şeffaflaşma yılı olacak şekilde değerlendirmenin çabasını vermeliyiz. Kendisiyle yüzleşme cesareti bulacağımız ve her insanın kendi içindeki bilgeyi yaşama aktaracağı bir yıla da adım atmalıyız.

Dikkatli ve farkındalık dolu bir gözle kendimize, ailemize ve yakın çevremize bakıp değişimi hissetmek ve algılamanın çabasını vermeliyiz. 

Yıllardır çekmecelerde saklı kalmış dertleri, sıkıntıları, hatta hastalıkları kendi kendimize yenmenin planlarını yapmalıyız. Yeni yıl ile birlikte kendimizi gözden geçirmemiz ve zayıf olan yönlerimiz ilgili kendimizi yeniden yapılandırmalıyız. Yani kendimizin stratejik planını oluşturmalı ve dönem dönem gözden geçirmeliyiz.

2020 yılının bir önceki yıla ve yıllara göre farklı kılmak için derleme önerilerim olacaktır. Bunları değerlendirmeniz sizin için faydalı olabilir.

1- Yaşamınızı başkalarınınkiyle karşılaştırmayın.

2- Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın ki sizin aracılığınızla gerçekleşme şansları olmasın.

3- Enerjinizi olumlu şekilde harcamaya özen gösterin.

4- Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.

5- Her şeyi çok da ciddiye almayın; sıkıcı olmayı, mizaha yer vermeyi unutmayın..

6- Kıymetli enerjilerinizi gevezelikle, dedikoduyla boşa harcamayın.

7- Yaratıcı İmgeleme Gücünüzü aktif tutun.

8- Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz.

9- Geçmişin acılı anılardan kurtulun, acıyı yaşama sevinci haline getirmeyin, yaşayın ve bitsin.

10- Yaşam birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır, kimseden nefret etmemeye çalışın.

11- Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiyi bozmasın.

12- Sizden başka hiç kimse sizin mutluluğunuzdan sorumlu olmadığını bilin.

13- Yaşamın bir okul ve eğitim yeri olduğunu ve öğrenmek/pratik yapmak için burada olduğunuzu unutmayın!

14- Daha fazla gülümseyin ve gülün.

15- Her tartışmayı kazanmak zorunda olmadığınızı kendinize sık sık hatırlatın.

16- Ailenizi sık sık arayın, birlikte olmanın yollarını bulun.

17- Her gün sizden başka birine bir şey verin.

18- Herkesi her şey için affetme çalışmaları yapın.

19- Ara ara 70 yaşından büyükler ve 6 yaşından küçüklerle zaman geçirin, size öğretecek çok şeyleri olduğunu göreceksiniz.

20- Her gün tanımadığınız en az bir kişiye “günaydın” deyin.

21- Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri ile ilgilenmeyin önemli sizin siz hakkınızdaki düşüncelerinizdir.

22- Kendinizden memnun olmanın bir yolunu mutlaka bulun.

23- Arkadaşlığı ihmal etmeyin, onlarla teması ne olursa olsun kesmeyin.

24- Her zaman doğru olduğuna inandığınız şeyi yapın!

25- Her iyi veya kötü durumun değişime tabi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

26- Kendinizi kötü hissetseniz de kalkın, giyinin ve yaşama katılın.

27- En iyisine henüz sıra gelmedi ama mutlaka gelecek deyin.

28- Karamsar olmayın, karamsar insanlarla fazla zaman geçirmeyin. Karamsarlık bulaşıcıdır.

29- İnandığınız bir öğreti mutlaka olsun.

30- Maneviyat umut verir, umudunuzu en kötü şartlarda bile yitirmemeye çalışın.

İnsan Odaklı Yönetim


İnsan kaynakları yönetiminde sürekli olarak, “insana farklı bakış” diyorum. Alanım ile ilgili süreçleri ve bu süreçlerde yer alan insanlar çok önemli. Aslında tüm insan kaynağı, yer aldıkları süreçler, yaptıkları görev ve sorumlulukları çok önemli.

Ama biz yada başlangıçtaki ben, bloğum gerekse sosyal medyadaki diğer platformlardaki yazdıklarım genelde insan kaynakları süreçleri ile ilgiliydi. İnsan kaynakları alanına giren konular ile yaptığımız paylaşımlarda, insan kaynağımızı bilinçlendirmeye, yön çizdirmeye yada yol göstermeye çalıştım.

Dünyanın insan için yaratıldığına inanan biri olarak, dünyanın doğası, diğer canlıları çok önemlidir. Ancak, insan olmazsa çokta anlamı yok diyorum.

Öyle ise her şeyin insan için olması önceliğimiz olmalıdır. Buradan yola çıkarak, insan kaynakları uzmanından “insana farklı bir bakış” deyimini kullanmamdaki temel gaye önce insana, insan olduğunu ve insanın taşıması gereken esas özellikleri hatırlatmak ve yaşatmaktır.

İnsani değerlerden uzak ama bir alanda çok bilgili ve çok başarılı olsanız da ne ifade eder.

İnsan kaynakları alanında eğer insani değerler ile yönetilen bir süreç oluşturmaz iseniz başarınız belli bir yere ve sınırlı olacaktır. İnsan seçiminde nasıl ki, tek tercih mesleki yeterlilik olmadığı gibi insan yönetiminden daha farklı isimler ile ortaya konulan yönetimler olmamalıdır.

İnsani yönetim adı belki en anlamlı bir seçim olabilir. İnsani yönetimin içinde en önemli süreç duygunun yönetimi olacaktır. Çalışan da duyguyu yönetmeyi başaranların, diğer süreçleri yani insanı her alanda daha kolay yöneteceğine inanıyorum.

İnsani Yönetime kafa yormaya ne dersiniz…?

HR BlogMix


25 yıla dayanan bir İnsan Kaynakları deneyimini yaşıyorum. Aslında ben bir alaylı ve taşrada yaşayan bir İnsan Kaynakları gönüllüsüyüm. Yetiştiğim kuruluş, destek ve eğitim aldığım insanlara bakınca kendimi çok şanslı hissediyorum.

Geldiğim yaş, edindiğim tecrübe ve bilgi düzeyine baktığımda, bu alanı (İK) daha iyi değerlendirip, daha çok katkı sağlayabilirim diyorum. Personel yönetimden, İnsan kaynakları yönetimine geçişte (tam olarak sağlanamadı) yaşadığımız zorluklar, farklı yaklaşım ve düşünceler ile bugün çok farklı bir yere geldik.

Başlangıçta alan az olan uzman insan sayısı ile birlikte, bu insanların birbirini tanıması ve birbiri ile iletişim kurmada zorluklar vardı. Bugün gelinen noktada, iletişim araçlarının hızla gelişmesi ile birlikte, alandaki insanlar birbirini tanıyor ve kolay iletişim kurabiliyor.

İnsan kaynakları alanında uzman olan, özellikle blog yazanları tanımamızda, PERYÖN tarafından yapılan İK Blog Ödülleri (Usta Öğretici seçilmiştim), Mühendisin İK’sını yazan Ceren Bandırma ve bunu devam ettiren Artemiz Güler’in çok büyük etkisi oldu. Kendilerine teşekkür ediyorum.

Bugün İnsan Kaynakları bloglarını takip ve ilgililerine sunan bir başka ortam daha bulunuyor. Alanımızın değerli uzmanlarından Hasan Baltalar tarafından yönetilen, HR BlogMix …

HR BlogMix, alanımızda yazılan tüm yazıları twitter’a taşıyan ve paylaşan bir ortam. Sevgili Hasan Baltalar’ın fedakarlık yaptığı ve insan kaynakları alanına ilgi duyanlara sunduğu bu değerli emeği yazmak istedim. Azda olsa, çok tanıdığıma inandığım bu güzel insana bu vesile ile teşekkür etmek istedim. Emeğine sağlık, sevgili Hasan Baltalar….

İnsan Kaynaklarımı…?


Yıllar önce bu anımı paylaşmıştım. Yirmi yılı geçen bir süre sonra, İnsan Kaynakları Yönetiminin nereden, nereye geldiğini düşününce hatırlatmak istedim. Hangi işle uğraştığımı söylediğimde, Metal kaynağı duymuştum ama insan kaynağı hiç duymadım” demişti bir büyüğüm.

O zaman kendisinin cehaletine vermiştim ama şimdi ona da hak vermiyor değilim.

Lütfen, beyninizdeki insan kaynakları kavramından bir an sıyrılıp siz düşünün, insan kaynakları dendiğinde aklınıza ne geliyor..?

Kaynak kelimesi Türkçe’de bir şeyin diğeri ile birleştirilmesi anlamını öyle kazanmış ki, insan ile birleştiğinde anlamsız geliyor. Aslında kastedilen bir nevi üretimde kullanılan hammadde kavramı ama ilk akla gelen o değil.

Düşünüyorum da, ülkemizde personelden insan kaynaklarına geçiş sürecinin hala devam etmesine neden bu mu acaba..? Belki insan ve kaynağın bir araya gelmesine, işletme sahipleri ve üst düzey yöneticiler bir anlam veremediler. Zaten pek çok işletme ismini değiştirse de halen personelcilik yapıyor. İnsan Kaynakları alanında yüksek eğitim veren Üniversiteler hala Personel Departmanlarının adını İnsan Kaynakları olarak değiştiremediler.

Yanlışmı?

Şimdi diyoruz ki ve denilmektedir ki, “kaynak” yerine “değer” kullanalım ve insan değerleri’ ne geçelim. Yana benim diğer bir önerim, “İNSANİ YÖNETİM” olsun.

Belki o zaman hem işletmeciler, hem üst düzey yöneticiler, hem de halktan insanlar ne denilmek istendiğini daha iyi anlayabilir. Düşünsenize’ İnsani Yönetim denilen bir isimle insanları yönetiyorsunuz. İçeriğinide önce insan ve insana verilen değerle dolduruyorsunuz. İnsan değerleri yada insani yönetim [ şu andaki adıyla insan kaynakları ] departmanları, çalışanları yönetiyor.

Pek çok yerde hesaplanmayan insan verim kaybını önleyecek, iç müşteri sadakatini sağlayacak ve işletmeye vizyon katacak bir güç olacak. Çalışanlar işe alınma sürecinden, emekliliğe kadar olan süreci insani değerler ile tamamlayacak.

Siz ne dersiniz, ne düşünürsünüz bilemiyorum.

Haydi şimdi bir adım ileri giderek, insanların [ çalışanların ] değerini bilelim, onlara gereken değeri verelim ve hatta değer katalım.

İnsani Değerleri/İnsani Yönetim Departmanı‘mızı daha aktif hale getirelim

Üniversitemiz Dış Değerlendirmeden Geçiyor


Başlattığı kalite yolculuğunu 2015 yılından bu yana başarıyla sürdüren ve bu süreci tüm birimleriyle Kalite Yönetim Sistemi Belgesi alan ilk devlet üniversitesi olma unvanı ile taçlandıran üniversitemizde Gözetim Tetkik Süreçleri devam ediyor. TSE Kayseri İl Koordinatörlüğü tarafından yapılacak olan tetkik toplantısı 18 Aralık 2019 tarihinde rektörlük makamında gerçekleşti. Toplantıya Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Vatan Karakaya, Rektör Yardımcısı ve Kalite Koordinatörü Prof. Dr. Mustafa Kurt, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Ahmet Gökbel ve Prof. Dr. Mustafa Kasım Karahocagil, Genel Sekreter Mehmet Zeki Küçük, TSE Kayseri İl Koordinatörlüğü Takım Başkanı S. Selim Ulaş, tetkikçiler Halil İbrahim Arslan ve Yılmaz Emektar, Kalite Koordinatör Yardımcısı Doç. Dr. Hüseyin Şimşek, Kalite Yönetim Koordinatör Yardımcısı Ekrem Öztürk katıldı.

Üniversitemizin tüm birimlerinde uygulanan kalite süreçlerinin gözetim tetkiki üç gün boyunca devam edecek. İkinci gözetim tetkiki sonunda yapılan incelemelerde kalite süreçlerinin uygulanma şekilleri değerlendirilecek. Tetkik sonunda heyet, iyileştirme adına tavsiyelerde bulunacak.

Kalite çalışmalarını büyük bir titizlikle yürüttüklerini ifade eden Prof. Dr. Vatan Karakaya, süreçte gelinen noktanın kendileri için yeterli olmadığını ve hep daha iyiye ulaşma niyetiyle çalışmaların devam ettiğini söyledi. Kırşehir Ahi Evran Üniversitesinin adına yakışır çalışmalar yaptığını, insan odaklı yönetim ve kalite temelli eğitim anlayışını benimsediğini anlatan Rektör Karakaya, kalite süreçlerinin dinamik, üniversitemizin ise bu dinamik süreçlere hazır olduğunu sözlerine ekledi.

Üniversitemizde ISO 27001 BGYS Dış Değerlendirme Gözetim Tetkiki Açılış Toplantısı Yapıldı


Kalite Yönetim Sistemi ile önemli başarılar elde eden ve bu alanda çalışmalarını sürdüren Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi, Kalite Yönetim Sisteminin önemli bir unsuru olan ISO 27001 Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi (BGYS) Dış Değerlendirme Gözetim Tetkiki Açılış Toplantısı 12 Aralık 2019 tarihinde gerçekleştirildi. Üniversitemiz Genel Sekreterlik Toplantı Salonunda gerçekleşen toplantıya Rektör Yardımcısı ve Kalite Koordinatörü Prof. Dr. Mustafa Kurt, Genel Sekreter Yardımcısı Osman Savaş Çetiner, Kalite Koordinatör Yardımcısı Ekrem Öztürk, Bilgi İşlem Daire Başkanı Canfer Memoğlu, Personel Daire Başkanlığı Şube Müdürü Mustafa Hilmi Gökçe, Bilgi Güvenliği Yönetim Ekibi ve Tetkikçi Eyüp Erkesim katıldı.

Toplantının açılış konuşmasını yapan Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Kurt, 2015 yılında kalite komisyonunu oluşturulması ve ardından kalite yönetim koordinatörlüğünün kurulması ile başlayan kalite yolculuğunda çok farklı bir aşamaya geldiklerini söyledi. Başlangıçta dokümanların standart hale getirilmesi ve iş akış şemalarının oluşturulması ile başlayan çalışmaların bütünleşik bir yönetim sistemi oluşturulmasını sağladığını kaydeden Kurt, üniversitemizin ISO 9001:2015 Kalite Yönetim Sistemini çok etkin kullandığını ve ISO 27001 Bilgi Güvenliği Yönetim Sisteminin Kalite Yönetim Sistemini daha da güçlendirdiğini anlattı.

Üniversitemize Yeni Başlayan Personele Temel Kalite Yönetim Sistemi Eğitimi Verildi


Üniversitemiz Kalite Yönetim Koordinatörlüğü tarafından Üniversitemize 2019 yılı içinde göreve başlayan akademik ve idari personele yönelik Temel Kalite Yönetim Sistemi eğitimi verildi. 28 Kasım 2019 tarihinde Ahi Evran Kongre ve Kültür Merkezi Aşık Paşa Salonunda gerçekleşen eğitimi Kalite Yönetim Koordinatör Yardımcısı Ekrem Öztürk verdi.

YÖK tarafından başlatılan kalite sürecinin içerisinde olduklarını anlatan Öztürk, üniversitemizdeki kalite sürecinin diğer üniversitelere örnek teşkil ettiğini kaydetti. Üniversitemizin yönetmekte olduğu Kalite Yönetim Sistemi içerisinde yer alan TS EN ISO 9001:2015 Kalite Yönetim Sistemi, ISO 27001:2013 Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi, YÖKAK Dış Değerlendirme Ölçütleri ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi sistemelerine değinen Öztürk, ayrıca Kontrol Kanununa göre oluşturulan Bütünleşik Yönetim Sistemi içerisinde yer alan stratejik plan, iç kontrol standartları, risk yönetimi, süreç yönetimi, faaliyet planları, memnuniyet yönetim sistemleri hakkında da bilgilendirme yaptı.

Üniversitemize yeni başlayan tüm akademik ve idari personele bu eğitimlerin verileceğini ve periyodik olarak tekrarlanacağını belirten Öztürk, bu eğitimler sayesinde personelin süreçten faydalanacağını ifade etti.

İnsan Kaynakları Kongreleri ve İşsizlik


Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı Temmuz ayı verilerine göre 15-24 yaş arası gençlerde işsizlik bir önceki yıla göre 7,2 puan yükselerek yüzde 27,1 ile rekor kırdı.

“Genç işsizlik oranı %27,1 ancak buna çalışmayan ve eğitimde olmayan (%29,4) eklendiğinde gençlerin %56,5’nin işsiz olduğu görülüyor. Gençlerin yarısından fazlası işsiz.”

İŞKUR verilerine göre kayıtlı işsizlerin yüzde 26’sı önlisans, lisans, yüksek lisans veya doktora mezunu. Üniversite mezunu bu kişilerin sayısı ise 1 milyon 34 bin.

15-24 yaş üstündede durum iç açıcı görünmüyor. İstihdamda görünenlerin çalışma koşulları, ücret ve iş güvenceleri başta olmak üzere, genel memnuniyetsizlik durumlarında, ülke ortalamasının düşük olduğu acı bir gerçek olarak görünüyor.

Bu duruma bakıldığında, İnsan Kaynakları Yönetiminin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Özellikle iş yaşamında bulunan iş görenlerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve iş güvenceleri konusunda tereddütlerin kaldırılması, öncelikli konular arasında yer alıyor. İnsan kaynakları planlaması ve insan kaynağı yönetiminin etkin sağlanması ile birlikte, kuruluşun istihdamının artmasına yönelik katkı sağlanacaktır.

İşsizlik oranlarını artması ve iş güvencesi, en öncelikli sorunları olarak değerlendirilmelidir. Yaşanan ekonomik daralmaya bağlı olarak bu sorunların yakın vadede düzelmesi mümkün görülmemektedir.

Yılın son döneminde tekrarlanmaya başlanan çeşitli derneklerin yapmış olduğu İnsan Kaynakları Kongre ve etkinliklerinin ana temaları ve içeriklerine bakıldığında, günümüzün bu sorunlarından uzak ve fantezi uygulamalar içerdiğini görebiliyoruz. İstihdamın daraldığı, işsizliğin arttığı ve çalışanların iş güvencesi konusunda endişeli olduğu bu dönemde, İnsan Kaynakları alanında sorumluluk taşıyan her bireye ve kuruluşun önceliğinin bunlar olması gerekiyor.

Metropol kentlerde ve sorunsuz kuruluşlarda, insan kaynağı fantezisi yapmak, genele bir fayda sağlamıyor.

İnsan Kaynaklarında Risk Yönetimi


Risk Yönetimi ile ilgili ilk akla gelen Kurumsal risk yönetimidir.  Kurumsal risk yönetimi, kurumun misyonu doğrultusunda strateji, süreç ve buna bağlı olarak faaliyetlerine yönelik ortaya çıkacak olan riskleri tanımlama, sorumlularını belirleme, etkilerini azaltmak için aktivite planlarını oluşturma, faaliyetleri uygulama ve gözden geçirmeyi kapsayan bütün süreçler olarak tanımlanabilir.

Risk yönetimi önemli amaçlarından biride risklerin belirli bir seviyede tutulmasıdır. Ayrıca risk yönetimi, beklemeyen kayıpların en aza indirmeyi, hızlı ve etkili karar almaya yardımcı olmayı amaçlar. Ayrıca kaynakların etkin kullanılması sağlar.

Yönetim sistemlerinde, risk yönetimi süreci etkin olarak kullanılırken, İnsan Kaynakları Yönetiminde risk yönetiminden uzak olması düşündürücüdür. Kuruluşun tüm süreçlerini yöneten  ve çalışanların insan kaynağından oluştuğunu düşündüğümüzde, insan kaynaklarının risk yönetimi (insan odaklı) el almaması, diğer yönetim sistemlerini direk etkilemektedir.

Bu konu ile ilgili bireysel çalışmalarım devam etmekte olup, paylaşımlarıma devam edeceğim.

 

 

 

Arda Ayten ve İstiklal Marşımız


Dün Kırşehirde okul çıkış saatinde, Istiklal Marşımız okunurken, okul yanından geçen, özellikle öğrenciler olmak üzere her yaştan insanların, Milli Marşımızı duymazdan gelmelerine çok üzüldüm ve durumu Dr. Gündüz Yücesan abiyle konuştum.
“Ne hale geldik” dedim.
Bu gece bir yarışmada, İstiklal Marşımız ile ilgili bir soruya cevap verirken, defalarca marşımızın on kıtasını okuyup, doğru cevap veren Arda Ayten kardeşimizi görünce gurur duydum ve “hâlâ ayaktayız” dedim.
Alnından öpüyorum, #Ardaayten

#istiklalmarsi

Neşet Ertaş Anıldı


Sazı ve sözün ustası “Bozkırın Tezenesi” Neşet Ertaş, ölümünün 7. yılında Kırşehir Belediyesi’nce düzenlenen çeşitli etkinliklerle anıldı. “Geleneğin içinde Neşet Ertaş ve Sanatı” adlı panel düzenlendi. Moderatörlüğünü yaptığım Panele, Mehmet Erhan Yiğiter, Bayram Bilge Tokel, Ercan Kesal ve Süleyman Şenel konuşmacı olarak katıldılar. Neşet Ertaş’ın oğlu Hüseyin Ertaş ve Hasan Saltuk da panelde bozlak ustası ile ilgili anılarını anlattılar.
Abdallık geleneğinin en önemli temsilcisi ve şehrimizin en değerli kıymetlerinden biri olan, Neşet Ertaş’ı böylesine anlamlı etkinlikler ile anan Kırşehir Belediyesine ve katkı sunan Kırşehir Ahi Evran Üniversitesine, panele katılan tüm katılımcılara ve dinleyicilere teşekkür ederim.

PANELİ İZLEMEK İÇİN;
https://www.youtube.com/watch?v=6hh_hnMx9yk

panel

 

72280338_613362162528257_3380729600911867904_n

Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisi


Bir insan kaynakları uzmanı olarak, Cumhurbaşkanlığı tarafından, insan kaynakları ofisi kurulması sevindirici bir oluşum olarak görüyor ve tebrik ediyorum. Yıllardır insan kaynakları bakanlığı kurulmasını ve ulusal insan kaynaklarının yönetiminin bu bakanlıkça yapılmasını savundum. Bu ofis, tüm ulusal İK süreçlerinin tepe kuruluşu olur diye düşünüyorum. Ayrıca ulusal insan kaynakları stratejik planının yapılmasını ve eğitim/istihdam stratejilerinin, ulusal insan kaynakları stratejik planına göre yapılmasını öneriyorum.
Ekrem Öztürk

@cumhurbaşkanlığı

Yeni Yıla Girerken


2019 yılı akıl, sağduyu ve özgüven gösterilirse büyük başarılara imza atılabilecek bir dönemin başladığı yıl olmalı diye düşünüp buna göre kararlar almalıyız. Dünyada ve çevremizde yaşanan toplumsal olaylardan etkilenmeden bireysel iyiliğimizi, gelişimimizi, huzurumuzu, mutluluğumuzu ve sağlığımızı etkileyecek olaylara ve gelişmelere bakmalıyız.
2019 yılını sorgulama yapmak, kendini aramak, keşfetme yolunda çabalamak, kendini bilme ve şeffaflaşma yılı olacak şekilde değerlendirmenin çabasını vermeliyiz. Kendisiyle yüzleşme cesareti bulacağımız ve her insanın kendi içindeki bilgeyi yaşama aktaracağı bir yıla da adım atmalıyız.
Dikkatli ve farkındalık dolu bir gözle kendimize, ailemize ve yakın çevremize bakıp değişimi hissetmek ve algılamanın çabasını vermeliyiz.
Yıllardır çekmecelerde saklı kalmış dertleri, sıkıntıları, hatta hastalıkları kendi kendimize yenmenin planlarını yapmalıyız. Yeni yıl ile birlikte kendimizi gözden geçirmemiz ve zayıf olan yönlerimiz ilgili kendimizi yeniden yapılandırmalıyız. Yani kendimizin stratejik planını oluşturmalı ve dönem dönem gözden geçirmeliyiz.
2019 yılının bir önceki yıla ve yıllara göre farklı kılmak için derleme önerilerim olacaktır. Bunları değerlendirmeniz sizin için faydalı olabilir.

1- Yaşamınızı başkalarınınkiyle karşılaştırmayın.
2- Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın ki sizin aracılığınızla gerçekleşme şansları olmasın.
3- Enerjinizi olumlu şekilde harcamaya özen gösterin.
4- Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
5- Her şeyi çok da ciddiye almayın; sıkıcı olmayı, mizaha yer vermeyi unutmayın..
6- Kıymetli enerjilerinizi gevezelikle, dedikoduyla boşa harcamayın.
7- Yaratıcı İmgeleme Gücünüzü aktif tutun.
8- Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz.
9- Geçmişin acılı anılardan kurtulun, acıyı yaşama sevinci haline getirmeyin, yaşayın ve bitsin.
10- Yaşam birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır, kimseden nefret etmemeye çalışın.
11- Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiyi bozmasın.
12- Sizden başka hiç kimse sizin mutluluğunuzdan sorumlu olmadığını bilin.
13- Yaşamın bir okul ve eğitim yeri olduğunu ve öğrenmek/pratik yapmak için burada olduğunuzu unutmayın!
14- Daha fazla gülümseyin ve gülün.
15- Her tartışmayı kazanmak zorunda olmadığınızı kendinize sık sık hatırlatın.
16- Ailenizi sık sık arayın, birlikte olmanın yollarını bulun.
17- Her gün sizden başka birine bir şey verin.
18- Herkesi her şey için affetme çalışmaları yapın.
19- Ara ara 70 yaşından büyükler ve 6 yaşından küçüklerle zaman geçirin, size öğretecek çok şeyleri olduğunu göreceksiniz.
20- Her gün tanımadığınız en az bir kişiye “günaydın” deyin.
21- Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri ile ilgilenmeyin önemli sizin siz hakkınızdaki düşüncelerinizdir.
22- Kendinizden memnun olmanın bir yolunu mutlaka bulun.
23- Arkadaşlığı ihmal etmeyin, onlarla teması ne olursa olsun kesmeyin.
24- Her zaman doğru olduğuna inandığınız şeyi yapın!
25- Her iyi veya kötü durumun değişime tabi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
26- Kendinizi kötü hissetseniz de kalkın, giyinin ve yaşama katılın.
27- En iyisine henüz sıra gelmedi ama mutlaka gelecek deyin.
28- Karamsar olmayın, karamsar insanlarla fazla zaman geçirmeyin. Karamsarlık bulaşıcıdır.
29- İnandığınız bir öğreti mutlaka olsun.
30- Maneviyat umut verir, umudunuzu en kötü şartlarda bile yitirmemeye çalışın.

Bugün benim doğum günümdü…


Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının 23 sabahında, bugün benim doğum günüm diye başladığım bir günü, “bugün benim doğum günümdü” diyerek tamamlıyorum. Bir gün daha geçiyor ve bir günler bir ay, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp bir ömrü tamamlıyoruz.
Bu özel günde doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce, bu teşekkür yazısını yazmadan geçemedim. Kutlama yapan tüm arkadaşlarıma, ‘’hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap vermeye çalıştım.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onunda onunda haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek bir dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten samimi ve içten duygular ile sevmek dedim. Çoğu zaman dinlediğimin şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda çocukluğumda sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve ‘’Annem’’ diyesim geldi!
Geçen yılları düşünürken sevdiklerim, sevenlerim, sevip diyemediklerimin hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam bir kez daha yüreğimi sızlattı.
Volkan Konak, ‘’Ben Onu Sevdim Ya O Beni’’ diye söylerken, Tahir ile Zührenin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil’’ sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken, her yıl tekrarladığım bu yazı ile birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim. Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu. Olumsuzluklar karşısında pes etmedim. Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim. En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek, kendimi en emin olana havale etmenin güven ve huzurunu yaşadım.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun… ” sözüne uygun olarak düzgün insanlar ile muhatap olmaya çalıştım. Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım ve adam satana meyil etmedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de, “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
‘’Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!’’ İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz. Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan ailem, dostlarım ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum. Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Hazreti Mevlananın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp ataeaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllarada taşımayacağım.

Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin…? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir…!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.
#ekremozturk

31225366_10213243604821909_4363425999501656064_n.jpg

Dünya Sanat Gününde Sanat ve Kalite Sunumu Yaptık


Dünyaca ünlü İtalyan sanatçı Leonardo da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan’da kutlanan Dünya Sanat Günü Üniversitemiz Neşet Ertaş Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından bir dizi etkinlikle kutlandı. 17 Nisan 2018 tarihinde Fen Edebiyat Fakültesi Konferans Salonunda düzenlenen etkinliklere Üniversitemiz Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Kurt, Neşet Ertaş Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Filiz Nurhan Ölmez, Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. H. Feriha Akpınarlı, Antalya Devlet Konservatuarı Geleneksel Türk Müziği Bölümü öğretim elemanı Volkan Kırımlıoğlu ile Antalya Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Kanun Sanatçısı İbrahim Alperen Kozak, Neşet Ertaş Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü öğretim elemanı ve Piyano Sanatçısı Öğr. Gör. Sinan Tüfekçi ile Piyano Sanatçısı Kenan Tüfekçi ve Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Hatice Nevin Güven, akademik ve idari personel ile öğrenciler katıldı.

Dünya Sanat Günü etkinlikleri ilk olarak “Sanat Eğitimi ve Kalite” isimli konferans ile başladı. Konferansta Üniversitemiz Güzel Sanatlar Fakültesi Sekreteri ve Kalite Yönetim Koordinatör Yardımcısı Ekrem Öztürk “Sanat Eğitimi ve Kalite” başlıklı sunumunu yaptı. Öztürk sunumunda, insanı tüm özellikleriyle bir bütün olarak değerlendiren ve eğiten olgunun sanat eğitimi olduğunu anlattı. Sanat eğitiminin bireylerin duygu ve imge kapasitelerini bulmalarına yardım ettiğini ve kendilerini keşfetmeye olanak sağladığını dile getiren Ekrem Öztürk, “Keşfetmek ve ifade etmek sanat eğitiminin temel adımlarıdır.” dedi. Üniversitemizin kalite çalışmalarına da sunumunda yer veren Öztürk, kalite süreçlerini katılımcılarla paylaştı. Sanat eğitiminin de kaliteli olmasının önemli olduğunu vurgulayan Ekrem Öztürk, Ahi Evran Üniversitesinin her alanda kaliteyi yakalayacağını söyledi.

 Güzel Sanatlar Fakültesi Sekreteri ve Kalite Yönetim Koordinatör Yardımcısı Ekrem Öztürk’ün konuşmasının ardından Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. H. Feriha Akpınarlı da bir sunum yaptı. Akpınarlı sunumunda, Türk Tekstil Sanatları hakkında bilgiler aktarırken Türk toplumunun ilk çağlardan itibaren dünya uygarlığına değerli eserler bıraktığını söyledi. “Ulusal kültürün en özgün ve en önemli kaynağı olan el sanatları ve geleneksel tekstil sanatlarını geliştirmek, yaşatmak ve yaymak görevimizdir.” diyen Prof. Dr. H. Feriha Akpınarlı, geleneksel tekstil sanatları örneklerini anlattı.

Konferansın ardından Dünya Sanat Günü etkinlikleri kapsamında Antalya Devlet Konservatuarı Geleneksel Türk Müziği Bölümü öğretim elemanı Volkan Kırımlıoğlu ile Antalya Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Kanun Sanatçısı İbrahim Alperen Kozak tarafından Kanun Resitali verildi.

Kanun Resitalinin ardından Neşet Ertaş Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü öğretim elemanı ve Piyano Sanatçısı Öğr. Gör. Sinan Tüfekçi ile Piyano Sanatçısı Kenan Tüfekçi sanatseverlere Dört El Piyano Resitali ile keyifli dakikalar yaşattı.

Dört El Piyano Resitalinin akabinde ise Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Hatice Nevin Güven’in onur konuğu olarak davet edildiği Yerel Sanatçılar Karma Resim Sergisinin açılışı gerçekleştirildi. Yerel Sanatçılar Karma Resim Sergisinde Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Hatice Nevin Güven, Aysel Şahin, Canan Karlı, Demet Hatunoğlu, Derya Yıldırım, Fatma Cansız, Gönül Yanık, Hüseyin Adıbelli, Hüseyin Altunsaray, Ömer Şahin, Pınar Akın, Şükran Yılmaz, Türkan Gül, Yasemin Karagöz ve Zübeyde Baltalık’ın yağlı boya tabloları sanatseverlerle buluşturuldu.

İç Tetkik Açılış Toplantısı Yapıldı


İç Tetkik Açılış Toplantısının açılış konuşmasını Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Vatan Karakaya yaptı. Rektör Karakaya konuşmasında, kalite sürecinin üniversitemizde rutin olarak devam edeceğini ve sürece hep birlikte katkı sağlayacaklarını belirtti. TSE tarafından verilen Kalite Yönetim Sistemi Belgesini almanın üniversitemiz için sevindirici bir durum olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Vatan Karakaya, kalite sürecinde ikinci basamağa adım atacağımızı kaydetti. İlerleyen günlerde üniversitemiz birimlerinde gerçekleşecek iç tetkik hakkında bilgiler de veren Rektör Karakaya, bu süreci de başarılı bir şekilde geçeceklerine inandığını dile getirdi. İç tetkik ile elde edilecek sonuçların üniversitemizi kalite sürecinde ikinci basamağa çıkaracağına değinen Prof. Dr. Vatan Karakaya, tüm çalışanların kalite sürecinde göstereceği gayret ve emeğin Ahi Evran Üniversitesini seçkin bir üniversite ve kalitede danışma merkezi haline getireceğini sözlerine ekledi. Rektör Karakaya konuşmasına şöyle devam etti: “Türk Standartları Enstitüsü tarafından verilen Kalite Yönetim Belgesini alan ilk ve tek üniversite olduğumuz için ülkemizdeki diğer üniversitelerden kalite sürecinde bir adım öndeyiz. Bundan sonraki hedefimiz eksiklerimizi gidererek Mükemmellik Ödülüne sahip olmak. Üniversitemiz tüm çalışanları ile birlikte bu süreçte büyük bir emek ortaya koydu. Bu sonuç hepimizi mutlu ediyor. Bundan sonraki amacımız kaliteyi yaşayabilen bir üniversite inşa etmek.”

Üniversite olarak başarı yarışında üst sıralara adımızı yazdırmak için kalitede tescillenmemiz gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Vatan Karakaya, bu süreçte de gerekli çalışma ve gayreti tüm üniversite çalışanlarının göstereceğine inandığını dile getirdi. “Üniversiteler, ürünü kaliteli insan olan bir fabrikadır.” diyen Rektör Karakaya, kaliteli insanın yetiştirilmesinde akademisyenlerin yanında idari kısımda çalışan personele de ihtiyaç duyulduğunu belirtti. Ahi Evran-ı Veli’nin kaliteli insan tanımını uygulamaya çalıştıklarını sözlerine ekleyen Prof. Dr. Vatan Karakaya, bu kapsamda üniversitede Ahilik Kültürü ve Medeniyeti dersini zorunlu dersler arasında verdiklerini ifade etti.

Her oluşumun özünde insanın var olduğunu anlatan Rektör Karakaya, kaliteli insanı yetiştirmek için de bilgi envanterine ve insanın odakta yer aldığı fikirlere ihtiyaç olduğunu belirtti. Tüm çalışanlarına kalite sürecinde gösterdikleri emekler için teşekkür eden Prof. Dr. Vatan Karakaya, bu süreçte karşılaşılacak tüm problemlerde personelinin yanında olduğunu vurguladı. “Memlekete ve insanımıza hizmet etmek bizi mutlu ediyor.” diyen Rektör Karakaya, tüm personele çalışmalarında başarılar diledi.

Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Vatan Karakaya’nın konuşmasının ardından Rektör Yardımcısı ve Kalite Yönetim Koordinatörü Prof. Dr. Mustafa Kurt söz alarak bir konuşma yaptı. Prof. Dr. Mustafa Kurt konuşmasında, kalite koordinatörlüğü nezdinde gerçekleşen kalite toplantılarına katılımlarından dolayı Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Vatan Karakaya’ya teşekkür etti. 26 Mart 2018 tarihinde iç tetkiklere başlanacağı bilgisini veren Kurt, kalite süreçlerine dair tüm birimlerin tecrübeli olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Mustafa Kurt konuşmasını şöyle sürdürdü: “İç tetkik esnasında karşılaşılacak problemler ya da eksiklerde bunları önlemeye yönelik tedbirler almalısınız. Sürecin başarısı tüm çalışanların sürece göstereceği öneme bağlıdır.” İç tetkik neyi gerektiriyorsa sahada da onun uygulanmasını isteyen Prof. Dr. Mustafa Kurt, iç tetkik esnasında dikkat edilecek hususlara değindi. İç tetkikin amir-memur ilişkisi içinde değil bir sohbet ortamında yapılıyormuş gibi gerçekleşmesinin önemli olduğunu vurgulayan Kurt, tüm iç tetkikçilere başarılar diledi.

Rektör Yardımcısı ve Kalite Yönetim Koordinatörü Prof. Dr. Mustafa Kurt’un konuşmalarının ardından Kalite Yönetim Koordinatör Yardımcısı Ekrem Öztürk bir sunum yaptı. Öztürk sunumunda üniversitemizde 26 Mart – 24 Nisan 2018 tarihleri arasında iç tetkik yapılacağını belirterek 2. iç tetkikin 2018 yılının Ekim ayında, dış tetkikin ise Aralık ayında gerçekleşeceğini söyledi. Tetkikler öncesi dikkat edilmesi gereken hususları anlatan Ekrem Öztürk, tetkik sonrasında yapılacak çalışmalar hakkında da detaylı bilgiler verdi.

Sunumun ardından iç tetkikçilerin sorularının yanıtlanmasıyla İç Tetkik Açılış Toplantısı sona erdi.

Üniversitemizde Kalite Temsilcileri Bilgilendirme Toplantısı Yapıldı


Üniversitemiz Kalite Yönetim Koordinatörlüğü tarafından Kalite Temsilcileri Bilgilendirme Toplantısı yapıldı. 13 Mart 2018 tarihinde Kalite Yönetim Koordinatörü ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Kurt başkanlığında Yunus Emre Toplantı Salonunda gerçekleştirilen toplantıya, Kalite Yönetim Koordinatörlüğü ekibi ile kaliteden sorumlu birim temsilcileri katıldı.

Toplantının açılış konuşmasını Kalite Yönetim Koordinatörü ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Kurt yaptı.  Kurt konuşmasında, uzun soluklu bir süreç olan kalite sürecinin devam ettiğini ve belirlenen hedeflere ekip olarak emin adımlarla ilerleyeceklerini söyledi. Kaliteden sorumlu birim temsilcilerine Kalite Yönetim Koordinatörlüğü ile sık sık iletişim kurmaları tavsiyesinde bulunan Prof. Dr. Mustafa Kurt, gerçekleştirilen iletişimler sayesinde işleyişin hem hızlı hem de verimli olacağını kaydetti. Kalite yönetim sürecinin süreklilik arz eden bir iş olduğunun altını çizen Kurt, Ahi Evran Üniversitesi olarak bundan sonraki sürecin Ulusal Kalite Hareketine katılmak olduğunu vurguladı. Kalite Yönetim Koordinatörü ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Kurt konuşmasına şöyle devam etti: “Ulusal Kalite Hareketi sürecinin ön şartlarını yerine getirmemiz gerekiyor. Türkiye Kalite Derneğine (KalDer) üye olarak ilk adımı attık. Bundan sonraki işimiz Ulusal Kalite Hareketine dahil olmak.” Kalite Yönetim Sürecinde yapılan işlerde eksiklikler ve yanlışlıkların olabileceğini belirten Kurt, önemli olanın eksikliği ve yanlışlığı düzeltmeye çalışmak olduğunu söyledi.

Kalite Yönetim Koordinatörü ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Kurt’un açılış konuşmasının ardından Kalite Yönetim Koordinatör Yardımcısı Ekrem Öztürk bir sunum gerçekleştirdi. Sunumunda Öztürk, gündem başlıkları olan Kalite Temsilcilerinin Görev Tanımı, İç Tetkik Programı, İç Tetkik Konuları, ISO 9000:2015 Süreci, Ulusal Kalite Hareketi ve Mükemmellik Modelleri hakkında birimlerin kalite temsilcilerine bilgiler verdi. Birim kalite temsilcisinin görev, yetki ve sorumluluklarını anlatan Ekrem Öztürk, temsilcilerin Birim Kalite Yetkilisine bağlı görev yaptığını ve Kalite Yönetim Sistemi Faaliyetlerinin verimli ve etkin bir şekilde işleyebilmesi için Kalite Yönetim Koordinatörlüğü ile birimler arasında eşgüdüm sağlandığını belirtti. ISO 9001:2015 Uluslararası Kalite Yönetim Sistemleri Standardı 1. İç Tetkik Programı hakkında birim temsilcilerini bilgilendiren Öztürk, ISO 9001:2015 ve YÖK Dış Değerlendirme kapsamında üniversitemizin tüm birimlerini ilgilendiren konulara da değindi. Sunumunda son olarak Ulusal Kalite Hareketi Programı hakkında da açıklamalarda bulunan Ekrem Öztürk, Kırşehir’de bu harekete katılmış bir kurum olmadığını bu yüzden Ahi Evran Üniversitesi olarak bu alanda da hem ilimize hem de ülkemize örnek olunacağını belirtti.

SEVGİNİZ BİR GÜNLÜK DEĞİL, DAİM OLSUN…


SEVGİ’liler GÜNÜN’de, SEVGİ’yi yazdım…

SEVGİ İLE….

Sevgi bir histir, nasıl çeşitlendirilir. Sevgi söz değil özdür, tarifi sözle bile edilemezken, Sevgi nasıl kağıda yazılır mı yoksa değerli bir üstadın dediği gibi Sevgi kağıda yazılmaz, kalbe kazınır mı?

Sevgiye farklı tarif edilir mi?
Ana sevgisi, yar sevgisi yada can sevgisi, canan sevgisi…
Sevgi, ya var, ya da yoktur.
Biraz var, biraz yok olmaz.
Sevginin tam tarifi yapılamaz.
Sevgi anlatılamaz, tarif edilmez sadece yaşanır. Sevgiyi yaşayamayanlar, sevgiyi hiç anlatamaz. Yol bilmeyene yolu tarif et denilir mi? Sevgiyi yaşamayana da tarif et denmez. Sevgiyi yaşamayanın onu anlatması yaşayamadığına hasretlenmek yada yaşayana hasetlenmektir. Yoksa yaşamayan sevgiyi anlatamaz.
Ben sevgiye fedakârlık derim. Yüreğinden kopardığın tarifsiz ve şekilsiz duyguları sevdiğine vermek fedakârlıktır. Fedakârlık ise sevginin sınırını belirler.
Dostoyevski der ki: İnsan fedakârlık yaptığı ölçüde sever. Sevginin dili bin bir çeşittir, kimisi güzel sözler söyler, kimisi hediyeler alır, kimisi sarılır, öper; ama hakikatli seven fedakârlık yapar. Bu böyledir. Sevgi, sevenin sevdiği için vazgeçtiği ve göze alabildiği şeyler ile doğru orantılıdır.

Değerli yazarımız Vehbi Vakkasoğlu sevgiyi fedekarlığa bezeyip o kadar güzel anlatıyor ki:
Çünkü sevgi, fedakârlıktır.
Sevgi, sevdiğinde fani olmaktır.
Sevgi, sevdiğinin, “Hadi! Dediğinde, “nereye?” diye sormamaktır.
Çünkü sevgi sadece akılla kavranmaz. Çünkü sevgi, kalpten kavranan ve yaşanan bir güzelliktir. Bu sebeple de, kalpsizlerin, merhametsizlerin ve maddecilerin sevgiden söz etmeye hakları yoktur.

Sevgi bakıştır.
Sevgi, selamdadır.
Sevgi, tebessümdedir.
Sevgi, hatır soruştadır.
Sevgi, yardım ediştedir.
Sevgi, bazen bir geçmiş olsunda, bazen da bir teselli tavsiyesindedir.
Sevgi, pişirilen yemektedir.
Sevgi, “Hoş geldin” de, “Güle Güle” de, “Allaha ısmarladık” tadır.
Yürekte gerçek sevgi gerçekten varsa, her şey sevgidir.
Görünüşe, etkisi, hissi ne olursa olsun her şey sevgi olur.
Ve seven sevdiğine, “Senden gelen başım gözüm üstüne” der.
Sevgi, kal değil, hal işidir.
Sevgi kime karşı, nedeni ve ölçüsü ne olursa olsun duyuluyorsa, bir insanın içinde yaşaması ve başkasına yansıtması gereken tüm özellikleri içinde barındırıyordur. Selam, tebessüm, yardım ve diğer tüm güzel insan özellikleri sevginin içindedir.
Sevgi kalpten çıkar ve kalp dilsizdir. Sevgiyi ne bir kalp, ne bir göz nede bir söz dile getirip anlatamaz. Sevgi bütün bir vücudun seslendirmesi ile ancak dillendirilebilir. Akif “dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım” diye dertlenirken, sevgiyi sadece kalbin anlatamayacağını belirtir. Sevginin dili yoktur ama sevgi, ruhun dilidir. O konuşmaya başlar, öteki diller susar. Konuşsalar da, sesler, sözleri duyulmaz olur.
Sevginin kime olduğunun önemi de yoktur. Önemli olan sevgidir, sevmektir.
Sevgi değer kaybetmez.
Sevgi gelişi güzele verilmez.
Sevgi kolay kolay bitmez.
Sevgi bir güne sığmaz.
Sevgi bir günde sevdiğine bir hediye almak ile sergilenmez.
Sevgin varsa, seviyorsan bunun ne saati ne günü nede yılı olur.
Seviyorsundur ve ötesi yoktur.

Ekrem ÖZTÜRK
ekremozturk@hotmail.com.tr

Oğlumun yeni yaş günü


Her geçen yıl ile yaşamın yollarıda bitiyor. Ancak, mesele ne yolların nede yılların bitmesi değildir. Mesele gidilen yollarda ve bitirilen yıllarda güzellikler bırakmaktır diyorum.
Bu geçen yıllar ile birlikte yolumuzun, yıllarımızın ve geride bıraktığımız, değerlerimizin çok olması gerekiyor.
Küçük oğlum Mustafa ŞAMİL, 20 dedi.
2018 yılını ülkemiz ve dünya için önemli görüyorum. Özellikle güney sınırımızda bize karşı oluşturulmak istenen bölücü yapıya karşı başlatılan operasyonun yapıldığı bu günlerde evlatlarımıza büyük sorumluluklar yüklüyorum.
Sorumluluk sahibi, farkında olan, düşünen ve üreten bir bilinç ve ”ilk ve tek öncelik DEVLET” ilkesi ile Şamil beye nice yıllar diliyorum.

Çalışma Hayatında Kuşaklar


Bulunduğum kuşağı hep şanslı gördüm. Öyleki, gaz lambasından led lambaya, eşeğe binerken jet uçaklara, radyodan her türlü görüntülü ve sesli yayın yapan cihazlara, sarı yapraklı defterlerden tabletlere, kara lastik ayakkabıdan ortopedik ayakkabılara geçiş yapan bizim kuşak ve başka bir kuşak bunları yaşayamayacak. 🙂
… ve en önemlisi biz çocukken bu günleri hayal edecek bilgi ve ileri görüşe sahip değilken bugün aynı bizler çok sonrasını hayal edecek bilgi ve görüşe sahip hale geldik.
Tabloya baktığımızda teknolojiye ilgi duymanın dışında diğer alanlarda en başarılı kuşan bizim X kuşağıdır.
#ekremozturk2d336e37-3d7a-4a31-8e09-0658511de41e-original

Her Sabah Bir Hediyedir


Her güne gülümseyerek sevgiyle başlamalı. Çünkü “her yeni gün, kendi armağanlarıyla gelir.”

Uyandığımız her yeni günün sabahında nefes alıyor olmaya şükretmeli. Her gün bize verilen yeni bir hediye, 24 altındır. Ve her gün bundan sonraki hayatımızın ilk günüdür. Her yeni günü bizim günümüz ilan edelim, yeni bir heyecanla, yeni bir istekle sarılalım hayata, güzelliklere. Güzelleştirelim gönlümüzü, güzelleştirelim gönülleri ve güzelleştirelim dünyamızı. Kırmayalım gönlünü, incitmeyelim ruhunu günümüzün, gönlümüzün, gönüllerin….                                                    Başarılı bir gününüz olsun.

 #ekremozturk

Bir gün sona geleceğiz


Bir gün sona geleceğiz. O gün geldiğinde zenginliğiniz, hıncınız kininiz, öfkeleriniz, hayal kırıklarınız, umutlarınız, tutkularınız, planlarınız ve yapmak istedikleriniz hiçbir önemi kalmayacak. 

Öyleyse önemli olan nedir? Yaşadığımız günlerin değeri neyle ölçülür?

*Önemli olan, ne aldığınız değil, ne verdiğinizdir…

*Önemli olan, öğrendikleriniz değil, öğrettiklerinizdir. 

*Önemli olan, doğruluk, dürüstlük, merhamet, fedakarlık ve cesaretle atmış olduğumuz her adımla, başka yaşamları zenginleştirmiş olmanızdır. 

*Önemli olan, yetenekleriniz değil, karakterinizdir. 

*Önemli olan, diğer insanları yüreklendiren, onların sizi takip etmesini sağlayan örnek bir insan olmaktır. 

*Önemli olan kaç kişi tanıdığınız değil , siz gittiğinizde ebedi bir yoksunluk hissedecek olan insanların sayısıdır. 

*Önemli olan, hatıralarınız değil, sizi sevenlerin kalbinde yaşayacak olan hatıralarınızdır. 

*Önemli olan, ne kadar uzun süre hatırlanacağınız değil, kimler tarafından ne şekilde hatırlanacağınızdır. 

*Önemli bir hayat yaşamak rastlantıyla olmaz. 

*Önemli olan, koşullar değil, seçimlerinizdir. 

*Önemli bir hayat yaşamayı seçin.

Michael Josephson

Yeni yılda umutlu olmak istiyorum 


Sevgili dostlarımızla birlikte geçirdiğimiz 2017 yılını bitirmeye hazırlandığımız yılın bu son saatlerinde yeni bir yılı merak ederken umutlu olmayı da istiyoruz. 

İyisi- kötüsü, acısı – tatlısı, sevinci – kederi velhasıl her şey ile yaşadığımız bir geçen yılı bitirirken, umduklarımız ile ummadıklarımızı da geride bırakıyoruz. 

Dost kazandık, dost kaybettik, sevdik bazen de sevilmedik ama yüreğimizde hep insan olmanın güzel duygularını taşıdık. 

Yeni gelecek yıla dair biraz daha muhasebe yapmanın sözünü kendimize verdik. Daha çok çalışacağız, daha çok sağlığımıza dikkat edeceğiz, daha çok seveceğiz, daha az kırıp dökeceğiz yani bu yıl daha güzel olacağız. 

Farklı inanan, farklı düşünen, farklı giyinen, farklı yaşayan insanları anlamaya çalıcağız. Empati yapacağız, düşünerek konuşacağız, insanlık adına sorumluluklar taşıyacağız, çevreyi koruyacağız. 

Dostluklarımız, sevgimiz ve saygımız daimi olacak. Birlikte olmaya devam edeceğiz. 

Paylaşacağız ve birbirimize katkı sağlayacağız. Öğreteceğiz, öğrenenceğizde… 

Yeni yılda zamanı geçirmek yerine, kaydedin….. 

Daha çok sevin…Daha çok isteyin..Ve daha çok yaşayın…. 

Ve daha çok ‘hoşça’ görün….. 

Ve hikayeleriniz hiç bitmesin…. 

Yeni yıl da gözleriniz parlak, dimağınız açık, aklınız net, sevginiz ak, sözleriniz doğru, alnınız pak, ve Allah yardımcınız olsun…… 

Ve elbette, güzel yüzlerinizde hep anlamlı bir tebessüm olsun. Sözünüzde şükür, alnınızda alınteri olsun….. 

Tüm güzel duygu ve düşünceler ile daha nice yıllar, sağlıkla, başarıyla, sevdiklerinizle birlikte görmenizi ve geçirmenizi diliyorum… 

Kırşehir’den hepinize selam ve sevgiler gönderiyorum. 

#ekremozturk

Zor biliyorum!


Zor biliyorum!
Kendimizi düşünmeye, ben merkezli yasamaya alışmışız.
Ama empati yapmayı beceremediğimiz sürece hem kendimiz hem de etrafımızdakiler gülümseyemeyecek.
Bir insanın yüzündeki mutluluğun sebebi olmak, her türlü maddiyatın ötesindedir.
Para kazanırken, insan da biriktirebilmeliyiz.
En az bir insanin gününü aydınlatabilmeniz dileğiyle…
#ekremozturk

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yazı

Güzel birşeyler yap kardeşim 


Güzel bir şeyler yap kardeşim. Dünyaya kırk kere gelinmez.

Madem yaşıyorsun, sıhhatli nefesler alıyorsun. Bir şey yap. Güzel olsun. Çokmu zor? O vakit güzel bir şey söyle.

Dilin mi dönmüyor? Güzel bir şey gör. Veya: Güzel bir şey yaz. Beceremez misin? Öyleyse,

Güzel bir şeye başla.

Herkesin üstesinden geleceği bir şey mutlaka olmalı. O gayretten uzak duramayız. Vakit geçiyor. Vaktin geçişi ömrün beşinci vitese takılı olduğunu gösterir, unutma.

Çünkü “her insan ölecek yaştadır”

Öyleyse sende Bir şey yap.

Zor ise: Bir şey söyle.. Beceremiyorsan: Bir şeyler gör. Bir şeyler yaz. O damı zor?

Bir şeylere başla. Ama hep güzel şeyler olsun.

Çünkü: “her insan ölecek yaşta” Geç kalmayasın ve birşeyler başarmalisin.

Kimse kimseden eksik değil.

Büyük değil, küçük değil, farklı hiç değil. Düşünebilen kişinin, üstesinden geleceği bir şeyle mutlaka vardır.

Hiç olmazsa kendin için bir şeyler yap, dürüst ol, merhamet et, iyilik yap, insanlara gülümse, insanları sev, çünkü “Her insan ölecek yaştadır!” 

#ekremozturk

Rus Edebiyatının Efsane Yazarı Tolstoy’dan, Yaşamınıza Işık Tutacak 18 Tespit


1. “Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.” 2. “Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir, bilmelisin. Küçümsediğin her şey için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin.” 3. “Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.” 4. “İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiğini. Payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.” 5. “Bozuk para insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden harcayın ikisini de gitsin.” 6. “İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerekir.” 7. “Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez.” 8. “Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.” 9. “Varlığı bir şey kazandırmayan insanların, yokluğu hiçbir şey kaybettirmez.” 10. “Ne diye şeytana kızarsın? Bir iyilik yap da, o sana kızsın.” 11. “Bil ki, yaşadıklarınla değil yaşattıklarınla anılırsın. Ve Unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın.”  12. “Bir insanı bulunduğu mevkiyle değil, göz koyduğu mevkiyle ölçmek gerekir.” 13. “Güzel olan sevgili değildir, sevgili olan güzeldir.” 14. “En güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır.” 15. “Mutluluğu ihtiraslarda değil kendi yüreğinizde arayın. Mutluluğun kaynağı dışımızda değil içimizdedir.” 16. “Bir insan acı duyarsa canlıdır. Başkasının acısını duyarsa insandır.” 17. “Hayat bizi resmen dört işlemle sınar; gerçeklerle çarpar, ayrılıklarla böler, insanlıktan çıkarır ve sonunda topla kendini der.” 18. “İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruştadır.”

Ruhunuz şad olsun, Aziz Şehitler


Kırşehir çok şehit verdi, çok şehidi ebediyete yolcu ettik…
Ama, Kırşehir’in son şehidi, askerimiz Tayfun daha derinden etkiledi.
Fukara, gariban ana-baba, Tayfun mazlum ve ŞEHİT!
Eğitim alamamış, diploma yok, referans olacak adam yok, tutunacak dal yok!
Baba inşaat işçisi, Ana Belediyede geçici temizlik işçisi.
Aileye bakacak, yuva kuracak iş lazım.
Tayfun Kavun, “Sözleşmeli Er” olmayı seçmiş. Aslında bu vatan için şehadet şerbetini içmeyi seçmiş.
Tuzu kuru olan, varlık içinde saltanat süren, bir yediğini bir daha yemeyen, bir giydiğini bir daha giymeyen, gününü gün edenler Tayfunun halinden ne anlar.
Bu resme bakın ve empati yapın!
Sonra Tayfun ve ailesine ve onlar gibi bu ülkenin yokluğunu, cefasını, sefaletini çekip can veren şehitlere şükran edin, dua edin.
Ruhunuz şad olsun, Aziz Şehitler.

 

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, oturan insanlar

“Ahlaklı olun, iyi insan olun…”


Cemil Meriç’in diliyle: “Sağcı solcu yoktur, ahlaklı ve ahlaksız insan vardır…”
Einstein’ın diliyle: “İnsanları renklerine, cinsiyetlerine, dinlerine, ırklarına göre gruplandırmak yanlıştır…
İnsanlar ikiye ayrılır…
“İyi insan, kötü insan…”
Siz, siz olun: “Ahlaklı olun, iyi insan olun…”

Ziyaretin kısası makbuldür” 


Daha çok çalışma hayatında kullanılan bir söz olarak kullandığımız ama sık yapıldığında ev ziyaretlerinde dahi hissettirdiğimiz bir durumu anlatır; “Ziyaretin kısası makbuldür” deyimi. Bizim toplumda ziyaret etmek, hal-hatır sormak bir güzel davranış örneğidir. Ziyaret etmek, birini veya bir yeri görmeye gitmek olarak tanımlanırken biz genelde insanı görmeye gitmeyi ziyaret olarak kullanırız. Bayrama girerken ziyaret etmenin önemini bir daha hatırlatmak istedim. Ancak ziyaret etmek ile ilgili yanlış anlaşılan bir düzeltmeyi yaparak, ziyaretlerinizi kısa olanı makbul diyerek kısa kesmek yerine, kısası makbuldür diyerek doyasıya yapmanız için kısa bir açıklama yapmak istedim. 

“Ziyaretin kısası makbuldür” sözünü her zaman ziyareti kısa kesmek, uzatmamak şeklinde yorumluyoruz. Burada kelimeyi “kısa” değil “kısas” olarak almamız gerekiyor. Kısas ise “karşılıklı olan” demektir. Yani ziyaretin makbul olanı karşılıklı olandır. Türkçemizde bir de “iade-i ziyaret” diye bir söz var. Anlamı “ziyarete gelenin ziyaretine gitmek”. değil “Kısası”, “iade-i ziyaret” olarak bilmek ve bu şekil uygulamak bizim insan ilişkilerimizi daha güçlü kılacaktır. Bu bayramdan başlayarak, ziyaret edenlerimize “kısas” yaparız diye düşünüyorum.
Bol ziyaretlerin olduğu, huzur dolu bir bayram diliyorum.

Müşteri odaklı olmakmı, İnsan odaklı olmakmı?


Porsche firması, 1983 yılında otomotiv sektöründe yankı uyandıracak teknik donanıma sahip bir otomobille pazara girer.

Müşterilerinden gelen her türlü yorum ve fikirlere açık olan yönetim, aracın piyasaya sürülmesinden 2 ay sonra ilginç bir şikayet mektubuyla karşılaşır. Müşterinin şikayeti şudur:

“Adım Danny Troatman. New Jersey’de yaşıyorum. Eşim ve çocuklarımla her akşam film seyretmeden önce şehir merkezinde bulunan markete dondurma almaya gidiyorum. Bir ay önce aldığım Porsche marka arabamla tabii ki…

Fakat ne ilginçtir, ne zaman çikolatalı veya meyveli dondurma alıp arabama dönsem, araç çalışmıyor. Oysa vanilyalı aldığım zaman aracım rahatlıkla çalışıyor.

Bunun bir kaç kere denedim ve her seferinde aynı sonucu aldım.Yardımlarınız için şimdiden teşekkürler”

Bu olay Türkiye’de olsa ne olurdu? Muhtemelen mektubunuz ciddiye alınmayıp bir kenara fırlatılırdı.

Ama hayır! Porsche firmasındaki yetkililer derhal adı geçen bölgeye bir mühendis gönderiyorlar ve sebebini öğreninceye kadar orada kalmasını sağlıyorlar. Ertesi gün mühendis NewJersey’e varıyor ve Bay Troatman’la hemen temasa geçiyor.

Aynı akşamdan başlamak üzere her akşam üstü mühendisimiz ve Bay Troatman dondurma almak üzere markete gidiyorlar. Gerçekten de çikolatalı ve meyveli dondurma alındığı zaman araba çalışmıyor, vanilyalı alındığı zaman ise rahatlıkla çalışıyor.

Mühendis başlangıçta bu olaya şaşkınlıkla bakıyor fakat bilimsellikten uzaklaşmamaya gayret ediyor. Aradan yaklaşık bir ay geçiyor. Bay Troatman ile her gün markete giden mühendis, sonunda olayı çözüyor.

Yeni model Porsche arabalarda kullanılan soğutma sistemi, araç durdurulduktan hemen sonra devreye giriyor ve motor belirli bir ısıya düşene kadar motoru kilitliyor. Markette en çok satılan dondurma ise vanilyalı.

Bu yüzden vanilyalı dondurma tezgahı önünde sürekli sıra oluyor. Bay Troatman sıraya girip dondurmasını alana kadar geçen süre,motorun soğuması için yeterli oluyor. Fakat çikolatalı veya meyveli dondurma tezgahı önünde sıra olmadığı için dondurmayı hemen alıp aracına geri dönüyor. Motor ise kilitli olduğu için araç çalışmıyor.

Mühendis,raporunu yönetime sunuyor. Piyasadaki araçlar geri toplanıp, gerekli ayarlamalar yapılıyor ve müşterilere yeni haliyle teslim ediliyor.

☛ Tecrübe,tecrübe,tecrübe !!


☛ Tecrübe,tecrübe,tecrübe !!

Yeter artık değişin biraz..

Yeni mezun birini yetiştirmekten korkmayın artık bu kadar.

Mülakat sürecine bakın..

Giyimine,konuşma tarzına,sorularınıza verilen cevapların akılcılığına ve akıcılığına bakın !

İlgilendiği sosyal sorumluluk projelerine bakın yeni mezun olup tecrübesiz oluşuna değil. Özgüvenine ve heyecanına bakın ki,o heyecanla ne kadar başarılı olabileceğini görün.

Kendini hangi eğitimlerle geliştirdiğine bakın,mülakatta “Nereden vursam” diye düşünmek yerine onu yetiştirip yetiştiremeyeceğinizi düşünün. Mesleğine olan hayranlığına ve öğrenme isteğine bakın !

Size katabileceklerine bakın.

İngilizce konuşulmayan bir şirket için profesyonel ingilizce konuşmasını bekleyip,bunu kriter yapmayın kendinize. Tecrüben olsaydı alırdık demeyin,bırakın sizinle öğrenelim herşeyi. Korkmayın artık.

Değişin artık ! Öğretin,yetiştirin ! Yeni bir tohum yeşertin. Değiştirin kendinizi ! 12.08.2017

Dilara Sak

 

Değerli Meslektaşım, Dilara Sak yerinde bir paylaşım yapmış ve aynı duygu ve düşünceler ile paylaşmak istedim. #ekremozturk

Hakimiyet Milletindir


Güçlü milletin, güçlü ordusu ile  sınırları asla değişmeyecek, bayrağı inmeyecek, ezanı susmayacak,  sadece bölgenin değil dünyanın güçlü devleti olarak,   bağımsız bir Türkiye için HAKİMİYET MİLLETİN” dir.

Her ne amaç için kimden gelirse gelsin, bu aziz ülkeye ve aziz millete yönelik girişimler  karşısında olacağız.

Boyun bükmeyecek, diz çökmeyecek, çalışacak, üretecek ve hep dik duracağız. 

Eğitecek, bilecek, düşünecek ve farkında olacağız. 

Ahlaklı, vicdanlı ve merhametli, idealist ve hedefleri olan bir nesli, geleceğin dünyası için hazırlarken bu ülke için her alanda her zaman nöbette olacağız.

Bu aziz ülke için nöbet tutan, gazi olan ve canını feda edip şehit olan insanlarımızı saygı ve rahmetle anıyoruz.

Asıl azmaz


Aslında mayamız güzel! Hani asıl azmaz, bal kokmazya!

Babalar günü nedeniyle sosyal medya paylaşımlarınıza baktım. Bir çok insan hayatta olmayan babasının resimlerini paylaşırken, güzel sözler ile sevgi ve hasretlerini yazdılar.

Sosyal medya başta olmak üzere tüm etkenler bizi ne kadar değiştirirse değiştirsin, bizim adet, gelenek ve göreneklerimizle bozulmaya karşı direniyoruz.

Aslında aile ve eğitim sistemi bilinçli koruyuculuğunu sürdürebilse, bizi olumsuz olan ne varsa ve nasıl değiştirirse değiştirsin, aslında özümüzü ve aslımızı     yitirmez, soyumuzun özelliklerini korur ve gelecek nesillere taşırız.

#ekremozturk

Aybüke Yalçın’a…


Bu genç kızımızın  hayali olan öğretmenliğe atanma ve mesleğe başlama  sevinci bir kahpe kurşun ile sona erdi. 

Ruhu şad olsun. 

Kızgın ve üzgünüz!

Hepimiz duygularımızı paylaşıyoruz. Hep kızıyor, yazıyor ve paylaşıyoruz. Kırk yıla yaklaştı ve terör belası ile baş edemedik. 

Coğrafya zor, düşman çok ve sürekli üzerimize oynuyorlar. 

Peki! biz ne kadar iyiyiz, biz ne kadar birlik ve beraberlik içinde düşünüyor, çalışıyor ve topyekûn ülkenin ortak değerleri için varız diyoruz?

#ekremozturk

Ortadoğu’daki Türkiye


Ortadoğu’daki tüm kavgaların asıl sebebinin enerji kaynakları ve buna bağlı olarak rant olduğu bilmeyen yoktur.

Bu enerji kaynaklarına bizdeki Fırat ve Diclenin suyunuda dahil edebiliriz.Büyük Ortadoğu projesi devam ederken bu projenin finansman sorunuda devam ediyor. Katar gündemi her gün yeni gelişmeler ile vahim bir hal alıyor. Dün IŞİD terör örgütünü ortaya çıkaranlar bugün Katar kozunu oynamaya başladılar. Geçen yıl 95 milyar dolar cari açık veren Suudi Arabistan ekonomisi her geçen yıl daha kötüye gidiyor. Tüm geliri petrol üzerinden olan Suudlar, ABD ile önce Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e petrolünü akıtmasından korktukları İran’ın önünü kesmek için IŞİD belasını sahneye sundular ve istediklerini elde ettiler. Olan bize oldu ve PYD terör örgütü, ABD desteği ile Suriye üzerinden bir devlet çıkarma fırsatını buldular. Barzani’nin fırsatçılığı ise bağımsız Kürdistan için, Kerkük’te dahil edilerek bir referandum kararını aldırdı.

Zengin doğal gaz Kaynaklarına sahip olan Katar, ABD destekli Suudi Arabistan tarafından işgal edilmesi ve doğal gazının Suudi Arabistan, Mısır, Tunus üzerinden Libya’dan Avrupa’ya pazarlanma planı uygulamaya geçti. Bu hattaki ülkelere dikkat çekiyorum. Ortadoğu’daki ABD’nin en büyük üssü Katar’a ve ABD bu ülkeyi zaten kontrol ediyor. Kimse Katar’ı bağımsız ve yönetenleri masum görmesin. 

Halkının seçmedigi  ve demokrasi ile yönetilmeyen ülke liderleri, saltanatlarını korumak için her güce boyun eğerler. Güç ABD olduğuna göre Katar’ın dik duruş göstereceğini beklemek hayalcilik olur.

Biz kendimize bakalım ve kendi topraklarımıza sahip olalım.
#ekremozturk

Bir insanı tanımak istiyorsanız, onu büyük bir mevkiye geçiriniz


Rabindranat Tagore diyor ki; “Bir insanı tanımak istiyorsanız, onu büyük bir mevkiye geçiriniz.”
Doğru, çünkü dünya gerçeğini bilen insan mevkiyle şımarmaz.
Konfüçyus ise “Yüksek bir mevkiye sahip olmadığından dolayı telaşlanma, ama o mevkiye layık olup olamayacağından dolayı endişe et.”
Bu sözler boşuna söylenmiş sözler değildir. Bu sözlerin vuku bulduğu bir çok insanı hepimiz mutlaka görmüşüzdür. Mesele hangi konumda, hangi mevkide olursa olsun, “adam gibi” kalmaktır.
Bir insanı oturduğu koltuk değil, o koltuğu dolduran bilgisi, asaleti, büyüklüğü, alçak gönüllüğü, insan sevgisi, ahlak ve vicdanı süsler.. Bulunduğu mevki ne kadar büyük olursa olsun, koltuğu ne kadar değerli olursa olsun, insanı insan yapmaz asla…Bazı insanlar bu durumu bilir ve buna göre davranır. Bazılarıda bu durumu bilmelerine rağmen koltuğun cazibesine kapılır ve kim olduğunu ve nereden geldiğini unutur. Unuttuğunu hatırladığında ise iş işten geçer.
#ekremozturk
Otomatik alternatif metin yok.

Yaşayan ölüler için gözyaşı dökülmez…


Ölüm, yaşam kadar gerçektir. Her canlı doğduğu gibi ölecektir. Yani, her canlı ölüm mutlaka tadacaktır. Kaçışı olmayan tek bir gerçek vardır, o da ölümdür. Ölüm yaşı, zamanı, nedeni ve gelişi belli olmayan bir süreçtir. Ölüm gerçeği her ne kadar, her insan tarafından bilinse de, ölüm gerçeği her insanı korkutur. Bir insana verilebilecek en büyük ceza ölümdür. Ölümden öte bir ceza yoktur. Ölüm gerçeği bilinmesine rağmen, sevdiği bir insanın ölümü yaşayan insan üzülür, gözyaşı döker. Ölene ağıtlar yakılır, feryatlar edilir. Ölen insan dünyadan ve hayatımızdan gitmiştir. Ölen gider, gelişi ve dönüşü yoktur. Gelmeyecektir, ağlanır, feryat edilir. Gitmiştir bir kere ve vuslat ahrete kalır. Yaşamayan ölüler içindir gözyaşı, yaşayan ölüler için değildir.
KİMDİR, YAŞAYAN ÖLÜLER…
Varlığı ve yokluğu belli olmayan insanlardır, YAŞAYAN ÖLÜLÜLER. Varlığının hiçbir kıymeti olmayan, kendi halinde, kimseye faydası olmayan, haksızlığa kayıtsız kalan, yanlışı görmeyen ve duymayan insandır, YAŞAYAN ÖLÜ. Sevgiden anlamayan, verdiğin değeri boşa sayan ve vefayı hiçe sayandır, YAŞAYAN ÖLÜ.
Ve YAŞAYAN ÖLÜLER için GÖZYAŞI DÖKÜLMEZ. Çünkü onlar bir GÖZYAŞI DAMLASINA dahi layık değillerdir.
#ekremozturk

yy

Yaşasın 1 Mayıs


Emeğin Bayramı olan “1 Mayıs” kutlu olsun. Hiç bir ideolojiden bir şeyler katmadan, sağa-sola çekmeden, demokrasi, özgürlük gibi başka mecralarda talep edilecek isteklerde bulunmadan, sadece emeğin, alınterinin hakkı için yaşanabilir bir ücret, iş kazasız ve huzurlu işyerleri için 1 Mayıs kutlu olsun.

Sadece işçinin değil tüm emekçilerin, yani ÇALIŞANLARIN günü olsun, 1 Mayıs…

İşe alımlarda adil seçimler,  eşit işe eşit ücret, liyakat esaslı adil atamaların olduğu çalışma ortamları için yaşasın 1 Mayıs…

Alanın yerini, kutlayanın ideojisini, flamasının rengini sorgulamadan, ellerde ay yıldızlı bayrak, dillerde güzel sözler, çalışanların geleceği için bakan güzel gözler ile kutlu olsun, 1 Mayıs.

#ekremozturk

Katil Amerika


Gerçeğin herkesin kafasına dank ettiği şu günlerde değil, bazılarının  “ABD imajıyla büyüdüğü” yıllarda, 

Aşık Mahzuni Şerif  “Katil Amerika” dediği zaman bir kısım anlamadığı gibi bu sözlere karşı çıkmıştı.

Bugün PYD çapulcularının flamalarını zırhlı araçlarına takıp, sınırımızda bize hava atan ABD askerlerini görünce, bir kez daha sözlerine sonuna kadar katıldığım ve muazzam bir türkü dediğim üç dakikalık bir eserde Amerikanın tüm planlarını ve ikiyüzlülüğünü  bu kadar güzel anlatan bu sözlerin sahibine yüreğine sağlık dedim..!

Katil Amerika bunu dünyanın pek çok yerinde yaparken, bizim sınırımızda, bize karşı bu efeligi ilk kez yaparak  bizimle kafa buluyor.

  • Nükleer silaha sahip değiliz, 
  • Kendi hava savunma sistemimiz eksik,

  • Hava saldırı sistemimiz yerli değil,

vs.

Bu eksiklikleri gidermek için düşünecegiz, üreteceğiz, bir olacağız, diri olacağız ve boyun eğmeyeceğiz.

#ekremozturk
Defol git benim yurdumdan
Amerika katil katil

Yıllardır bizi bitirdin

Amerika katil katil

Devleti devlete çatar
İt gibi pusuda yatar

Kan döktürür silah satar

Amerika katil katil

Piknik ve Çevre


Piknik dönemi başlaması ile birlikte  tehlike oluşturan iki durum ortaya çıkıyor.

  1. Piknik ateşleri nedeniyle oluşan yangınlar,
  2. Piknik sonunda oluşan çevre kirliliği

Yaşlanan dünya aynı zamanda hızla kirleniyor. Özellikle pet şişe, plastik ambalaj ve poşet atıkları, doğaya büyük zarar veriyor. Yangın zararlarını yazmaya sanırım gerek yok.

Bireysel olarak çevreyi korumak insan olan herkesin sorumluluğudur.

Kamu yönetimi ise çevreyi korumak ile yükümlüdür. Çevre kirliliğini denetleyen ve yaptırım uygulayacak bir sistem acil oluşturulmalıdır.

#ekremozturk

İnsan Kaynakçısı


Daha önce, hangi işle meşgul olduğumu soran bir tanıdığım “İnsan Kaynakları mı?, metal kaynağı duymuştum ama insan kaynağını hiç duymadım” demişti. O zaman kendisinin cehaletine vermiş ve İnsan Kaynaklarını bile bilmiyor diye hayıflanmıştım. Feyhan Aras ise kitabının adına “İnsan Kaymakları” koymuştu ve bu isme çok gülmüştük. Yakın zamanda tanıştığım bir insan mesleğime bakarak, “sen kaynakçı degilmisin, beni tanımla” deyince, lisede okuduğum bölüm,  (metal işleri, bu bölümde okuyanlara KAYNAKÇI derlerdi) uzmanlık alanım oldu dedim. 

Bir KAYNAK kelimesi varya, insan veya metal kaynağımı çok bilen yok, çok umursayanda yok ! Biz bir kaynakçıyız. 😊 

KAYNAK olarak, suyun çıktığı yere dendiği gibi malzemeleri birleştirme işlemlerinede KAYNAK deniliyor. İnsanı bulmak (seçmek) ve onun ihtiyaç duydukları (uygun pozisyon, ihtiyaç duyduğu eğitim vs.) ile buluşturmak. 😊 Bir kaynakçı latifesinin ardından, “İnsan Kaynaklarına” yeni bir tanımlama getirmiş olduk.

Sizin bildiğiniz insan kaynakları kavramından bir an sıyrılıp  düşünün ve insan kaynakları dendiğinde aklınıza ne geliyor yazınız…


 “İnsan Ne İle Yaşar” 


Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır. Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”
Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…
Bazı insanların 15-20 yıl boyunca ödemek kaydıyla faizli banka kredisi çekmesi neyin alametidir… Bazen insan, ömründen daha çok borç biriktirir. Bazen de elinde olan ama fark etmediği nimetleri, hoyratça harcar durur.
Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…
Tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir… Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…
Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.
Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız?

Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar aslında fakiriz hepimiz. 
Aldığı maaşı yetiremeyenlere, modayı takip edemeyenlere, evini beğenmeyenlere, mekanı dar bulanlara, çarşıda pazarda gezmeye eğlenmeye doyamayanlara, daha çok para için, hesabı daha fazla kabartmak için çırpınanlara da yeter toprağın altı. İhtiraslarımız, bitip tükenmeyen arzularımız için, az bir toprağa ihtiyaç var sadece.
Ha gayret, menzile çok az kaldı…


Alıntıdır. 

Liyakat sahibi olmayanlara sorumluluk verirseniz veya yetkinliklerine uygun olmayan göreve getirirseniz ne olur?


  1. Kişiye haksızlık yaparsınız ki,
    a) Taşıyamayacağı yükün altına sokmuş olunur
    b) Başarısız olmasına sebep olunur
    c) Psikolojisi bozulur
    d) Özel yaşamında huzuru kaçar
    e) vs.

2. Çalıştığı kuruluşa haksızlık yaparsınız ki,
a) Başarısız olması ile kuruluş zarar eder
b) Organizasyonda huzursuzluk oluşur
c) Kuruluşun imajı bozulur
d) Çalışanların kuruluşa güveni azalır
e) vs.

3. Diğer çalışanlara haksızlık yaparsınız ki,
a) Daha liyakatlı olanın hakkı yenmiş olur
b) Diğer çalışanların motivasyonu azalır
c) Diğer çalışanların kuruluşa güveni kalmaz
d) Çalışanların arasında huzursuzluk oluşur
e) Diğer çalışanların iş dışında huzuru kaçar
f) vs.

4. Dinin emrine uymamış olursunuz ki,
a) Âyet-i Kerimede:“ Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” (Nisâ Sûresi 58)

#ekremozturk

”Bugün benim doğum günümdü” 2017


Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı

Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının 23 sabahında, bugün benim doğum günüm diye başladığım bir günü, “bugün benim doğum günümdü” diyerek tamamlıyorum.

Her 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı ve benim doğum günüm iken bu yıl, Miraç Kandilide aynı güne denk geldi. Milli, dini ve şahsi üç güzel günü bir arada yaşamının mutluluğunu yaşıyorum.

Bir gün daha geçiyor ve bir günler bir ay, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp bir ömrü tamamlıyoruz.
Bu özel günde doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce, bu teşekkür yazısını yazmadan geçemedim. Kutlama yapan tüm arkadaşlarıma, ‘’hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap vermeye çalıştım.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onunda onunda haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek bir dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten samimi ve içten duygular  ile sevmek dedim. Çoğu zaman dinlediğimin şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda çocukluğumda sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve ‘’Annem’’ diyesim geldi!
Geçen yılları düşünürken sevdiklerim, sevenlerim, sevip diyemediklerimin hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam bir kez daha yüreğimi sızlattı.
Volkan Konak, ‘’Ben Onu Sevdim Ya O Beni’’ diye söylerken, Tahir ile Zührenin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil’’ sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken, her yıl tekrarladığım bu yazı ile birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim. Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu. Olumsuzluklar karşısında pes etmedim. Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim. En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek,  kendimi en emin olana havale etmenin güven ve huzurunu yaşadım.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun… ” sözüne uygun olarak düzgün insanlar ile muhatap olmaya çalıştım. Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım ve adam satana meyil etmedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de,  “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
‘’Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!’’ İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz.  Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan ailem, dostlarım ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum. Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Hazreti Mevlananın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp ataeaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllarada taşımayacağım.

Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri  seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin…? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir…!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.
#ekremozturk

 

Hiçbir şey için “benimdir” deme, “yanımdadır” de.


Hiçbir şey için “benimdir” deme, “yanımdadır” de.
Çünkü hiçbiri şey daima seninle kalmaz.
Yaradan, insanın karşısına tahmin bile edemeyeceği sürprizler çıkarıyor. “Olmaz, yapamam” dediklerimizi yapıyoruz, “bu benim başıma gelmez” dediklerimiz, başımıza geliyor, kocaman kocaman laflarımızı tek tek yutuyoruz. Yani hayat bizi yavaş yavaş törpülüyor, sivriliklerimizi alıyor.

Bu güne kadar öğrenmek istediğimiz, yapmak istediğimiz her şeyi denedik ve yaptık. Bana bunun bir kabiliyet olduğunu söylediler. Hayır, denemeden hiçbir şeye yapamam demedik.
Bugüne kadar, bu benim başıma gelmez demedik, hayret hayat bizi şaşırtmadı. Affetmeyi öğrendik. Törpüyü ben kendimiz kullandık. Çok şükür kimse bizi törpülemedi. Çünkü yumuşak başlıyız. İnandıklarımızda inatçıyız.
Vermek vermek vermek… Hep eksiliyoruz sandık, Ama şimdi, okuduklarımızla ne kadar güçlendiğimizi gördük. Başkalarını kandıramayacağımızı, sadece kendimizi kandırdığımızı öğrendik.
Kendimizle yüzleşiyoruz. Hatâlarımızı keşfediyoruz. Böylece tâze kalıyor, yenileniyoruz. Aynı kararda asla kalmıyoruz. Belki geç oluyor, ama sonuçta oluyor.
Kimisinin izi kalsa da, sarılmayan yara kalmıyor. Başımıza gelen her ne ise, sevip terk edilmek de olsa, kavuşamamak da olsa, ayrılmak da olsa, hepsinin bizim için hayırlı olduğunu anlıyoruz. Kaderimizi yazanın sadece bizim için “hayır” dilediğini biliyoruz. O’na güveniyoruz.
İşte o zaman hiç yanılmıyoruz. Mutsuz da olmuyoruz. Başımıza gelen her ne ise. Vaki olan her ne ise…
Her yeni gün yepyeni şeyler getiriyor. Her yeni günde sonlar yaşanırken, ilkler de yaşanıyor. Bitişler yaşanırken, başlangıçlar da yaşanıyor. Her yeni gün yeni hasatlar yapılırken, yeni tohumlar da ekiliyor. Tıpkı ölümle doğum gibi…
Nefretler yok oluyor, evvela kendimizle barışıyoruz. Kendisi ile barışık olanın, kendiliğinden dünya ile barışık olduğunu öğreniyoruz.
Taşkınlıklar duruluyor, duruluyoruz. Yaradan’ın sürprizleri hiç bitmiyor.
Harika bir duygu kapımızı çalıyor. Gönlümüze buyur ediyoruz.
“Her şey bitti” dediğimiz anda yepyeni kapılar açılıyor, yepyeni insanlarla tanışılıyor, yepyeni fırsatlar karşımıza çıkıyor.

Her gelen gün, yepyeni bir gün. Bir öncekine hiç benzemiyor, ve biz artık bunu biliyoruz. Bu yeni günümüzde, yepyeni güzelliklere vesile olsun.

Polis Haftası


POLİS olmayı seçmek, diğer meslek seçimleri gibi değildir.
Bu seçimi yapmak zor olmalı, gönüllü olmalı, cefaya ve her türlü zorluğa dayanacak güç ve iradeye sahip olmalı ve sevmelidir.
Diğer mesleklerden çok farklıdır. İnsanlara yönelik bir meslek olması, mesai saati, işin çeşitliliğinden kaynaklanan zorluğu, çalışma ortamları gibi etkenleri düşünürsek bu mesleğin zorlukları daha belirgin olur. Günümüzün terör çeşitlilikleri, insan davranışlarının değişkenliği, çevre ve psikolojik şartlar, Polislik mesleğini seçerken tercih zorluğu yapan etkenlerin başında gelir.
Herkesin bir Polis yakını vardır. Herkes bir türlü Polis ile iletişim halinde olabiliyor. Bazen hallerini görür, halden anlamayız.
Ben hep çevik kuvvet Polislerimize bakarım ve duygulanırım. Yaptıkları işin zorluğunu hissetmeye çalışırım.
Tercihleri ile alanları olmayan bu mesleği seçenleri düşünürüm.
Polislerimizi, anlamak ve anlayış göstermek lazım.
Haftaları kutlu olsun, çalışma şartları güzel olsun, huzurlu ve sağlıklı olsunlar…
#ekremozturk
polis_haftasi_kutlaniyor_h39323

Mesleki Eğitim Üzerine


Bugün bir arkadaşımız kalp krizi geçirdi ve Kayseri’ye sevk edildi. Acil ve yerinde yapılan müdahale ile rahat bir nefes aldık.
Bulunduğu hasta

Bugün bir arkadaşımız kalp krizi geçirdi ve Kayseri’ye sevk edildi. Acil ve yerinde yapılan müdahale ile rahat bir nefes aldık.
Bulunduğu hastanede, koroner yoğun bakım servisinde, gözlem altında bulunuyor.
– Ziyaret esnasında bir hemşire “yüzünüz tanıdık geldi” dedi.
– Kendimi tanıtınca, ben Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde staj yaptım. staj döneminde bizi sürekli toplatır ve uyarı yapardınız dedi.
Kamu Hastaneleri sürecinde İdari Hizmetler Başkanı olarak görev yaparken, birliğe bağlı Hastanelerde (3) staj yapan iki bin sağlık öğrencisinin stajlarının etkin olması ve mesleki becerilerinin iyi olması için, tüm sağlık tesislerine örnek olacak bir staj prosedürünü oluşturup, uygulanmasını sağlamıştık.
Öğrenciler ile bir araya geldiğimiz ortamlarda, sürekli olarak mesleki eğitimin önemini anlatırken;
-Bir gün biz veya kendi yakınlarınız sizlerin hastası olacaktır. Siz ne kadar iyi eğitim alırsanız ve mesleki becerilerinizi geliştirirseniz, o kadar iyi bir sağlık hizmeti verirsiniz diyordum.
Bugün hemşire hanım bu dediklerimi hatırlatınca, mutlu oldum.

#ekremozturk #saglikegitimi

Gelen ağam, giden paşam dememeli


Yaşanan olaylardan insanlar ders çıkarmayı bilmelidir. Gelen ağam, giden paşam dememeli, gideni yok saymamalı, vefasızlık yapmamalıdır. Zaman hızlı ve o kadar değişken ki, yarın olur diye beklenen olmadığı gibi aleyhinize hiç umulmadık şekilde bir başka hal almaktadır. Gelen gidip, giden gelebilmektedir. Yaşanmış bir hikayeyi hatırlayınca paylaşmak istedim. Daha önce çalıştığım şirkete, bir zaman yeni bir üretim müdürü gelmişti. Çalıştığım şirket, o zaman kamuda ve hantal bir yönetim yapısı vardı. Özel sektörden gelen müdürün çalışma sistemi mevcut çalışanlara ağır gelince, özel sektörde gelen müdür sevilmeyen adam oldu.

Bir kaç yıl sonra bu müdür ayrıldı ve ardından gitti diye sevinip konuşan, konuşana… Zamanın da yağ çeken, eğilen, yanlış karar ve davranışlarını alkışlayan, evine yemeğe davet eden ve en büyük övgüleri yağdıranlar, bir anda dönüş yaptılar ve müdürü en kötü insan olarak ilan ettiler. Tabi ki; bu durumdan giden müdür bir türlü haberdar olmuş. Gel zaman git zaman sonra aynı müdür, beş yıl sonra işletme grup müdürü olarak tekrar şirkete geri dönüş yaptı. Bu geri dönüşün ardından, aleyhinde en çok konuşan Hasan abimizi çağırır ve çok iyi bir ayar verir. 🙂 Müdürün yanından dersini alıp çıkan Hasan abimizle karşılaştım ve abimizin nasihatını dinledim.

” BİR TEK ÖLENİN ARDINDAN KONUŞUN, YOKSA ADAM BİR TÜRLÜ BAŞINIZA GERİ GELİYOR VE HESABI AĞIR SORUYOR” Aslında ne sağ olanın, nede ölü olanın ardından konuşmamak gerekiyor.

#ekremozturk

gelen ağam giden paşam ile ilgili görsel sonucu    A C A B A . . .

YÜZYÜZE KONUŞAMAZ OLDUK


İnsanların birbirleri ile birebir olan iletişimini yok ettik. Yüze konuşmaz olduk. Nasıl bir İnsan olduk..
Hadi yerdiğimizi söyleyemezken neden sevdiğimizi söyleyemiyoruz.
Bu nedir ve neyin korkusu var.
Sorunları birbir söylemek yerine facebookta paylaşıp, görmesini beklemek ve tepkisini ölçmek yeni bir iletişim aracı oldu. Yan yana çalışan insanlar, aynı evi paylaşan eşler, kardeşler, dostlar, sevenler, nefret edenler, yerenler, dövenler, sövenler, yani herkes iletişimi sosyal medyaya bıraktı.
– Benim seninle şu sorunum var.
– Hayırdır, sıkıntılı gördüm bir sorunmu var.
– Seni seviyorum.
– Senden nefret ediyorum.
– Bu davranışın çok güzel.
– Çok gıcıksın,
– Bunu bana yapmayacaktın, gibi olumlu veya olumsuz söylemleri yüze söylemek çokmu zor.
Aynı evi paylaştığın eşine, işyerinde sorun yaşadığın arkadaşına, yöneticine vs. sitemlerini, eleştirini yada kızgınlığını konuşarak iletmek yerine sosyal medyada iletmeyi tercih ediyor hale geldiysek, bir yerde ip kopmuş demektir. İletmek istediğimiz, mana yüklediğimiz resim veya yazının görmesini istediğimiz kişi tarafından görüldüğünü yada okunduğunu merak etmek ise ayrı bir sorun.
– Ben sana resimle mesajımı iletmiştim.
– Facede paylaştığım resimde sana ben demiştim.
– Nasıl olur, ben falanın paylaşımına yorumda sana demiştim gibi iletişimin başka bir yönüde bizi bizden koparan iletişim sorunlarına neden olmaktadır.
Bu iletişim türünün bir başka gerekçeside kişinin kendi kendini rahatlatmasıdır. Birde kişinin sana ulaşmasını engelledinmi deme keyfine. Öldürüp, mezara gömmüş kadar mutlu olanlarıda görebiliyoruz.Kendi kendine yaz, çiz, yorum yap ve paylaş…Her türlü iyi ve kötü duygu ve düşüncelerini zaman tüneline yansıt.
Herşey çok güzel olacak değilmi?
Aslında bu şekilde esas iletmek istediğimiz kişi yerine duygu ve düşüncelerimi gereksiz kişilere pazarlamış oluyoruz.
Bu pazarlama bazen amaçlı oluyor. Kendimizce rezil edeceğiz ya ; herkes okusun, herkes görsün diye sitemlerimizi, nefretimizi, kızgınlığımızı vs. bilerek paylaşarak kendimizi teselli ediyoruz.
Mutluluk yada sevinçlerimizide ulu orta sergileyerek, birileri gerçekten sevinsin derken, birileride haset etsin, kıskansın hatta çatlasın diyoruz.
Bu sosyal medyada iletişim kurma hastalığı hızla büyüyerek devam ediyor. Bu hastalık ile birlikte insanlar birbirinden daha çok uzaklaşıyor ve birbirlerini daha az seviyorlar. Bu hastalığın çözümü için kafa yoranda yok. Herkes bir türlü bu çıkmazın içine girmiş, cahili, aydını, kadını, erkeği, gençci, yaşlısı demeden iletişimi sosyal medya yapmayı kabul etmişiz.
Aynı evde birbirimize sosyal medyada mesaj yazarak iletişim kuracak kadar ileri boyuta gelen bu sorunun çözümü samimi olmaktan ve gerçek manada birbirimizi sevmekten geçiyor.Koşulsuz sevgi ve hoşgörü bu sorunu çözecektir. Yüze konuşmak, ardından oyun çevirmemek, sonucu ne olursa olsun olumlu ve olumsuz olan duygu ve düşüncelerimizi sevdiklerimizin kendilerine demek gerekiyor.
Eşler, dostlar, arkadaşlar, mutlaka yüz yüze ve maskesiz konuşmak zorundalar. Zaman tüneline yazılan yazıda yada resimde duygu yoktur.
Gözleri yaşlı söylenen bir söz yazı ile ne kadar anlatabiliriz.
Mutluluk tebessümlerini, sevinç kahkahalarını yazıda nasıl gösterebiliriz?
Lütfen, yüze sözle ve gözle konuşmayı tercih edin, göreceksiniz ki, herşey daha güzel olacaktır.

28.03.2015

Ekrem Öztürk

 

11082639_10204609528135388_3311831238672976123_n

Karakter varsa Kariyer vardır!


Karaktersiz kariyerin öneminin çok olmadığını biliyoruz. Bugünlerde çevremde yaşadığım canlı örnekler çoğalınca bu konuyu yazmaya devam ediyorum. Kariyeri amaç edinen ancak karakter yoksunu yâda eksiği insanları çevrenizde görebilirsiniz. Kariyer için her şeyi yapabilirim diyen birçok insan tanıdım.Bunlardan bir tanesi yıllar önce yanımda staj yapan genç bir öğrenciydi ve ‘’kariyer için her şeyi yaparım’’ dediğinde, kariyer yolculuğunun, karakter ile birlikte olması gerektiğini hatırlattım. Günümüzde kariyer yapmak, öğrencilik döneminde başlayan bir hayaller dizisi oluyor. Daha eğitimlerini tamamlamayan gençler, kariyer adına birçok etkinliğe katılıp, bu konuda kitaplar okuyup, kariyerli zatlar ile tanışma çabasına giriyorlar.
Önemli olan bir konuda, lise döneminde başlayan kariyer günlerinin yapılması ve bugünlere şık giyimli, gösterişli arabalı, iyi mevkide bulanan insanlar davet ediliyor. Lise öğrencisine direk hedef olarak kariyerden ziyade kariyerli insanların konumları sunuluyor. Kariyer yapmak lise öğrencisi için kariyer gününe davet ettikleri kişilerin gösterişli olarak sundukları hayat hikâyelerimi yoksa öğrencinin yetkinliğine ve ilgisine uygun bir bölüm tercih etmesi mi bilemedim.
Kariyer nedir yada nasıl planlanır sorunun cevabını sanırım gerçek manada verilmesi mümkün değil. Yada kariyer sürecine nereden başlanmalı? Lisede kariyer günleri ile gelecekte çok iyi imkanlar sunacak bölümlerin tercih edilmesi, Üniversitede iyi bir şirketten burs alınması, iyi bir kuruluşta işe başlama veya çalışırken iyi bir pozisyona yükselecek fırsatları yakalamak..Bunların hepsi ise kariyer planlaması nereden başlamalıdır?Sonuçta kariyer derdinde olan her birey bir türlü kendisi, çevresi veya çalıştığı kuruluş vasıtasıyla kariyer sürecinde yer alıyor. Kariyeri olmazsa olmaz görenler kariyer için birçok şeyi mubah görüyor ve hızla yükseliyor. Kariyerli insan olmaktan ziyade karakterli insan olma düşüncesinde olanlar ise daha farklı davranırlar. Bilirler ki, kariyer bir gün bitecek ve bu yolda sadece kariyer odaklı olanların kaybettikleri değerler aranacak.
Karakter yerine kariyeri önemseyenler, kariyerin gücünü ve gösterişini çok önemserler. Kariyer insanları çok güçlü gösterir ve itibar gördüklerini sandırır. Gerçekte ise tanınıncaya kadar kariyer tanındıktan sonra karakterle saygınlık görünür. Aslında iyi bir karaktere sahip olan insanlar bulundukları çevrede kariyer fırsatını her zaman yakalayabilirler. Yada bu tür insanlara o kariyer fırsatları birilerince sunulur. Karakter kariyerin mayasıdır ve sağlam karakter iyi bir kariyeri şüphesiz getirecektir.
Ekrem Öztürk
human and Character ile ilgili görsel sonucu

Bazen kabullenmek lazım..


Ne güzel söyler Yalın; “Herkesin hayatla bir kavgası var..

Barışmıyor bir türlü yıldızları..

Hayaller güneye, gerçekler kuzeye doğru..

Dünyayı hep bulutlu gördün mü sen?

Denizleri her zaman dalgalı?

Yağmuru sonsuz, güneşi yalancı mı bildin sen?

Kabullenmek lazım..

Olur demek lazım..

Ağlamayı öğrenmek, hayatı sevmek lazım..

Üzülme!

Yarına kadar dinecek, bu rüzgar da bitecek..

Sonunda eskiyen sen olma..”

#ekremozturk

SANIRIM HERKES İÇİN GEÇERLİDİR!


Artık kendimi kimseye sevdirmeye çalışmıyorum. Sevmeyenin hep bir bahanesi olduğunun farkındayım.

• Artık kimseye olur olmaz beni eleştirme hakkı tanımıyorum. Biliyorum ki ben özel ve değerliyim ve kimseye kendimi ispatlamak zorunda değilim.

• Artık kendini beğenmişe, ukalaya, kibirliye hayatımda yer vermemem gerektiğinin farkındayım.

• Artık her şeye bir “ama” cevabı verenlere bir şeyler anlatmaktan ve onlara çözüm üretmemek gerektiğini fark ettim..

Biliyorum ki isteyenin planı, istemeyenin “ama”sı var. #ekremozturk

İNSANLAR ANLAŞILMAZ OLDU!


Bazen anlayamıyorum. Aslında bazen değil, çoğunlukla anlayamıyorum.
Ne kadar okusam, eğitim alsam ve insanlarla iç içe yaşasam da sonuç değişmiyor.
Başka bir insan, başka bir dünya demek ve benim başka bir dünyayı keşfedecek kadar enerjim yok artık…
Bazen, birine sevgi verirsiniz. Emek verirsiniz. Zaman verirsiniz. Saygı gösterirsin, hürmetini eksik etmezsin, meselen yoktur, kendin gibi görürsün. Elinizden ne gelirse onu yaparsınız.
Bir karşılık beklediğinizden değil, hak ettiğini düşündüğünüzden yaparsınız bunları.
Karşılığı vardır belki de. Belki bir güler yüz, belki de sıcak bir gülümseme.
Bazen bir teşekkür, bazen de ta içinize işleyen bir bakıştır.
Ve bazen sadece derin bir suskunluktur beklediğiniz.
Beklediğiniz, bazen kırıcı olmayan bir sözdür.
Bazen, yaralamayan bir değerlendirmedir.
Bazen kimseye şikayet edilmemektir beklediğiniz, bazen de küçük düşürmeyen bir davranıştır. İnsanca bir beklentidir yani…
Çok zor değildir yapması…
Ama; her zaman hayat bize beklediklerimizi vermez.
Sadece ihtiyacımız olanı verir.
İhtiyacımız biraz hayat tecrübesiyse eğer, istemediğimiz kadar verir zaten…
Biz ne yaparsak yapalım, karşımızdaki için çok da anlamlı değildir.
Onun kafasında başka şeyler vardır.
Yaptığımız her şeyi kendi değer yargılarına göre algılar ve değerlendirir.
Bizler ne yaparsak yapalım, ancak kendimize göre iyidir yaptıklarımız.
Yıllar karşımızdakine farklı şeyler öğretmiştir çoğu kez.
Hayatın farklı yönlerini görür baktığı zaman. Yedirdiğiniz, giydirdiğiniz, gezdirdiğiniz ve anlattığınız şeyler, çoğu zaman boşa gider.
Çünkü, karşınızdaki kişi, bunları isteyerek değil, zorla yapar.
Bazen zorlamamak lazım. Olmayınca olmuyor. Siz her şeyin en iyisini de yapmak isteseniz, karşınızdaki anlamıyorsa, olmaz. En iyisi, sizin istediğiniz veya direttiğiniz bir hayat yerine, onun istediği hayatı vermektir. Bazen onun istediği hayat, onun hak ettiği hayattır.
İnsanlar; layık oldukları şekilde yaşarlar.
İnsanlara haketmedigi değeri verip baş tacı yaptığınızda o insanın kendini büyük yada ulaşılmaz sanıp, üstüne birde size ayak oyunu çekmeye kalkarsa, insan’a sen ne GARİP’sin demeden edemiyorum ve ne halin varsa GÖR diyorum..
#ekremozturk
Görüntünün olası içeriği: yazı

Kalp kırmak suya yazı yazmaya benzer, kalbi yeniden kazanmaksa gece güneşin doğmasına…


Kalp kırılması buz kırılması gibidir. Kırılan buzu yapıştırmak mümkün değildir. Ama dondurabilirsiniz . Kırılan kalbi de yapıştıramaz, sadece öldürebilirsiniz.
Aşağıdaki resmi görünce yıllar önce yazdığım bu yazıyı paylaşmak istedim.
Kalp kırmak suya yazı yazmaya benzer, kalbi yeniden kazanmaksa gece güneşin doğmasına… Sen suya yazı yazmasını başardın, şimdi otur da güneşin doğmasını bekle..!
Kalp kırmayı yada kırmamayı bu kadar güzel anlatan bir başka cümle daha olmaz sanıyorum. Suya yazı yazmak mümkün müdür? Ne kadar uğraş versek bile bunu başaramayız. Suya yazı yazamıyorsak, bir kalbi kırmayı da bu kadar zor hale getirmek bizim elimizdedir. Kırılan kalbi yeniden kazanmayı, mümkün olmayacak gece güneşin doğmasına benzeten bu anlamlı cümle bize çok şey anlatıyor olmalı…
Yaşamımızın her döneminde hepimizin farkında olarak veya olmadan kalp kırmış yada kalbimizin kırılmış olduğu bir gerçektir.

Kalbimizin kırıldığında yaşadığımız üzüntüyü kalbini kırdığımız insanında yaşadığını bilmemiz ve buna göre davranmamız gerekiyor. Kalp kırmak ile ilgili sevdiğim bir CÜMLEYİ paylaşmak isterim. Hiç kalp kırdınız mı veya kalbinizi kıran oldu mu diye sormaya gerek var mı?

 

Otomatik alternatif metin yok.

”Ve hiç unutmayın ki yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür”


1. ”Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın: yaş, kilo, boy.
Doktorunuz düşünsün onları. Bunun için ücret alıyor sizden.

2. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun.
Suratsızlar, negatifler sizi aşağı çeker.

3. Öğrenmeyi sürdürün: Bilgisayar, el sanatları, bahçecilik, ne olursa.
Beyniniz âtıl kalmasın. Âtıl kafa, iblisin tezgâhıdır.
İblisin adı da, alzheimer’dır.

4. Küçük şeylerden zevk almaya bakın.

5. Sık sık, uzun uzun, vargücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün.

6. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.

7. Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi, aile, kedi, köpek, kuş, balık,
yadigârlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa.
Eviniz sığınağınızdır. Tadını çıkartın.

8. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse üstüne titreyin.
Bozuksa düzeltin.
Siz kendiniz düzeltemiyorsanız yardım sağlayın.

9. Vicdan azabından uzak durun.
Çarşı pazarda gezin, komşu illerde dış ülkelerde dolaşın,
ama sakın suçluluk, pişmanlık duygusuna yönelmeyin.

10. Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin, hissettirin her fırsatta.”

”Ve hiç unutmayın ki yaşam,
aldığımız soluklarla değil,
soluk kesen anlarla ölçülür”
George Carlin

Otomatik alternatif metin yok.

İmkânsız da değil


Kolay değil belki, ama imkânsız da değil.
Hangi küskünlük bitmemiş, hangi dostluk başlamamış!
Yüreğin senin elinde. İnsanları değiştiremezsin, ancak onlarla ilgili düşüncelerini değiştirebilirsin.
Öyleyse herkesi olduğu gibi kabul et sen de.

İnancının kazanmasını, “o”ndan uzaklaşarak elde etme şartına bağlama vehminden kurtul.
İyiliğin halledemediğini kötülük hiç halledemez: yüreğine kaydet bunu.
Ücretsiz bir bilettir tebessüm, yürek yolculuğuna.
Sevgiye davet çıkar sen de hadi. Kanaat getir olumsuzlukları eriteceğine.
Maziye üzülme; yaptığın hatalardan ders aldıysan eğer.
Bugünü bugünde yaşa. Fakat biraz dur.
Hayatına tecrübeler eklemen için şart değil yanlışlar yapmaman.
Başkalarının edindikleri doğruları da yerleştir zihnine. Yolu uzatıp kaderini zorlama. Güzellikleri de bizzat kendin uygula.
Savrulma sakın.
Dipsizse de karanlık, dal içeri. Öyle bir dal ki; sen değil, o korksun.

“Ne çıkar” deme: bir nur da senden olsun.
Gülümse; İNSAN olduğun için…

Gülümse…

Ne zaman ağlayan birini görsem içim acısa da yine de sevinirim


Duygular vardır anlatılamayan, sevgiler vardır kalplere sığmayan, dostluklar vardır hiçbir şekilde yıkılmayan, bazı insanlar vardır asla unutulmayan. Bizim dostluklarımızda unutulmayanlardandır.
Ne zaman ağlayan birini görsem içim acısa da yine de sevinirim. Çünkü bilirim ki ağlayan kişinin kalbi henüz nasır tutmamıştır. Katılaşmamıştır yüreği. Kalp ağlamazsa gözyaşı da akmaz denir ya. İşte onun gibi. Sevindiğimizde atılan kahkahalar kadar, üzüldüğümüz zamanlarda dökülen gözyaşları da bir o kadar değerlidir.
Bir düşünürün dediği gibi “Gözyaşı, çekilen sıkıntıyı ve bunun beraberinde gelen hakikati değiştirmez belki ama kalbi katılaşmaktan kurtarır. Gerçeklerin betona çarpıp geri dönmesine engel olur.”
Bu nedenle de ağlamak güzeldir. Üzülmeyi becerebilen bir insan, sevinmeyi de becerebilir. Ağlayabilen bir insan gülmenin kıymetini daha iyi anlayabilir. Ağlatanlardan değil ağlayanlardan olmanın ayrıcalığını hissedebilir.
Ağlamak sanılanın aksine çaresizlik, zayıflık, güçsüzlük demek değildir. Canımız yandığında öfke ve intikam duygularıyla kalbimizi nasırlaştıracağımıza, gözyaşlarımızla yapılan temizlik, kalbin doğru ateşi bularak yumuşamasına vesile olur.
Ağlayan birisine yapılacak en büyük destek, bana göre, samimi bir dokunuş ya da uzatılan bir mendildir. Bunlar bin türlü sözden çok daha kıymetlidir.
Ağlayabilmek insan olmanın gereklerinden biridir. Her şeye rağmen, özellikle insanın kendisine rağmen ağlayabilmesi takdire şayan bir erdemdir.
Ağlamakla gülmek, olmazsa olmaz bir ikilidir. Tıpkı evrende olan diğer zıtlıklar gibi…

Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kâğıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı….
Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip “Bu senin babacığım” dediğinde üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına… Bir gece önce yaptığından utandı… Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu… Kızına gene bağırdı.
“Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?” Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı, “O kutu boş değil ki baba” dedi… “İçini öpücüklerimle doldurmuştum!” Adam öyle fena oldu ki… Koştu… Kızına sarıldı… Beraberce ağladılar.
Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının başucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.
Aslında bütün anne ve babalara böyle bir altın kutuyu çocukları hiçbir karşılık beklemeden, sevgi ve öpücüklerle doldurup vermişlerdir. Hiç kimsenin hayatında bundan daha değerli bir armağana sahip olması mümkün değildir.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

Sizinle aynı anlamı gören birine rastlarsanız


Bir insanın yaşı ilerledikçe hayat komplikeleşiyor sanki, ilişkiler, dostluklar, iş hayatı, herşey ama herşey.
Geçmişe dönüp baktığımda, gençliğimdeki ben ile şimdiki ben arasında dramatik bir fark olduğunu belki yeni yeni farkediyorum. Bir zamanlar yolun yarısını çoktan geçmiş olduğumun bilincine sadece nüfus kağıdım elime geçtiğinde varırdım. Son birkaç yıldır ise maalesef bu gerçeği hergün ama hergün hatırlıyorum. Gençken aşık olmak çok daha kolaydı, sevmek, dost olmak, güvenmek, hatta iş değiştirmek…

Yaşamak daha basitti, daha az sorumluluk, karar almak çabuk, fikir değiştirmek serbest. Kaybedecek vakit boldu, bir yerlere yetişmeye çalışmadan sonsuz bir hayat süreceğine inanmak kolay.
İlerleyen yaşın içine yoğun deneyim ve birkaç hayal kırıklıklığı serpiştirilmişse, başka bir değişle sütten ağız yanmışsa, hayat eskisi kadar basit görünmüyor insanın gözüne. Yeni dostlar eklenmez oluyor, birtakım arkadaşlıklar zaman içinde yok oluyor, ilişkiler karmaşıklaşıyor.

Birbirini tanımanın en keyifli dönemleri bir tedirginlikle gölgeleniyor ve üflenerek yenen yoğurtların tadı hiç te aynı olmuyor.
Ama hayat sürprizlerle dolu, istisnalar oluşuyor ve bunların istisna olduğunu anlayabilmenin olgunluğuna sahipseniz değeri de o oranda büyük oluyor. 35 yaşından sonra hayatınıza yeni bir dost katabildiyseniz, 20 yaşınızın saflığı ve açık gönüllüğü ile çıkar ve riyadan uzak bir ilişki kurabildiyseniz inanın bana siz de bir istisnasınız.

Çünkü 21. yüzyılda paylaşmak, güvenmek, sevmek ve dostluk herkes için bambaşka anlamlar taşıyor. Siz de bu sözcüklerde sizinle aynı anlamı gören birine rastlarsanız eğer ona sıkı sıkı sarılın, inanın bana yolun yarısından sonra kurulan dostlukların tadı bir başka oluyor.

Linkedin Yorumları 1


OH NE ALA! Herkes bir yol tutturmuş gidiyor. İnsan Kaynakları Lisans (4 yıl) hatta Yüksek Lisans (2 yıl), Profesör, Doçent vs. eğitim alan birilerine 56 saat eğitim ile PROFESYONEL İnsan Kaynakları Eğitimi diye bir pazar yarat ve sömürmeye devam et. Yapanlar kim, İnsan Kaynakları Uzmanları! Üniversite mezunu böyle bir eğitime gereksinim duyuyorsa, YÜKSEK ÖĞRETİMİ eleştir. Eğitime gereksinim, kişinin kendinden kaynaklanıyorsa, bu kadar eğitimin üzerine para karşılığıda olsa EMEK VERME!

Konulu eleştirime Linkedinde gelen bir yorumu paylaşmaya değer gördüm. Nilden Tutalar hanımın paylaşımıma yapmış olduğu yorum aşağıdadır.

 

  1. Devlet üniversiteleri hocalarından “iyilerin hepsi” hepsi vakıf üniversitelerine geçmedi.

  2. Vakıf üniversitelerindeki eğitim kalitesi sanıldığının aksine devlet üniversitelerininkinin 10 da 1i kadar iyi. Berbat!

  3. Vakıf üniversitesine dünyanın en iyi anlatan hocasını dahi getirseniz bu paracı anlayış hoca ile söyle bir anlasma yapiyor “hocam bizim öğrenciler salak devlette zehir gibi çocuklara anlattığınız gibi anlatmayın!”

  4. Problem devlet üniversitelerimizde kötü hocaların olmasi değil YÖK’ün hatalı politikaları ve liseden bozuk bir sistemle yetişip üniversiteye gelmiş beyinler

  5.  14 hafta bu yanlış sistem kurbanı gençlere hiçbir dersin iyi öğretilmesi için yeterli değil.

  6. Liseye kadar öğretme sorumluluğu öğretmendedir. Üniversiteden itibaren öğrenme sorumluluğu öğrenciye geçer. Bizim çocuklar ezbere alıştığı için kendisi ders dışı hiçbir çalışma göstermeyip 14 hafta boyunca her şeyi hocadan bekliyor.

  7. ODTÜ eğitim bilimleri ile çalışıyorum ODTÜ öğrencileri mesela bir hafta sonra işlenecek konuyu hoca demeden merakla çalışıp derse hazırlıklı geldikleri için o 14 haftada bir şeyleri kalıcı öğreniyorlar.

  8. Devlet üniversiteleri ösym sistemi gereği daha zeki çocuklarla dolu.

  9. Bu nedenlerden ötürü sektöre ihtiyaç duyulan bilgileri doğru düzgün öğrenmeden geliyorlar.

    1. bir sorun: yaratıcı olma. Hadi diyelim devlette eksik öğrendin; çalışma hayatında kendi kendine çabalayıp öğrenen öğrenci profiline de pek sahip değiliz.
  10. Eksik olduğunu anlamak biraz zeka işidir. Birçok lisans mezunu kendine öyle güvenir ki bilgide eksik olduğunu dahi anlamaz.

2017 YILINA GİRERKEN…


2016 yılı akıl, sağduyu ve özgüven gösterilirse büyük başarılara imza atılabilecek bir dönemin başladığı yıl olmalı diye düşünüp buna göre kararlar almalıyız. Dünyada ve çevremizde yaşanan toplumsal olaylardan etkilenmeden bireysel iyiliğimizi, gelişimimizi, huzurumuzu, mutluluğumuzu ve sağlığımızı etkileyecek olaylara ve gelişmelere bakmalıyız.
2016 yılını sorgulama yapmak, kendini aramak, keşfetme yolunda çabalamak, kendini bilme ve şeffaflaşma yılı olacak şekilde değerlendirmenin çabasını vermeliyiz. Kendisiyle yüzleşme cesareti bulacağımız ve her insanın kendi içindeki bilgeyi, kendi Yunus’unu yaşama aktarma zamanı hızlandıracağı bir yıla da adım atmalıyız.
Dikkatli ve farkındalık dolu bir gözle kendimize, ailemize ve yakın çevremize bakıp değişimi hissetmek ve algılamanın çabasını vermeliyiz. Yıllardır çekmecelerde saklı kalmış dertleri, sıkıntıları, hatta hastalıkları kendi kendimize yenmenin planlarını yapmalıyız. Yeni yıl ile birlikte kendimizi gözden geçirmemiz ve zayıf olan yönlerimiz ilgili kendimizi yeniden yapılandırmalıyız. Yani kendimizin stratejik planını oluşturmalı ve dönem dönem gözden geçirmeliyiz.
2016 yılının bir önceki yıla ve yıllara göre farklı kılmak için birkaç önerimizin değerlendirmeniz sizin için faydalı olabilir.

yeni-yil

2016’nın bu son gunünde; bize hayal etmeyi, eğlenmeyi, plan yapmayı çok zor hale getiren bir yılın ardından çok daha keyifli, hayallerimizi kovaladığımız, birlik beraberlik içinde muhteşem bir 2017 diliyorum hepimize..

Kendini sorgulamanın önemi

2016 yılı bireysel gelişimin önem kazandığı bir kendini sorgulama, aşma, değiştirme ve baskılardan kurtulma yılı olacaktır. Kendimizi sorgulamak objektif bakış açısıyla kendimizi karşımıza alarak noksan taraflarımızı tespit etmeye çalışmak kendini tanıma ve bilme çalışmalarının belkemiğidir. Bu sorgulamaları yaparken suçlayıcı hırpalayıcı olmamak ve gerekiyorsa profesyonel destek almak sanıldığından çok daha önemlidir. Terapiler bu noktada büyük önem kazanıyor, tek başına yapılan sorgulamalarda insan sık sık gereksiz yere kendini suçlayarak dar bir alana sıkışıp içine girdiği labirentten çıkamaz hale de gelebilir. Bu noktada olaylara objektif ve bilimsel açıdan bakmak için başka gözlere de gerek vardır ki, karşılığı terapi ve şifadır.

Kendini tanıma çalışmalarında önemli olan nokta kendi noksan taraflarımızın tespiti ve bunların gelişme yolunda düzeltilmeye çalışılmasıdır. Olaylar arasındaki bağı görmeye çalışmak karşılaştığımız olayların dilini anlamaya yardımcı olur. Karşılaştığımız olaylar kendimizi daha iyi tanımamız için de birer aracıdır.

Yaşam Programını Öğrenmek Arzusu

Hepimiz, bu dünyaya belli problemleri aşabilme ve yaşam ödevlerini yerine getirmek için geliriz.. İşte bu problemlerin, onları çözmemiz için yaptığı kademeli çağrı ve davetler, kişinin kader yolunu çizer. Karakter, zamanla bütünleştiğinde kader ortaya çıkar. Karakter, doğarken birlikte getirilir ve bedenleşen şuurun bir ifadesidir.

Bizler kutuplaşmanın olduğu bir gezegende eğitim görmekteyiz. Kesin evetlerle kesin hayırların kimseye çok yarar sağlamayacağı özel bir döneme giriyoruz. Canlı ve değişken bir evrende, evetler ve hayırlar sık sık yenilenmek ve güncellenmek ihtiyacındadır.
Karşılaştığımız olaylarda, bilincimizin savunma ve direncinden vazgeçersek, bedenimizin bağışıklığını korumaya devam edebilir ve bulaşıcı hastalıklardan da uzak kalırız. Zihinsel olarak uyarı almaya hazırsak, bedene inmez ama zihin örtülü ve bilinç kapalı olduğunda bedensel rahatsızlık giderek artar.
“Kendini Tanıma”, kadim zamanlardan beri, gerçeği arayanlar tarafından en önemli ve en zor görev olarak nitelendirilmiştir. Kendini tanımak, “ben” i değil, “kendini” bulmaktır. “Ben” ego olarak getirdiği sınırlandırmalarla, bütünsel ve holistik olanın fark edilmesini sürekli engellerken, Yunus Emre’nin “bir ben vardır bende, benden içeru” deyişine uygun olarak “Kendimiz” dediğimiz şey daha bütünsel olduğundan her şeyi içine alır.
Gerçek dürüstlük yolunda uğraşanlar için hastalık, bu yolda çok önemli bir yardımcıya dönüşebilir. Belirtilerde, ruhumuzda gizlemek ve yok etmek istediklerimizi, görünür biçimde yaşamak ve çare aramak zorunda kalırız. Eğer karşılaştığımız olaylarda, bilincimizin savunma ve direncinden vazgeçemezsek hastalık bedenin alacağı son çaredir ve tekyönlülüğü giderir, kişiyi yeniden orta noktaya getirir. Birdenbire şişirilen ego oyunları ve güç iddiaları yok olur, hayallerin çoğu yıkılır ve o güne kadar gidilen yaşam yolları sorgulanır. Dürüstlüğün, hastanın yalnız bedenine değil, yüzüne de yansıyan bir olgunluğu ve kabulü vardır. Yaşam bizden büyüktür ve onunla mücadele etmek yerine sörf yapar gibi birlikte akmak daha hayırlıdır. Gerçek dürüstlük, bizleri her türlü korku ve kaygının da ötesine taşır. Kendiyle yüzleşmekten, yenilikten, değişmekten ve objektif olmaktan korkmayan insanın hastalıklarla boğuşması gerekmez. Hasta olsa bile için hızla iyileşecek ve hatta çevreye de örnek olacaktır.

Bireysel Gelişim, Sosyal Aktivite ve Sağlık açısından alınacak tedbirler

2016 yılında kendimizi tanımak için özel çalışmalar yapmayı ihmal etsek bile karşılaştığımız karmaşık, şaşırtıcı, bilmece gibi olaylar nedeniyle kendimizle yüzleşmek zorunda kalacağız. Bu yüzleşme yapılmadığında, bireysel ve gezegensel kalkınma aksayacağı için bizler teşvik etmek adına hepimizi hayli zorlu deneyimler bekleyebilir. Deneyimleri zor ya da kolay hale getirmek bizim elimizde. Çaba ve gayretimize göre görünenin ardındaki görünmeyen, atom altı parçacık düzeyinde yayılarak bir kuantum etki oluşturur ve düşünce şeklimize bağlı olarak kendimize yeni olaylar hazırlamamıza, yaydığımız düşünce nedeniyle yeni olaylar çağırmamıza neden olur. Bu hem pozitif hem de negatif açıdan haylı önemlidir bir konudur. Eskiler bunu “Ne ekersen, onu biçersin”, sözleri ile ifade etmişlerdir. Eğer biz pozitifi çağırırsak büyük kolaylıklarla karşılaşmamız kaçınılmazdır.

BİREYSEL GELİŞİM
1- Yaşamınızı başkalarınınkiyle karşılaştırmayın.
2- Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın ki sizin aracılığınızla gerçekleşme şansları olmasın.
3- Enerjinizi olumlu şekilde şu an için harcamaya özen gösterin.
4- Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
5- Her şeyi çok da ciddiye almayın; sıkıcı olmayı, mizaha yer vermeyi unutmayın..
6- Kıymetli enerjilerinizi gevezelikle, dedikoduyla boşa harcamayın.
7- Yaratıcı İmgeleme Gücünüzü aktif tutun.
8- Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz.
9- Geçmişin acılı anılardan kurtulun, acıyı yaşama sevinci haline getirmeyin, yaşayın ve bitsin.
10- Yaşam birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır, kimseden nefret etmemeye çalışın.
11- Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiyi bozmasın.
12- Sizden başka hiç kimse sizin mutluluğunuzdan sorumlu değildir.
13- Yaşamın bir okul ve eğitim yeri olduğunu ve öğrenmek/pratik yapmak için burada olduğunuzu unutmayın!
14- Daha fazla gülümseyin ve gülün.
15- Her tartışmayı kazanmak zorunda olmadığınızı kendinize sık sık hatırlatın.

SOSYAL AKTİVİTE
1- Ailenizi sık sık arayın, birlikte olmanın yollarını bulun.
2- Her gün sizden başka birine bir şey verin.
3- Herkesi her şey için affetme çalışmaları yapın.
4- Ara ara 70 yaşından büyükler ve 6 yaşından küçüklerle zaman geçirin, size öğretecek çok şeyleri olduğunu göreceksiniz.
5- Her gün tanımadığınız en az bir kişiye “günaydın” deyin.
6- Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri ile ilgilenmeyin önemli sizin siz hakkınızdaki düşüncelerinizdir.
7- Kendinizden memnun olmanın bir yolunu mutlaka bulun.
8- Arkadaşlığı ihmal etmeyin, onlarla teması ne olursa olsun kesmeyin.
9- İnsanın sosyal bir doğaya sahip olduğunu sakın göz ardı etmeyin!
10- Eğlenme ve gezmeye de mutlaka zaman ayırın.

YAŞAM
1- Her zaman doğru olduğuna inandığınız şeyi yapın!
2- Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan şeylerden kaderin zorlayıcı etkileri yoksa uzak durun, zorlayıcı etkiler varsa onları da yumuşatmanın yollarını arayın!
3- Her iyi veya kötü durumun değişime tabi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
4- Kendinizi kötü hissetseniz de kalkın, giyinin ve yaşama katılın.
5- En iyisine henüz sıra gelmedi ama mutlaka gelecek deyin.
6- Karamsar olmayın, karamsar insanlarla fazla zaman geçirmeyin. Karamsarlık bulaşıcıdır.
7- İnandığınız bir öğreti mutlaka olsun.
8- Maneviyat umut verir, umudunuzu en kötü şartlarda bile yitirmemeye çalışın.
9- Manevi gücünüzü yenilemenin size uygun olan yollarını tanıyın ve uygulayın.

SAĞLIK

1- Bol sıvı alın
2- Kahvaltıyı kral, öğle yemeğini prens ve akşam yemeğini de dilenci gibi yiyin.
3- Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok, GDO nedeniyle de fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4- Enerji, heyecan ve duygu paylaşımı ile yaşayın.
5- Size uygun bir metotla Meditasyon, yoga ve dua yapacak zamanı bulun.
6- Daha çok aktif olun, doğayla bütünleşmeyi ve bol oksijen almayı ihmal etmeyin.
7- 2014′ de okuduğunuzdan daha fazla kitap okuyun.
8- Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.
9- 7 saat uyuyun.
10- Her gün 10 – 30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken gülümseyin.

Bütün bunları uygulamak için gösterilen gayret ve istek bizi Alaca karanlığı gün doğumuna dönüştüren bir simyacı yapacaktır. Unutmayın Dolunay geçti. Şimdi yeni ay doğuyor. Rahatlama, özgürleşme, sıkıntıdan kurtulma, terk etme, bırakıp gitme ve yenilenme zamanıdır.

Kaynaklar

  • Hastalık İyileşmeye Giden Yoldur” Hastalıkların yorumları ve anlamları

  • Thorwald Dethlefsen/Ruedıger Dahlke-Mozaik Yayınları

HRBP Summit’16 zirvesi


y
Merhaba Ekrem Bey,
“İşin İçindeki İnsan Kaynakları” olarak sektörün gelişimini ve geleceğini konuşmak amacıyla 19 Aralık 2016 tarihinde HRBP Summit’16 zirvesini gerçekleştiriyoruz.
İnsan Kaynakları alanında  faaliyet gösteren, iş dünyası profesyonelleri başta olmak üzere bir çok farklı sektörden şirketin, akademisyenlerin ve seçkin profesyonellerin katılacağı zirve, 19 Aralık 2016’da Boğaziçi Üniversitesi’nde bir çok saygıdeğer etkinliğe ev sahipliği yapmış tarihi saatli bina Albert Long Hall’de gerçekleşecektir.
Zirvede konuşulacak Kurumsal Stratejilerin İk Taktiklerine Dönüştürülmesi, Holding Yapılarında ve Uluslararası Şirketlerde “Business Partner” Pozisyonunun Görevleri ve Karşılaştıkları,  Yönetim Kurullarının İK’dan Beklentileri ve İK’da Koleborasyon gibi konuların blogunuzda ilgi çekici bir içerik yaratacağını düşünmekteyiz.
Bu sebeple gözlemlerinizi ve düşüncelerinizi okuyucularınızla paylaşabilmeniz adına İnsan Kaynaklarının geleceğini CONNECT, PRIORITIZE ve IMPACT konu başlıkları altında inceleyecek olan organizasyonumuzda sizleri davetlimiz olarak aramızda görmekten mutluluk duyarız.
HRBP Summit’16 ile ilgili daha çok bilgi edinmek, zirve programını ve konuşmacıları incelemek için hrbpsummit.com web adresini ziyaret edebilirsiniz.
Teşekkürler
Berfin Binzet

İş başa düştü… 


 

(İşveren, iş vermeye aracılık eden, referans olan ve en önemlisi meslektaşlarım insan kaynakları yöneticileri, uzmanları ve çalışanlarına ithafen)

Mezun Oldum, “Beni İşe Al!”…  diye başladığım, yeni mezunların işsizlik sorunlarına dikkat çekmek, yeni mezunların yetkinliklerini geliştirmelerini katkı sağlamak ve onları bir nebze işe girmeye hazır hale getirmeye yönelik yazılar yazıyorum.

Sosyal medyada işsizlik feryadı yapan gençlerin durumu görünce, yürek yakar hale gelen yeni mezunların durumuna hep üzüldüm. İnsan kaynakları platformlarında iş arayışında olan yükseköğretim görmüş gençlerimizin çabalarını ve bu işsizliğin sebep olduğu ruh hallerini en iyi anlayanlardan biri olarak, artık iyi bir üniversiteden mezun olmanın iş bulmaya yetmediğini, bir dil bilmenin yanısıra bir dil daha istendiğini ve bunlarında yetmeyip iyi bir referans olması gerektiğini çok iyi biliyorum.

Bir gerçek varki, her mezun iyi bir üniversiteden bir veya birkaç dil bilerek mezun olmuyor. Mezun olan her gencin gelecek yaşamı için mutlaka bir işe girmesi gerekiyor. İyi bir üniversiteden mezun değilse, dilde bilmiyorsa vay haline demeden geçemeyeceğim. İyi üniversite tanımıda tartışılır hale geldi. Otuz yıllık, otuz bini geçkin öğrencisi olan bir üniversiteden, ofis programlarını dahi kullanmadan mezun olan bir öğrenciyi görünce, bu üniversiteye ne denilir onuda siz deyin. Aslında sorun ne mezun olan gençte, ne mezun eden üniversitede, nede iş vermeyen işverende. Sorun sistemde ve bunun düzelmesi yönünde bir çaba yok yada gereksiz bir çaba var. Herşey çelişki ile dolu ve sonuç ortadada.

Daha öncede yazdım ve bu bilgileri verdim. Her yıl işgücüne katılan üniversite mezunlarının sayısına 400 bin kişi daha ekleniyor. İşgücündeki üniversite mezunlarının sayısı 2014 yılında, önceki yıla göre yüzde 10 daha arttı ama Üniversite mezunu işsizlerin sayısı da, geçen yıl 54 bin artarak 557 bine çıktı. Bu gelişmeler doğrultusunda yüksekokul veya fakülte mezunları arasında 2012’de yüzde 10 olan işsiz sayısının, 2016 yılında yüzde 13 civarında olması bekleniyor.

Sürekli olarak, her yıl işgücüne katılan 400 bin üniversite mezununa istihdam alanı sağlamanın zor olduğunu kabul etmek lazım. Bu mezunların alanlarının istihdama yönelik olmaması yada belirli alanlar üzerinde yığılma olması da istihdam sağlama ayrı bir sorun olarak görülmelidir. Ulusal düzeyde insan kaynakları planlaması yapılmadığı için güncel alanlarda popüler olan bölümleri yüksek eğitimde tercih eden gençler, mezun olduklarında bu bölümlerin cazibesini kaybettiğini gördüklerinde hayal kırıklığı yaşıyorlar. Değişmeyen  tek cazibeli meslek için tercih edilen Tıp Fakültesi mezunlarının gelecekte hayal kırılığı yaşamaları kaçınılmaz bir gerçek olarak görünüyor.

Bu durumların yaşanmaması için mutlaka ulusal düzeyde insan kaynakları planlaması yapılmalı ve buna göre eğitim planlaması yapılmalıdır. Aksi halde yeni emzunların iş bulma şartları her geçen yıl daha zor olacaktır.

İş bulmakta zorlanan gençler, tükenmişlik sendromu yaşıyorlar. Üniversiteden mezun olunca hemen iş bulma umudunu kaybeden bir genç, iş arayışında karşılaştığı, deneyim, referans, bir veya birkaç dil bilme gibi yetkinliklerin sorgulanması ile tükenmişliğe yöneliyor. İşe alımlarda karşılaştıkları haksızlıklar, ayrımcılıklar ve hak yendi duygusu bu tükenmişliği daha çok arttırıyor. Tükenmişlik hissini yaşamaya başlayan bir kişi ise duygusal çöküş, duyarsızlaşma ve azalmış başarma motivasyonu şeklinde yaşamaya başlıyor. Bunun ardından pes etmişlik ve iş bulmaya yönelik beklentilerini azalması ve çevre baskısı ile iyice kaybetmiş duygusuna sahip oluyor ve kendini bırakıyor. Tükenmişlik sendromu yaşamaya başlayan bir genç, ailevi sorunlar ve diğer ilişki güçlükleri, dolayısıyla yalnız kalma gibi manevi kayıplar, alkol-sigara ve diğer madde kullanım bozuklukları, fizyolojik ve psikolojik belirtilerle, depresyona kadar giden ciddi olumsuzluklar ile karşılaşabiliyor. Bu durumda karşılaştığım genç arkadaşlarımın bu durumlarına çok üzülmeme rağmen sadece konuşmaktan ve yazmaktan başka bir şey yapamadım.

Yıllarca işe almada ve iş bulmada insanlara yardım ederken, iş bulmanın ve işe girmenin zorluğunu bu kadar zor olduğunu yeni öğrendim. Kendi başına gelmeyince yada kendi yaşamayınca tam olarak bilemiyormuş!  Oğlumun mezun olduğu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümünden mezun olduktan sonra iş arayışı ve karşığını görünce durumun ne kadar vahim olduğunu gördüm. Bu konuda  daha önce yazdıklarımın ne kadar doğru ama o kadarda eksik olduğunu gördüm. Aldığı eğitimin iş bulmada yetersiz kalacağını düşündüğümden dolayı avantaj sağlar umuduyla kendi alanım ve kendi deneyimlerinden oluşan bir eğitim sürecinide evde yönetmemizde bir işe yaramadı.

Senin çevren var, sana göre ne var, senin oğluna iş bulmandan kolay ne var, söylem ve düşüncelerini boşa çıkarma başarısını gösterdim. Biz insan kaynakları çalışanlarının bazı zamanlarda hiç anlamadığı veya anlamak istemediği iş arayan ve bu konuda ısrarcı olan işsizlerin halini o kadar iyi anlar oldumki, bunu anlamak için yaşamak gerekmiş demeden geçemiyorum. İş bulmak yada oğluma iş verin demek için bir ne kadar iyi tanıdığım, samimi olduğum, güvendiğim ve umut ettiğim insanlara gitmenin, gittiğinde demenin zorluğunu iyi yaşadım, yaşıyorum, yaşayacağım.

Bu konuda hissettiklerimi ve yaşadıklarımı o kadar uzunca  ve derinden anlatır ve yazabilirim. İşverenler, işvermeye aracılık edenler, referans olanlar ve en önemlisi meslektaşlarım insan kaynakları yöneticileri, uzmanları ve çalışanları, bu durumu bir gün sizde yaşabilirsiniz.  Bu durumu anlamak için yaşamak gerekmediğini anlatmak için yazıyorum. Bir insan kaynakları uzmanı olarak yeni mezun oğluma iş bulmada benim kaldığımın çaresizsizliği, diğer mezunlar ile kıyaslayınca vay onların haline dedim. Benim hissettiklerim bunlar ise iş bulmakta zorlanan ve arayışta olan oğlum  ne hissediyordur?

Sonuçta kendi kendime dediğim, Takke düştü, kel göründü…

Ekrem Öztürk

 

TÜRKİYE’NİN EN ÇOK OKUNAN İK BLOG YAZILARI


TÜRKİYE’NİN EN ÇOK OKUNAN İNSAN KAYNAKLARI BLOG YAZILARI arasında benim yazımın bulunmasından dolayı mutlu oldum. Bu çalışmaya emek veren Sibel Karamaraş hanıma teşekkür ediyorum.
#encokokunanikblogyazilari @ekremöztürk
 

 

Hayattaki en zor 4 durum


İnsan yaşamında bu dört durumun etkisini herkes bilir diye düşünüyorum. Bu durumları yaşamayan yoktur sanırım.
Karamsarlık,
Pişmanlık,
Çaresizlik, hiç bir insanın yaşamak istemediği hallerdir. Bunlara birde ertelemek ve amaçsızlık eklendimi insan yaşamının nasıl bir duruma geleceğini düşünmek bile istemeyiz.
O halde ne yapıyoruz?
Karamsarlık kavramını yok ediyoruz.
Mümkün olduğu kadar pişman olacağımız eylemlerden kaçınıyoruz.
Asla ertelemiyoruz. Şimdi zamanımı demiyoruz.
Amaçsız hayat insana uzak bir hayat diyor, amaç ve hedefler oluşturuyoruz.
Çaresizlik durumda başvuracağımız ve destek alacağımız dostlar oluşturuyoruz.
Hadi işiniz rast gelsin..
#ekremöztürk

Karakter varsa Kariyer vardır!


Karaktersiz kariyerin öneminin çok olmadığını biliyoruz. Bugünlerde çevremde yaşadığım canlı örnekler çoğalınca bu konuyu yazmaya devam ediyorum. Kariyeri amaç edinen ancak karakter yoksunu yâda eksiği insanları çevrenizde görebilirsiniz. Kariyer için her şeyi yapabilirim diyen birçok insan tanıdım.Bunlardan bir tanesi yıllar önce yanımda staj yapan genç bir öğrenciydi ve ‘’kariyer için her şeyi yaparım’’ dediğinde, kariyer yolculuğunun, karakter ile birlikte olması gerektiğini hatırlattım. Günümüzde kariyer yapmak, öğrencilik döneminde başlayan bir hayaller dizisi oluyor. Daha eğitimlerini tamamlamayan gençler, kariyer adına birçok etkinliğe katılıp, bu konuda kitaplar okuyup, kariyerli zatlar ile tanışma çabasına giriyorlar.
Önemli olan bir konuda, lise döneminde başlayan kariyer günlerinin yapılması ve bugünlere şık giyimli, gösterişli arabalı, iyi mevkide bulanan insanlar davet ediliyor. Lise öğrencisine direk hedef olarak kariyerden ziyade kariyerli insanların konumları sunuluyor. Kariyer yapmak lise öğrencisi için kariyer gününe davet ettikleri kişilerin gösterişli olarak sundukları hayat hikâyelerimi yoksa öğrencinin yetkinliğine ve ilgisine uygun bir bölüm tercih etmesi mi bilemedim.
Kariyer nedir yada nasıl planlanır sorunun cevabını sanırım gerçek manada verilmesi mümkün değil. Yada kariyer sürecine nereden başlanmalı? Lisede kariyer günleri ile gelecekte çok iyi imkanlar sunacak bölümlerin tercih edilmesi, Üniversitede iyi bir şirketten burs alınması, iyi bir kuruluşta işe başlama veya çalışırken iyi bir pozisyona yükselecek fırsatları yakalamak..Bunların hepsi ise kariyer planlaması nereden başlamalıdır?Sonuçta kariyer derdinde olan her birey bir türlü kendisi, çevresi veya çalıştığı kuruluş vasıtasıyla kariyer sürecinde yer alıyor. Kariyeri olmazsa olmaz görenler kariyer için birçok şeyi mubah görüyor ve hızla yükseliyor.
Kariyerli insan olmaktan ziyade karakterli insan olma düşüncesinde olanlar ise daha farklı davranırlar. Bilirler ki, kariyer bir gün bitecek ve bu yolda sadece kariyer odaklı olanların kaybettikleri değerler aranacak.
Karakter yerine kariyeri önemseyenler, kariyerin gücünü ve gösterişini çok önemserler. Kariyer insanları çok güçlü gösterir ve itibar gördüklerini sandırır. Gerçekte ise tanınıncaya kadar kariyer tanındıktan sonra karakterle saygınlık görünür. Aslında iyi bir karaktere sahip olan insanlar bulundukları çevrede kariyer fırsatını her zaman yakalayabilirler. Yada bu tür insanlara o kariyer fırsatları birilerince sunulur. Karakter kariyerin mayasıdır ve sağlam karakter iyi bir kariyeri şüphesiz getirecektir.

ETRAFINIZA BİR BAKIN!


“Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez? “
“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.” Bertrand Russell

Cahil olup, cesaretli olanlara hepimizin şaşırdığı olmuştur. Cahil cesareti var deriz. Cahil ama buralara nasıl gelmiş yada nasıl başarmış diye şaşırdığımız kişiler ile ilgili güzel bir sendromu paylaşmak istedim. Cahil yâda cahillik ile ilgili birkaç cümlede ben katmak isterim. Cahil insan düşünmeyen insandır, bilmek istemeyen bilse de düşünmeyen, düşünse de en fazla bakkal hesabına düşünendir diye de tarif ederiz. Böyle olunca da bırakın yüzeyin altına bakmayı çok yönlü düşünmek cahil insan için her yönden yumruk yemek gibi ağır gelir. Sonucunda ise işte ellerinde o mutlak doğrunun olduğunu diğer doğruların yanlış olduğunu ve bu mutlak doğrular için harekete geçilmesini düşünürler. Hayat genelde bunlarla doludur bunlar tek düzenlikleri ile sürekli savaşır ve bu hayatı sürekli savaşanlar kazanır. Sonuçta cahillerin kazandığı bir ortamda ezilen bilenler topluluğu oluruz. Bilen, deneyimli olan birde mütevazi olanlar vardır ki; sadece takdir edilmeyi veya hak ettiklerinin verilmesini beklerler. Ancak ne takdir edilirler ne de hak ettikleri verilir. Cahilin cesareti, bilenin mütevaziliğini yener. Bunun örneğini gören veya bunu kendi yaşayan birçok okurumuz olacaktır.

“Cesaret akıldan gelirse cesarettir, bilgisizlikten gelirse cehalettir” sözünün doğruluğunu tartışmak yanlış diye düşünürüm.

Televizyon izlerken birilerine bakıp da “Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş” diye düşündüğünüz oldu mu hiç?

Ya da çevrenizde veya işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı?

Onlara bakıp “Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?” diye iç geçirdiniz mi?

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD’li bu hissi çok yaşamış olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:

“Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.”

Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:

1- Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

2- Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.

3- Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.

4- Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Bitmedi…!

Cornell Üniversitesi’ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik “nasıl geçti?” sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi…

Soruların yüzde 10′una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların “testin yüzde 60′ına doğru yanıt verdiklerini” düşündükleri; hatta “iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları” ortaya çıktı.

Soruların yüzde 90′ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70′ ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.

Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu’nun metni yazıldı:

“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!

Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur.

‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür.

Sonuçta, “kifayetsiz muhterisler” her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü’ davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler…

Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler…

Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar…”

Ne olur fazla mütevazi olmayın!

“Siz de çevrenize şöyle bir bakın” diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçmiştir.

Ve birkaç güzel söz;
Cahillerin önünde güzel sözleri sayıp dökme, o vecizelerin emrettiği şeyleri yap. Epiktetos

Size hiçbir şey öğretmediğimi söylüyorsunuz, bir cahil olduğumu belirttiğimi hatırlayın. Voltaire

En koyu cehalet, hakkında hiçbir şey bilmediğin bir şeyi reddetmektir. J.Brown

Günahtan kaçınmayan bilgin, meşale tutan bir kördür: Doğru yolu gösterir, kendisi görmez. SADİ

*Kifayetsiz muhteris: yetenek ve yaratıcılıktan nasibini almamış, dolayısıyla kuru kuruya hırsla, yoluna çıkanları çiğneye çiğneye basamakları çıkmaya çalışan ama bir yerlerde tökezleyip kalan kişidir.

Soichiro Honda ‘nın başarı öyküsü


Bir çok ülke gibi Japonya da 1930 büyük krizine kötü yakalandı. Soichiro Honda, 1938 yılında piston segmanı geliştirmeyi planlayan küçük atölyesini kurduğunda hala bir öğrenciydi.

Asıl planı, bu fikri Toyoto’ya pazarlamaktı. Bunun için gecesini gündüzüne katarak çalıştı. Bazan atölyede sabahladı. Ürününü geliştirip, tüm bu uğraşa değecek bir başarı elde edeceğine inanıyordu. O arada evlendi ve eşinin takılarını da işyerine sermaye olarak kullandı.
Sonunda piston segmanını tamamladı. Artık elinde Toyota’ya sunabilecek bir ürün örneği vardı ama, onların beklediği standartlara sahip değildi. Bunun üzerine Soichiro okula geri döndü ve mühendislerin projesiyle alay etmelerini sineye çekti.
Pes etmeyi asla düşünmedi. Tam tersine, hatalarına odaklandı ve hedefine doğru yürüyüşünü sürdürdü. İki yıl süren çaba ve yeniden projelendirmelerden sonra Toyota ile bir anlaşmasını yaptı.
Bu arada Japon hükümeti savaşa hazırlanıyordu. Elindeki kontratla Toyota’ya ürün sağlamak için Soichiro Honda yeni bir fabrika inşa etmeliydi ama, elinde yeterli malzeme yoktu. Yine de vazgeçmedi. Yeni bir beton hazırlama sistemi geliştirdi ve fabrikayı tamamladı.
Fabrika üretime hazırdı ama, iki kez bombalandı ve elindeki tüm çelikler kullanılmaz hala geldi. Artık yolun sonuna gelmiş gibi görünen Honda, yine pes etmedi!
Bu kez Amerikan ordusu tarafından terkedilen artık benzin bidonlarını toplamaya başladı. “Truman’ın Hediyesi” olarak adlandırdığı bu malzemeyi hammadde olarak kullanan yeni bir üretim süreci oluşturdu. Bu kez de bir deprem fabrikasını yerle bir etti.
Savaştan sonra yaşanan benzin kıtlığı insanları yürümeye veya bisiklet kullanmaya zorladı. Honda, küçük bir motor geliştirdi ve bunu kendi bisikletine monte etti. Onu gören komşuları da aynı şeyi istediler ama elinde yeterli malzeme yoktu.
Soichiro Honda vazgeçmek yerine, 18 bin bisiklet sahibine mektup gönderdi ve Japonya’yı yeniden ayağa kaldırmak için kendisine yardımcı olmalarını istedi. Bunlardan 5 bin kadarı olumlu yanıt verdi ve onu bisiklet motorları üretebilmesi için desteklediler. İlk denemeler pek başarılı olmasa da, sonunda istediği motoru üretti. Japonya’da elde ettiği başarıdan sonra Honda, ürettiği bisiklet motorlarını Amerika ve Avrupa’ya ihraç etmeye başladı.
Öykü burada da bitmedi. 1970’lerde yaşanan yakıt sıkıntısı Amerikan otomotiv sektörünü küçük arabalar üretmeye zorladı. Honda bu eğilimi çabuk farketti. Bu kez küçük araba motorları tasarlamaya yöneldi ve daha önce hiç kimsenin görmediği kadar küçük arabalar üretmeye başladı. Böylece yeni bir başarı dalgasını yakalamış oldu.
Bugün Honda Firması Amerika ve Japonya’da 100 binden fazla insan çalıştırıyor ve dünyanın en büyük otomobil üreticileri arasında yer alıyor. Bu başarının temelinde kararlılık, başarıya inanarak ve sürekli düzeltmeler yaparak çalışmak yatıyor.
Soichiro Honda, başarısızlığı asla bir olasılık olarak dikkate almadı.

(Bu yazı Gamet Gelişim Bülteni Sayı-3‘te yayınlanmıştır.)

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

 

“Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil!”


Dünya hayatında en değerli şeylerden birisi, insanların gönüllerini kazanmaktır. Daralan, sıkıntı içinde olan bir insanın imdadına yetişmekten daha güzel ne olabilir ki?!..
Dertlilere derman, çaresizlere çare olmak ne büyük bir iştir! Maalesef bugün, ‘gönül kazanma’ işini biraz aksatıyoruz. Dünya işlerine o kadar dalmışız ki, büyüklerimizin üzerine titrediği gönlü kazanmak ve hoş tutmak bir yana, kolayca kırar hâle gelmişiz. Gönül almak çok zor; ama kırmak ise kolaydır ve gönlün tamiri oldukça güçtür. Gönül bir defa kırılmaya görsün, üzerinde çatlaklar oluşur, her ne kadar düzeltmeye çalışsak da. “Kopunca bir teli bağlansa da düğümlü kalır,
Dokunma gönlüme şart-ı mahabbet öyle değil.” Muhyiddin Raif
Gönül almak, inancımızın bir gereğidir. Gelip geçici olan dünya hayatında, faniyi baki kılmanın yolu iyi ve güzel işler yapmaktan geçiyor. Atalarımız bu hususu gayet iyi anlamış; insan gibi yaşamanın, hak ve hakikatin yolunun gönülden geçtiğini görmüş, bu heyecanı tâ içlerinde yaşamış, nerede bir kırık gönül varsa tamire koşmuş, Allah’a (cc) ve Peygamber’e (sas) saygısızlık olur korkusuyla, gönülleri kırmaktan, incitmekten sakınmıştır.
“Gönül Çalabın tahtı,
Çalap gönüle baktı.
İki cihan bedbahtı,
Kim gönül yıkar ise.”
Yunus Emre
Ecdadımızın bu davranışı bizler için önemli birer mirastır. Bizler bu mirasa sahip çıkmalıyız. Gönüllerimizde inkişaf ettirmemiz gereken sevgi hazinesini, herkese dağıtmalıyız.
“Hor görme derviş fakiri hor deyip kılma nazar,
Kalbinin köşesinde rahmet-i Rahman gezer.”
Lâedrî
“Dest-i Kudretle yapılmış sun’-ı Mevlâdır gönül,
Secdegâh-ı Kibriyâdır yıkma kalbin kimsenin.”
Lâedrî
“Bir bahçeye giremezsen,
Durup seyran eyleme.
Bir gönlü yapamazsan,
Yıkıp viran eyleme.”
Yunus Emre
“Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil!” düsturuyla, birbirimize karşı saygı ve sevgi göstermeyi bilmeli; en şerefli ve en güzel şekilde yaratılışımızın gereği olarak gönlümüzdeki cevherleri sergilemeliyiz.

Dostluk üzerine…


Bir insanın yaşı ilerledikçe hayat katılaşıyor. İlişkiler, dostluklar, iş hayatı, her şey ama her şey katılaşıyor. Ani karar vermekten vazgeçiyor. Her ne kadar “can çıkar, huy çıkmaz” deseler de insanın huyu da değişiyor.

Geçmişe dönüp baktığımızda, gençliğimdeki ben ile şimdiki ben arasında dramatik bir fark olduğunu belki yeni yeni fark ediyorum. Bir zamanlar yolun yarısını çoktan geçmiş olduğumun bilincine nüfus kağıdımı sık elime almasam da, yaş konusu gündeme gelince varmaya başladım. Son birkaç yıldır ise maalesef bu gerçeği her gün ama her gün hatırlıyorum. Yaş kırkı geçiyor diye artık hayıflanmaya ciddi ciddi başladım. Hatta Tayfun Talipoğlunun, “Şimdi kırkı devirdik, sevince genç sevilmeyince en yaşlısıyım dünyanın, yorgun yüreğim, artık tek bildiğim var; gönül yaşlanmıyor, her daim hazır sevdalanmaya” yazısını sık okumaya başladım da diyebilirim. Hani bizim Adnan Yılmazın çok kullandığı “Abdalın kendi geçse de, gönü geçmez” sözünü de kullanmıyorum desem yalan olur. 

Gençken sevmek çok daha kolaydı, dost olmak, güvenmek, hatta iş değiştirmek… Yaşamak daha basitti, daha az sorumluluk, karar almak çabuk, fikir değiştirmek serbest. Kaybedecek vakit boldu, bir yerlere gitmeye, bir şeyler yapmaya çalışmadan bir hayat süreceğine inanmakta kolaydı.

Yaş ilerledikçe deneyim, tabir ağır olacak ama kazık yemeler ve birazda hayal kırıklılığı serpiştirilmişse, başka bir değişle sütten ağız yanmışsa, hayat eskisi kadar basit görünmüyor insana. Yeni dostlar eklenmez oluyor, birtakım arkadaşlıklar zaman içinde yok oluyor, ilişkiler karmaşıklaşıyor. Birbirini tanımanın en keyifli dönemleri bir tedirginlikle gölgeleniyor ve eskinin tatlıları şimdilerde çok da tat vermiyor.

Hayat sürprizlerle dolu, istisnalardan oluşuyor ve bunların istisna olduğunu anlayabilmenin olgunluğuna sahipseniz değeri de o oranda büyük oluyor. 40 yaşından sonra hayatınıza yeni bir dost katabildiyseniz, 20 yaşınızın saflığı ve açık gönüllüğü ile çıkar ve riyadan uzak bir ilişki kurabildiyseniz inanın bana siz de bir istisnasınız.

Bu zamanda paylaşmak, güvenmek, sevmek ve dostluk herkes için bambaşka anlamlar taşıyor. Siz de bu sözcüklerde sizinle aynı anlamı gören birine rastlarsanız eğer ona sıkı sıkı sarılın, inanın bana yolun yarısından sonra kurulan dostlukların tadı bir başka oluyor. Genç iken kurduğunuz dostlukların kaçı şimdilerde yaşıyor? Kaç dostunuzla görüşüyor, hal hatır soruyorsunuz? Ya yolun yarısından sonra kurulan dostluklar? Eee zaten yolun yarısı dedik ya…. Ömür bitene kadar sürecek dostlukları bu yaşlarda yakalayabilirsiniz. Birde düşünün Allah ömür verdi ve yaşınız sürekli ilerliyor, çoluk çocuk kuş misali birer birer evden uçup gitti. Yanınızda kim olacak. Elbetteki dostlar…

SON GÜN OLMASI ŞART MI?


Profesör derse şöyle başlamış:
– Düşünün ki; bugün dünyanın son günü.Yarın bu saatte her şey bitecek.
Kurtuluş şansınız yok.
Bugün ne yapardınız ?
Ögrenciler tek tek yazmaya başlamışlar..
– İbadet eder, ALLAH’tan günahlarımı affetmesini dilerdim.
– Tüm sevdiklerimle vedalaşırdım.
– Ailemle vakit geçirirdim.
– Anneme ve ya babama giderdim.
– Arkadaşlarımla yarım saat eski günlerdeki gibi basket oynardım.
– Barbekü partisi yapardım.
– Tüm sevdiğim yemekleri yerdim.
– Yatar uyurdum.
– Ormanda son defa dolaşırdım.
– Güneşin doğuşunu ve batışını son defa seyrederdim.
– Akşam yıldızları seyrederdim.
– En sevdiğim yemeği hazırlar, tüm sevdiklerimi akşam yemeğe davet ederdim.
– Piknik yapardim.
– Hayatta en çok gitmek istediğim yere gider, orada ölümü beklerdim.
– Üzdüklerimi arar, özür dilerdim.
Hoca bütün hepsini tahtaya yazmış.
Sonra gülerek sınıfa dönmüş ve demiş ki:
– Bunları yapmak için dünyanın son günü olması şart mı ?.

İK’CILAR YENİ MEZUNLARDAN NE BEKLER


İK’CILAR YENİ MEZUNLARDAN NE BEKLER, SORUSUNU TERSTEN SORMAK VE CEVAP ARAMAK İSTEDİM.
1. Her şeyden önce İK’cılarında bir zamanlar yeni mezun olduklarını ve kendilerininde iş arayışında bulunduklarını,
2. Yeni mezunlarda deneyim olmayacağını,
3. Her pozisyon için deneyim ve yabancı dil aranmayacağını,
4. Lisans mezunu olan birine yeni işe başlarken, yüksek lisans aranmaması gerektiğini,
5. Olumsuz olsa dahi, iş başvurularına zamanında geri bildirim yapılması gerektiğini vs. başta olmak üzere yeni mezunlarından beklentileri olacaktır.
Yorumlarınızı bekliyorum.

 

DÜNYA STANDARTLARINDA İŞVEREN MARKASI YARATMAK AMACIYLA, TÜRK FİRMALAR İÇİN FIRSATLAR


NOT: Değerli meslekdaşım Merdiye Eker, yakın zamanda “işveren markası”  konulu uluslararası çapta bir çalışma gerçekleştirdi. Önemli gördüğüm bu çalışmayı sayfamda siz değerli takipcilerim ile paylaşmak ve Merdiye Eker hanım bu vesile ile kutlamak istedim. Başarılarının devamını diliyorum.
Geçtiğimiz üç yıl, evrensel işveren markalaşması endüstrisinde dev adımların atıldığı bir periyod oldu. Araştırma çalışmaları ve sayısız konferanslar neticesinde tüm dünyada kabul gören World Employer Branding Day 2016, 36 ülkeden 250 liderin katılımıyla Prag’da yapıldı.

Bayiiler, günümüzde danışmanlık içeren çoklu sektörlere geçtiler. İnsan Kaynakları teknoloji ve geleneksel marka acentaları bunu gelişme stratejilerinde kilit bölüm yaptılar. Çok sayıda işletme uygulamasına benzer olarak, işveren markası ekonomik büyümeyle aynı çizgide hareket etmektedir. İnsani yatırım, teknoloji ve destek sistemleri ve işlemler gelişmiş bir ekonomiden yararlanmaktadır.

En iyi uygulama içeren uluslararası makalede, Brett Minchington işveren marka stratejinizi, 2016/2017 için yeni bir seviye olan beş odak bölgesi olarak sınıflandırdı; ödül kazanan Türk blogger ve işveren markası uzmanı Merdiye Eker ise Türk şirketleri için fırsatları açıkladı.

  • Kapsamı, hedefi ve koşulları tanımla

İşveren markası konusunda genellikle açıkça bir yönlenme olmadan, acele harekete geçme eğilimi vardır. Çoğu proje genellikle böyle başlar. Bu arada biliniz ki en az dirençli yol, uzun vadede daha çok maliyetle sonuçlanabilir. Ferrero, Adidas Grup, Volvo Cars ve Lego gibi firmalar yatırımlarda getiriyi dikkate alan koşulları yerleştirerek ve strateji kapsamını açıkça belirleyerek, bu alanda geçtiğimiz birkaç yılda önemli gelişmeler sağladılar ve kuvvetli bir işveren markası nasıl değer yaratır, ispatladılar.

 Çoğu şirketler, işveren markasını zaten gelişmiş olan insan kaynakları veya pazarlama fonksiyonuna eklenmiş bir rol olarak görürken; bazı şirketler strateji kurup özel işveren marka fonksiyonlarını geliştirdiler bile…

İşveren markalaşma yolculuğunuza başlamadan önce strateji kapsamınızda açık olun.

Göz önüne alınacak sorular:

-Odak noktamız global mi, ulusal mı, yoksa bölgesel mi olacak?

-Taktiksel bir işveren markası projesi mi, yoksa bütünsel bir işveren markası stratejisi mi göz önüne alıyoruz?

-İşveren markası, İletişim, İnsan Kaynakları ve müşteri pazarlamasında stratejimize nasıl uyum sağlar?

-Hangi yatırım kaynaklarına sahibiz?

-İşveren markasında liderliğimiz nasıl angaje edilir?

-Başarıyı nasıl ölçeriz?

Sonraki adımda kuruluşun zamanlanmasına ve hedeflerin belirlenmesine ihtiyaç vardır. Şirketler tarafından, koşullarını, hedeflerini belirlemeden ne kadar çok yatırım yapıldığı hep şaşırtıcıdır. Employer Branding International’ da işveren markası küresel eğilim araştırması, şirketlerin % 17 sinin markalaşma girişimlerinin etkileri ile strateji kararı vermek için çok erken olduğunu söylediklerini tespit etti.

Türk şirketleri için fırsatlar:

Coca-Cola, Garanti, KPMG ve THY gibi firmalar Türkiye’de markalaşma projelerini çoktan başlattılar. Diğer şirketler ise; para durumu, masrafların tutulması ve işe alımda pozitif etkili olup, bu durumu ve zamanı koruyacak uzun dönem stratejilerini kendi geniş kapsamlı girişimleri ile entegre ederek bu akıma dahil olabilirler.

Employer Branding International’ ın araştırmasında, insan kaynaklarının yaptığı çalışmaların, işveren marka stratejilerine % 65 oranında ışık tuttuğu belirtilmiştir. Türk şirketleri istihdam döngüsü karşısında işveren markasına daha bütünsel bir yaklaşım göstermeliler. Aktifleşme girişimleri ve konsept geliştirme ile işveren marka stratejilerine destek veren yasal fonksiyonlar, IT, iletişim ve pazarlama konusunda liderleri işe almalılar.

EBI araştırma sonuçlarına göre; Türk şirketlerin %40’ı henüz işveren markası stratejisi geliştirmedi ama hala üzerine çalışmaktadır. Açık tanım isteyen yerel liderler için bir sonraki adım olarak; yatırım için iş durumu oluşturulmalı, yararları hakkında CEO ve üst yönetime hedefler ve ölçümler anlatılmalı.

Çalışanlardan doğru bilgileri ve geri bildirimleri elde etmeli. Çünkü bunlar, çalışanların deneyimi ve günü gününe edinilmiş gerçek tecrübelerdir. Organizasyonel büyümeyi destekleyen daha iyi bir kültür koruyan pratikler, halk politikaları ve sistemleri adapte etmeye hazır olunmalı, cazip olması istenmeli ve net olunmalıdır.

  • İşveren markasında eğitim liderlerine önem ver

İşveren markası için stratejik bir yaklaşım benimsemeye çalışılıyorsa, bu görevin çok hassas olduğu bilinmelidir. Stratejideki iş ile ilgili liderler işe alınmazsa, üst düzey liderler tarafından küçük bir yatırım alan ve az ilgi çeken münferit bir proje olunmakla kalınır.

On yıl önce, şirket markalaşması üzerine, şirketleri başarılı kılacak konular ve nasıl yapılacağı hakkında çok az mevcut bilgi vardı. Şuanda ise internette ve kayıtlarda, kitaplarda, işveren markasının önemi ve değeri üzerine liderleri eğitmede yardımcı olacak pek çok bilgi var. Geçen 10 yıl için liderler işveren markasında ezici çoğunlukta kavram ve teoriye maruz kaldılar. Liderler sadece son beş yılda başarılı bir marka lideri olmak için istenen yetkinlikleri geliştirmeye başladılar. Çoğu diğer görevler gibi işveren markasında da liderlik yeteneği zor bulunur. Tanıtım rolünü kapsayan (çoğu ilk sefer için) hazırlık zamanı, eğer bu rol stratejik bir odak noktasına sahipse uzun zaman almaktadır. 2016/2017 de daha fazla lider sadece USA, UK ve Avrupa gibi ülkelerin ekonomilerinde değil bu yetkinlikleri alabilecekleri eğitimleri araştıracaklardır.

Türk Şirketleri için Seçenekler

 Linkedin araştırmasında; yetenek kazanımı liderleri işveren markasında yerini alacak rakiplerinden korktukları ve işveren marka bilinci yoksunluğu, en önemli üç şeyden biri olarak göz önüne alındığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Türk şirketleri için yatırım, işveren marka stratejisi temelleri ve lider eğitiminde başlamalıdır ve onlara destekleyici bir ortamda deneme yatırımına ve test etmelerine izin vermelidir.

Halkın ilgi alanında olan  IKEA, GOOGLE, H&M, DELL; SHELL ve benzerleri gibi firmalarda olan işveren markası konusunda çok fazla sayıda bilgi ve yazından istifade ederek kar sağlanmalı.

İşveren markası liderlik yetkinliklerini oluşturan Employer Branding College gibi firmalar tarafından kontrol edilen online onay belgesi kurslarını paylaşarak kazanç elde edilmeli.

Linkedin’de EBI, Employer Branding Global Community Group gibi işveren markası ağlarına bağlanmalı ve sizi bilgilendirecek yola götüren endüstri profesyonelleri ile bağlantıya geçilmeli.

Tüm dünyadaki şirketlerdeki stratejik yönetim uygulaması gibi işveren markasının büyümesi, gelecekte, başarılı bir şirket markası yönetimi için gereken yetkinlikleri geliştirecek yeni bir liderler topluluğu ile Türkiye’de yeni oluşturulan işveren markası uzmanlığı görevi için fırsatlara olanak sağlanmalıdır.

  • Tecrübeye odaklan

2015 de Lisa G. Morris başlıklı yazıda” İşveren markalaşmasında tecrübe her şeydir.”Tüm dünyadan düşüncemizi bilen 40 liderden de görüş aldık.

İşveren markası başarısı için ayrıştırıcı özellik, geleneksel olarak müşteri deneyimi üzerinde odaklanmalarıdır. Buna rağmen organizasyonlar, müşteriler ve karlılık arasındaki ilişkide çalışanın rolünü anlamak, kaçırılıyor.

Müşteri tecrübesi ve organizasyonların merkezinde olan çalışanlar, bu tecrübelere yön veren yetenekte ve müşteri ihtiyaçlarına bağımlı iseler, marka tecrübesine yönelik entegre olmuş bir yöntem benimsemelidirler.(Bak şekil 1)

Tecrübe, çalışan katılımı ve tatmininden önce gelir. Şirketler çalışanlarıyla, eleman iş hacmi, güvensizlik, katılımsızlık gibi bir takım gecikmeli göstergeler konularındaki temel etkilerle ilgili günü gününe etkileşim içinde olurlar.

Hizmet döngüsü kapsamında deneyimin önemsenmesi, eksiklerin giderilmesi kapsamındaki gelişme stratejisinin ve eleman deneyiminin, işveren marka stratejisi ile aynı çizgide olduğu verisi 2017 için değerlendirmeli.

İşveren markası, yalnız başına işe alım fonksiyonundan çok daha büyüktür. Etkili uygulandığında, geçen 5-10 yıl içinde İşveren Markasındaki yatırımlarının kazançlarını gördüğümüz P&G, L’Oreal, Philipps gibi firmalara benzer şekilde dönüşümlü sonuçlar alınabilir. Bu firmalarda strateji uygulayan çoğu lider büyüme için gerekli olan marifetin devamı ve cazip olması için İşveren Markası’ na önemi hakkında üst liderlere hatırı sayılır bir eğitim sürecine yatırım yaptılar.

Şekil 1: Minchington & Morris Brand Experience Model™

Minchington &Morris Experience Model

Minchington &Morris Experience Model

 

Türk Şirketleri için fırsatlar

Görev süreleri boyunca elemanların tecrübelerinin kişiselleştirilmeleri üzerinde odaklanarak, teknik ve ticari işler gibi konularda çok rağbet gören yetenek havuzlarının arz eksiğinden doğan zorluklar bertaraf edilmeli.

Bir elemanın yolculuğunun kişiselleştirilmesi, yıpranma oranlarında azalmaya yol açacaktır. Söylemek yapmaktan daha kolay olduğundan dolayı, liderler, bu süreçte gelişime yardım edecek unsurlar konusunda onlarla işbirliğine gidip teknoloji tedarikçileriyle görüşmeli.

Çalışan değer önerisi tekrar değerlendirilmeli; böylece ödüller, tazminat gibi geleneksel kazançlara nazaran 2017 de rağbet gören destekleyici liderler ve ilginç iş kavramı, kariyer ve şahsi gelişim, keyifli iş yeri, arkadaşlık, esneklik gibi daha fazla soyut kazançlarla aynı çizgide kalınmalı. Bunlar önem taşırken, araştırmanın gösterdiğine göre çalışanlar, maddi olmayan kazançlar kuvvetliyse şirketlere kuvvetle muhtemel bağlanacaklardır.

Çalışanlar ve adayların sıralama ölçütü ile ilgili olan işveren markası girişimleri garantiye alınmalı. Sektöre ait hedef kitle belirlenmelidir.

1990 ve 2000 arası doğan kuşağın hizmet deneyiminde ne aradıkları anlaşılmalı ve problem çözme, takım çalışması, yeni mezunları koruma gibi istihdam edilebilir yeteneklerin eğitimi temin edilmelidir. Böylece kariyerlerinin büyümelerine destek olan doğru becerileri kazanılması sağlanmalıdır. Bu beceriler yeni mezunlarda genellikle yetersizdir böylece şirketlerde bu becerileri geliştirecek proaktif bir yaklaşım benimsenmelidir.

  • İşveren Markası konulu bir pazarlama programı uygula

 Bugünlerde içerik her yerde. Bu arada bu gerçeğe çok erken uyum sağlayanlar şirketler çalışmalarıyla büyük işler yapıp, piyasaya kolayca yayın yapmaktadırlar.  Bu tek yönlü ve hedef kitleyle bağlantısı olmayan bir iletişimdir. Çift yönlü iletişimin yer aldığı ve karşılıklı etkileşimin olduğu gelişmiş bir ortama ihtiyaç vardır.

Şirketler, bünyelerindeki çalışmaya benzer, sergilenen ve onların Çalışan Değer Önermesi ile aynı çizgide giden uzun dönemli bir yaklaşımı benimsemiş olan bir EB(employer branding) pazarlama programını uygulamış ve geliştirmiş olan Dell, Sturbucks ve Stander gibi firmaların yolunu takip etmelilerdir.            (Bak Şekil 2) Sadece bir mini seri yaratmak içi değil; ilginç, güncel ve konuya uygun içeriği muhafaza ederek uzun sürmesini istediğin bir TV şovu senaryosu yazma fikri dikkate alınmalıdır.

Türk Şirketleri için Fırsatlar

Türk şirketlerinin, sadece işe aldıkları zamandaki taktiksel yaklaşımın tersi olarak süregelen İşveren Markası pazarlama programlarına yaklaşımlarında proaktif olmaya ihtiyaçları vardır. Tek tük yapılan girişimler akılda kalan bir iş olmayacaktır. Özellikle ciddi beceriler için rekabet edildiği zaman ve atıl iş arayanı cezbetmeyi isteyerek başarmaya uğraşanlar İşveren Markası bölümü kuramayacaktır.

Firmada çalışanların işini sevdiğini gösteren personel bloglarıyla piyasaya girilebilir. Hikayeyi anlatmaya yardım edecek video ve resimler kullanılabilir. Etkili pazarlama içeriği, merak uyandıran ve gelişen bir hikayedir; 2000’ lerin başında popüler olan ve bir defaya mahsus bir reklam kampanyası değildir.

Araştırmalara göre; Türkiye’de sosyal medya kullanımının hızlanması Avrupa ile karşılaştırıldığında çok yüksektir. Türkiye’deki 1990-2000 arası doğumlular bilgi tüketicisi ve üreticisi oldukları gibi yoğun sosyal medya kullanıcıları olarak da addedilirler. Dışardaki hedef kitle ile iletişim kurabilmeyi sağlayan pazarlama stratejisini aktif hale getirecek genç çalışanların bulunduğu Türk firmaları bu çalışmaları motive etmelidir.

Şekil 2: Content marketing framework at Santander

Content Marketing Framework

 

  • Gelecek Nesil Elemanların İhtiyaçlarını Anla

Dünya Ekonomik Forumu beyin takımına göre Türkiye işçi piyasası, yeterlikte 144 ülke arasında 131. sırada yer almaktadır. Gelecek çalışan jenerasyonun, 1990-2000 arası doğanların bunu değiştirmek için bir şansları vardır.  Bu jenerasyonda muazzam sayıda eleman işe girmektedir ve gelecek yıllarda çalışma dünyasını şekillendireceklerdir. Ortalama yaş 30 olan Türkiye gibi bir ülkede nüfusun hemen hemen %25 ini 1990-2000 arası doğanlar teşkil etmektedir.

Türkiye’nin genç nüfusu, iş gücünün büyümesi için de çok önemli bir katkıdır. 24.7 milyon insan iş gücünde aktiftir ve Türkiye Avrupa ülkeleri içinde dördüncü en büyük iş gücüne sahip olan ülkedir.  Halen Türkiye’de 1.2 milyonun üstünde üniversite öğrencisi vardır. Türkiye’de her yıl üçte biri mesleki, teknik ve profesyonel liselerden olmak üzere 730.000 öğrenci mezun olmaktadır. Her akademik yıl sonunda Türkiye’deki 116 üniversiteden yaklaşık 400.000 kişi mezun olmakta ve iyi eğitimli, motive olmuş 24.7 milyondan fazla yeteneğin bulunduğu havuza ilave olarak işçi pazarına bağlanmaktadır.

Uluslararası Programlar Merkezi U.S.Census Bureau’nın araştırmasına göre Türkiye, 2025 yılında Avrupa ve Kıbrıs, İrlanda, Litvanya, Rusya, İngiltere, Hırvatistan Norveç, Fransa, Danimarka, Hollanda, Macaristan; İsveç, Yunanistan, Almanya, İsviçre, İspanya ve İtalya gibi çevre ülkelere göre en yüksen genç nüfusa sahip olacaktır. Bu yüzden, Türkiye’deki 1990-2000 arası doğan topluluğun bu çokluğu,  olgunlaşmış iş güçlerinin ikmali için, diğer ülkelere Türkiye’yi istenilir bir hedef kılmaktadır. Bu durum, Türk firmaları için endişe uyandırmalıdır.

Deloitt çalışmasında, coğrafya veya cinsiyetin alakasız olduğunu bulmuştur, halen çalışan millenials’ın (1990-2000 arası doğan nesil) sadece %28’i şuan sundukları becerilerin tam kapasite olduğunu hissetmektedir. Bu oran gelişmiş piyasada %23 ama Türkiye’de %15 e düşmektedir. İyi haber şu ki Millenials’ın çoğunluğu güncel organizasyonda kariyer tutkularıyla tam olarak buluşmalarına izin veren deneyim ve becerilere sahipler veya elde edebileceklerdir.

Deloitte, çok büyük sayıda millenials’ın, üretim ve kar maksadıyla, insanların dikkatini çekerek işletmenin ödeme süresinin reset edilmesine inandıklarını belirtmiştir. Millenials’ların %75’i, şirketlerin kurum gelişimine yeterli odaklanmadığına, kendi gündemlerine çok sabitlendiklerine inanmaktadırlar.

Şahsi ve profesyonel gelişim seçeneklerini kapsayan ve millenials çalışanlarını ve adayları kapsayan yetenek yönetimi stratejileri ve tipik işveren markası gelişimi ile, şirketlerin önemini, bu istatistik ortaya koymaktadır.

Türk Şirketleri için Fırsatlar

Teknoloji kullanan millenials’lar açıkça belli olmaktadırlar.  Millenials’ın karakteristik tariflerinden biri dijital dünya ile olan yakınlıklarıdır. Onlar geniş bantlar, akıllı telefonlar, bilgiye yönelik anlık ve standart oluşumlu sosyal medya ile büyüdüler. Bu, işle ilgili bir anahtarı, çok sayıda kıdemli çalışandan daha iyi ve sıkıca kavrayarak iş yerine giren birinci jenerasyondur.

Şirketinizde çalışmayı ne kadar sevdiklerini tebliğ etmelerini ve sosyal medya becerilerini ve teknolojilerini iyi kullanarak neşretmelerini ve şirketinizin elçileri olmaları için millenials’lar eğitilmelidir. Aksi takdirde onların sosyal medya yönelimlerini engellerseniz negatif tarzda iletişimle karşılaşmanız kaçınılmazdır.

Kurumunuzun büyümesine yardım edecek becerileri öğrenmelerini, tutku, istek ve enerjilerini kanalize edecek bir dahili koç olmalıdır. Bu, size daha genç çalışan neslin, daha tecrübeli ve daha yaşlı olanlarla irtibatını da sağlayacaktır.

Eğer İşveren Markası uygulamasında büyüme yaklaşımı, geçen 5  yıldaki gibi, dünya geneli ile aynı oranda devam ederse Türk şirketlerinin 2016/2017 stratejilerinde yatırım tutarlılığı olarak görülecek ve bu daha kaliteli istihdam, daha az yıpranma, daha çok bağlılık cazip adayların dikkatini çekmek gibi en iyi konuma gelmeyi sağlayacaktır.

Harekete geçmek için asla geç değildir!.

http://merdiyeeker.com.tr/2016/08/31/dunya-standartlarinda-isveren-markasi-yaratmak-amaciyla-turk-firmalar-icin-firsatlar/

http://merdiyeeker.com.tr/category/isveren-markasi-yonetimi/

Yazarlar Hakkında

 

Brett MİNCHİNGTON

Brett Minchington

EBInternational Başkanı/ CEO, Uluslararası Stratejist, Kurumsal Danışman, 30 ülkede 50 den fazla şehirde liderleri eğiten, Global ve Online EB Liderlik Sertifika Eğitmeni (www.brettminchington.com)

&

Merdiye EKER

Merdiye EKER

Özel sektörde 14 yıllık tecrübesiyle İnsan Kaynakları ve İşveren Markası Uzmanı. Ödül sahibi blogger, hizmet döngüsüne karşın, tutarlı bir çalışan deneyimini içine alan ekiplerde, entegre kültüre odaklanarak işveren markalarını geliştirecek liderlere talimatlar ve öngörüler sağlar. Merdiye, firmaların, gelişimlerinde, insan odaklı markaya dikkat ederlerse Türkiye’de cazip ve kalıcı stratejiler elde edeceklerine inanıyor.

MERDİYE EKER KİMDİR?

Merhaba, ben Merdiye, 2015 PERYÖN Blogger Finalisti… Kurumsal firmaların, önce insan odaklı çalışmalarla oluşturacakları işveren markasıyla, aslında kuruma nasıl katkı sağlayarak, rakiplerine nasıl fark atacaklarının farkındalığını göstermek için projeler üretiyorum. Üniversitede okurken başladığım insan kaynakları departmanındaki iş hayatıma yeni boyutlar katıp genişleterek katkıda bulunuyorum. Şuanda insan kaynaklarının tam anlamıyla bir level ötesi olan işveren markasının uygulamasının geliştirilmesi üzerine çalışmaları yapıyorum.. İnsan odaklı olarak, kurum kültürünü harmanlayan projeler yapıyorum, çünkü insanlar kendilerini özgün, güvende, başarılı hissedecekleri firmalara karşı aidiyet duygusunu geliştirir. Bende insanları bu özelliklerinden yakalamaya çalışıyorum. . Maksadım: Çalışanlara kuruma aidiyet hissi ve daha verimli projeler geliştirme gücü; çalışma arkadaşlarına motivasyon ve takım bilinci, entegre çalışma kültürü; işverene; diğer firmaların bir şekilde ulaşacağı bilgiyle değil insan odaklı çalışma şekliyle marka olup fark yaratma bilinci aşılamak. . .

Silkinin ve ayağa kalkın.


Başarısızlık, düştüğünüz yerde kalmaktır. …
Silkinerek; ayağa kalkıp, o tecrübe ile tekrar eylemlere devam edebiliyorsanız her bir eylem, başarıya giden yoldaki basamaklarınızdan bir tanesi olabilir.
Yaşamınızı neşe ve mutluluk içinde geçirmenin bir yolunu bulun…
Zihninizden olumsuz düşünceleri çıkarın, bunların yerine olumlu düşünceleri koyun, yani bakış açınızı değiştirin.
Düş bahçenizi ayrık otlarından temizlediğinizde güneş, sizin dünyanıza daha parlak doğacaktır.
Siz, hayatı olduğu gibi kabullendiğinizde sevgiyi hayatınıza çekecek, daha mutlu olmaya başlayacaksınız.
Çevrenizde sahip olduğunuz şeylere şükrettikçe bolluğu, karşınızdaki insanların olası hatalarını affettikçe sağlığı hayatınıza mıknatıs gibi çekecek, kendi gücünüzün farkına vardıkça da, üretme gücünüz artacaktır.
Tüm bunları hayatınızın her alanında uygulamaya başladığınız ve alışkanlık haline getirdiğinizde, artık o olumsuz düşünceler, zihninizde tutunacak yer bulamayacak ve hayatınızı kendi ellerinizle inşa ederek istediğiniz biçimde yaşamaya başlayacaksınız. Ve bu da sizi olmanız gereken ana hedefe kavuşturarak, yani o müthiş potansiyelinizi ortaya çıkarmaya başlayacaktır.
Hayatınızdaki her şey bu ana amaca hizmet eder. 

Özgüven Geliştirmek İçin 10 Öneri


Mutlak başarı için güçlü bir özgüvene sahip olmak şart. Özgüven konusunda git-geller yaşamak gerçek bir özgüvene sahip olunmadığının göstergesidir. Peki özgüven problemini aşmak için neler yapılabilir?
Özgüveninizi arttıracak 10 öneri: Başarana kadar numara yapın!Genelde insanların kendine güveni her zaman aynı seviyede olmaz. Bir gün kendinizi çok iyi ve güvenli hissederken ertesi gün tam tersini yaşayabilirsiniz. Kendinizi becerikli ve zeki bulmuyorsanız başarısızlık da kaçınılmazdır. Şayet zeki ve becerikli olduğunuzu düşündüğünüz zamanlarda, zihniniz de buna odaklanır ve başarıya kendiliğinden erişir.Kendine güven, başka bir takım kişisel beceriler gibi emek verilerek, üzerinde çalışılarak geliştirilebilir. Gün gün, adım adım hedeflerinize ulaşabilirsiniz. Bu bir anlamda, hissedene kadar numara yapmak şeklinde açıklanabilir. Fakat göreceksiniz, ilk zamanlarda liste halinde uygulayacağınız bu maddeler, zamanla içinizden gelmeye başlayacaktır.
1.İnsanları anlamaya çalışın. Birilerini yargılamak, onun hakkındaki olumsuz düşünceleri dile getirmek, her zaman onları anlamaktan daha kolaydır. Öyleyse kolaya kaçmayın, onların davranışlarını ve tepkilerini anlamaya gayret edin. Mutlaka haklı bir sebepleri olduklarını keşfedeceksiniz.
2. Üzerinize oturan giysiler giyin. Çok bilinen bir söz vardır: “Kıyafetlerimiz kişiliğimizi yansıtır.” Ama burada belirtmek istediğimiz, üzerinize oturacak kıyafetler giymeniz. Çünkü hatlarınızı belli eden giysiler, kişinin kendine ve vücuduna olan güvenini arttırır. Nasıl bir kiloda olduğunuzun bir önemi yok, aşırı bol ve salaş kıyafetler zaten sizi olduğunuzdan daha geniş ve iri gösterecektir.
3. Gülmekten vazgeçmeyin. Şu meşhur mutluluk hormonu endorfine hepimizin çok ihtiyacı olduğuna göre, size kahkaha attıracak kişiler, film, dizi veya videolardan faydalanın. Unutmayın, gülmek vücudun gerginliğini büyük ölçüde alabilen ender faktörlerden biri.
4. Sessizliği dinleyin. Günümüz karmaşasında artık, sessizlik kavramını unutmuş vaziyetteyiz. Oysaki, kendimizi anlamak ve onunla baş başa sessizce vakit geçirmek ruh ve beden sağlığı için çok önemli. Her gün mutlaka, sadece siz ve düşüncelerinizle kalabileceğiniz sessiz ortamları yaratmaya özen gösterin.
5. Bütçe yapın. İster çok zengin, ister orta halli olun fark etmez, bütçe yapmak sizlere kontrollü ve güvenli bir yaşam sağlar.
6. Dedikodudan uzak durun, yapmayın. Bilin ki yaptığınız her dedikodunun size geri dönüşü olacaktır. Dedikodu yaptığınız insanlar, siz arkanızı döndüğünüzde de sizinle ilgili konuşmaya başlayacaklardır.
7. Sözleriniz ve yaptıklarınız birbiriyle uyumlu olsun. Evet, bu birtakım şartlardan ötürü her zaman mümkün olmayabilir fakat yine de işe önce küçük olan dileklerinizden başlayın. Yavaş yavaş bunları başardıktan sonra seviyeyi arttırıp, kendinize  daha büyük hedefler koyarak, onları da  gerçekleştirebilirsiniz. Burada önemli olan gerçekten neye karşı istekli ve tutku dolu olduğunuzdur, bunları bulduğunuz andan itibaren, ne olursa olsun gerçekleşeceklerine olan inancınızı koruyun.
8. Bedeninizle barışık olun. Fit biri olmanıza gerek yok, yeter ki aynaya baktığınızda gördüğünüz yansımadan memnuniyet duyabilmeyi becerin. Çünkü herkesin, mutlaka güzel ve çekici bir fiziksel özelliği var. Bu kısımlarınıza odaklanın ve güven tazeleyin.
9. Öğrenin. Sizden her zaman daha iyi bilenler ve akıllılar olduğuna göre, hiçbir zaman soru sormaktan ve öğrenmekten vazgeçmeyin. Çünkü ne kadar çok öğrenirseniz, kendinizi o kadar çok seversiniz.
10. Eğlenceli olun, heyecanınızı kaybetmeyin. Tıpkı aşkta olduğu gibi, heyecan insanı mutluluk olgusunun en tepesinde tutmaya yarayan baş aktörlerden biri. Ne olursa olsun, yaşamınızda heyecan hissedebileceğiniz şeyler bulun.Son olarak, bu maddelerin hepsini harfiyen uygulamanıza elbette gerek yok. İçlerinden yapabileceklerinize inandıklarınızla başlamak bile yeterli olacaktır.

Haziran Ayının Aktif İK Blogger Listesi


İnsan kaynakları alanında aktif olan bloglar düzenli olarak, Mühendisin İK’sı, Ceren Bandırma hanım tarafından derleniyor ve İnsan Kaynaklarına ilgi duyanlara sunuluyor.
Benim blogumunda (https://ekremozturk.com/) yer aldığı HAZİRAN-2016 blog listesini hazırlayıp, sunan Ceren Bandırmaya teşekkür ediyorum.
‪#‎ekremozturk‬
https://cerenbandirma.wordpress.com/…/haziran-ayinin-aktif…/

1Ahmet Eryılmazhttp://www.ahmeteryilmaz.com.tr/

2Anıl Güçlühttp://ikmania.blogspot.com.tr/

3Artemiz Gülerhttp://artemizguler.wordpress.com/

4Aydan Çağ Aydınhttp://www.aydancag.com

5Aykut Günerhttp://www.yonetimdeinsan.com/

6Ayşe Kirmanhttp://yetisik.com/

7Ayşe Nazmiye Uçahttp://ayseuca.com/blog

8Banu İçli Önerhttp://insankaynagilabirenti.blogspot.com.tr/

9Begüm Molhttps://bgmmol.wordpress.com

10Burak Akalınhttp://burakakalin.com/

11Burcu Ertemlihttp://www.turuncuik.blogspot.com.tr/

12Burcu Özçelikhttps://burcuozcelik.wordpress.com

13Burçin Şoray Erdağhttp://www.ikhaberleri.com  

14Can Büyükalkanhttp://canbuyukalkan.com

15Cengiz Çatalkayahttp://www.yetenekvekariyer.com/

16Ceyda Anılhttp://www.ceydaanil.com/

17Ceyhan Kocakayahttps://ckocakaya2015.wordpress.com/

18Coco de Medinahttp://hrkronikleri.blogspot.com/

19Çiğdem Özdemir Evrenhttp://www.cigdemozdemirevren.net

20Dilay Çetintaşhttp://konumuzkariyer.com  

21Eda Alkanhttp://eedaalkan.wix.com/aklimfikrimik#!home/mainPage

22Ekrem Öztürkhttps://ekremozturk.com/ 

23Emre İnanç Karakaşhttp://www.emreinanckarakas.wordpress.com

24Ezgi Fedahttp://www.ezgifeda.com/

25Faik Yıldızhttp://personelci.blogspot.com.tr/

26Funda İnkayahttp://www.fundainkaya.com/

27Füsun Özülkehttp://fusunozulke.com/category/insan-kaynaklari/

28Gizem Özenhttps://gizemozen.wordpress.com/

29Gökhan Yılmazhttp://www.gkhanyilmaz.wordpress.com

30Gökhan Kocabıyıkhttp://gokhankocabiyik.blogspot.com.tr

31Gülin Sarıhttp://gulinsarica.wix.com/ikblogger

32Gülsün Müftügilhttp://www.ikburada.com

33Gündüz Güldamlasıhttp://www.cevizakademi.com/

34Hakan Madenhttp://hakanmaden.net/

35Hamdi Özçelikelhttp://www.ikdinozoru.com/

36Hasan Baltalarhttp://www.hasanbaltalar.com/

37Hatice Buluthttp://haticebulut.com

38Havva Kahramanhttps://havvaninikgunlugu.wordpress.com/

39İpek Alver Özpehlivanhttp://yetenekyonetimi.blogspot.com.tr/

40İsmail Çemrekhttp://insiyatif.net/

41İsmet Barutçugilhttp://ismetbarutcugil.wordpress.com/

42Kübra Gülserenhttp://kubragulseren.blogspot.com.tr/

43Melis Varan Tiftikcihttps://ikdablog.wordpress.com/

44Merdiye Ekerhttp://www.merdiyeeker.com.tr/

45Merve Karaalioğluhttp://hroad.wordpress.com/ 

46Meryem Adakhttp://meryemadak.com/

47Metin Akkayahttp://www.isveyonetim.com/

48Mesut Yükselhttp://telepat–ik.blogspot.com.tr/

49Murat Sümerhttp://www.iksgk.com 

50Murat Yıldızhttp://www.dokuzbes.com/

51Mücahit Dalkıranhttps://kariyerimik.wordpress.com/

52Müge Arslanhttp://insankaynaklarigunlugu.com/

53Mürşide Demirkolhttp://www.mursidedemirkol.com/

54Nazlı Kılan Ermuthttp://nazliermut.com/

55Nazmi Boşça http://nazmibosca.com  

56Nedim İlerihttp://nedimileri.blogspot.com.tr/

57Nurdan Akalın Terazihttp://www.ikbahcesi.com/

58Patrona Mektuplarhttp://www.patronamektuplar.com/

59Savaş Şakarhttp://www.savassakar.com/

60Saygı Günençhttp://www.saygigunenc.com

61Seda Küçükhttp://sedolinka.com/

62Selin Yetimoğluhttp://selinyetimoglu.com/

63Serdar Baranhttp://serdarbaran.com/

64Serdar Devrimhttp://serdardevrim.com.tr/

65Serpil Türkmenhttps://serpilturkmen.wordpress.com/

66Tuğba Alkanhttps://iktugbaalkan.wordpress.com

67Tuğçe Güçnar Kengilhttp://tugcegucnarkengil.com/

68Uğur Kartalhttp://cokbilenadam.net/cba/

69Volkan Aşkunhttp://www.volkanaskun.com/

 

İlber Ortaylı Hoca’dan bir anı…


Son günlerde sık konuşan ve söylemleri sosyal medyada sık paylaşılan, İlber Ortaylı hocadan yaşanmış bir anıyı hatırladım. Bu hatırlama üzerine değerli hocanın yapmış olduğu bir konuşmada, son yıllarda açılan Üniversiteler üzerine söylemiş olduğu sözler üzerine yoğunlaştı. Hoca Anadolu’da her ile açılan Üniversiteler üzerine öyle bir söz söyledi ki; insanlar ayağa kalktı.
Hoca “her kentte Üniversite kurmak ahlaksızlık” derken bu kadar tepki geleceğini düşünmedi mi? Hocaya en büyük tepkiyi ise zamanın başbakanı verdi. Hocada bu tepkinin karşısında asil davrandı ve “Başbakan’la tartışmaya girmem ayıp olur diyerek susmayı tercih etti.
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Anadolu tarihini hatta dünya tarihini çok iyi bilen bir akademisyendir. Osmanlı tarihi ile ilgili çok sayıda eseri yayınlanmıştır. Hoca bu kadar iyi tarihçi olunca değişik yerlerde konuşmalara davet edilmesi normaldir. Hocanın renkli kişiliği de farklı yerlere davet edilmesini sağlıyor. Çok önemli bir insan kaynakları kongresinde bile hocayı konuşmacı olarak görmek mümkündür. Osmanlıda insan kaynakları yönetimini elbette en iyi hoca bilir.
Hoca bu hükümet döneminde müdürlük görevine de getirildi. Osmanlı tarihinin bir başka deyişle dev bir imparatorluğun mirası olan bu kutsal saraya müdür yapıldı. Aslında bir tarihçi olan İlber Hocanın yöneticilikte çok hevesi olduğunu sanmıyorum. Hocayı onura etmek için böyle önemli bir sarayın müdürlüğü verildi denilebilir.
İlber hocanın her ile açılan Üniversiteler ile ilgili söylediği ve büyük tepki alan sözleri, hoca ile bu konuya benzer yaşamış olduğum bir olayı hatırlattı. Daha önce çalıştığım bir şirkette ayın konuğu adı diye adlandırdığımız bir program dahilinde şirkete misafirler davet ediyor, onların bilgi ve deneyimlerini şirket çalışanları ile paylaşmalarını sağlıyorduk. Bu program kapsamında İlber hocanında davet edilmesi programa eklenince hocayı Kırşehir’e getirmek işi benim üstlendiğim bir görev oldu.
Zorda olsa hocaya bir türlü ulaşıp, Kırşehir’e gelmesini sağladım. Hoca Kırşehir’e ilk kez geldiği için ilgide yoğun oldu. Hocayı karşılayıp, söyleşinin yapılacağı saate kadar misafir edeceğimiz salona götürdüm. Salonun camından görünen alanda bulunan binaları hocaya gösterirken, tam karşımızda bulunan Fen-Edebiyat Fakültesini ve doğal olarak tarih bölümünü zevkle anlatmaya başladım. Hocada tarihçi olunca, burada tarih bölümü olmasından hoşlanacağını umarken öyle bir tepki aldım ki; susmak zorunda kaldım. Hocam burada tarih bölümü var dediğimde “geçin bunları, her yerde tarih bölümü açtılar, bunlardan bir şey olmaz” demesi üzerine hiçbir şey diyemedim.
İlber hoca konuk olurda Üniversite öğrencileri davet edilmezmiydi? Bilhassa tarih bölümü öğrencileri…
Öylede oldu ve öğrenciler hocaya büyük bir ilgi göstererek konferansa salonunu doldurdular. Hoca konuşmasını bitirip sorulara geçtiğinde şaşırmaya başladı. Bunlardan bir şey olmaz dediği tarih bölümü öğrencilerinin soruları ve yorumları karşısında hoca yanıldığını söylemek zorunda kalıyordu. Hocayı yanıltan bu öğrenciler bizleri gururlandırıyordu. Kırşehir’deki Üniversite öğrencileri “Anadolu’daki her Üniversite ve öğrencisi değerlidir” diyerek hocaya çok önemli bir mesaj verdiler.
Bugün hocanın her ile açılan üniversiteler ile ilgili yaptığı çıkış ve söylediği sözler üzerine 2004 yılında yaşadığım bu hatırayı paylaşmak istedim. İlber hocanın Anadolu’da açılan üniversitelere bakışı hep olumsuzdu ve bunu ilk kez bu kadar sesli söyledi.

İlber-Ortaylı.

KUŞAK FARKLILIKLARI


Kuşakları sınıflandıran bir tanımlama mevcut olup, yakın tarihlerde doğanlar (1965 sonrası) X,Y ve Z kuşakları diye adlandırılan bu sınıflandırma ile belirli yaş aralığında bir ayrışma yapılıyor.

1965-1981 yılları arası doğanlar X kuşağı, 1981-2000 yılları arası doğanlar Y kuşağı ve 2001 yılından sonda doğanlara Z kuşağı olarak tanımlanıyor.

X kuşağı girişimci, gerçekçi ve sonuç odaklı olurken, Y kuşağı kendine güvenene, başarı odaklı, iyimser ve teknolojiye meraklı, Z kuşağı ise iyimser ve başarı odaklı olarak görünüyor. Y ve Z kuşaklarında benzer bir nokta toplumsal bilince önem vermeleri. 2001 yılından sonra doğan Z kuşağının sahip olduğu özellikler ise azalıyor.

Benimde yer aldığım, X kuşağı geleneksel,  kurallara bağlı, otoriteye saygılı, sadık, devlete ve çalıştığı kuruma sahiplenen, aidiyet duygusu yüksek,  çalışkan ve motivasyonları yüksek bir yapıya sahiptir.

Y kuşağı ise geleneksel yapıya çok bağlı olmayan,  kuralları daha az önemseyen, otoriteyi çok kabul etmeyen, mesai saatlerini çok önemsemeyen, daha iş odaklı görünen, daha iyi sosyal statü, daha çok kazanç diyen, aidiyet duygusu daha az olan,  eleştiriyi kabul etmeyen bir yapıya sahiptir.

Z kuşağı ise bugünü çocukları ve çok yorumlamaya gerek yok. X ve Y kuşağının yetiştirdiği ve eğittiği bir kuşak olup, internet ve teknoloji ile doğdukları bir zaman diliminde, X ve Y kuşağının karma yapısı ile sosyal medya ortamında büyüyecekler. Bu kuşak hakkında 50 yıl sonra yapılacak yorumlar çok farklı olabilir.

Kuşakları bir sınıfa sokmak doğrudur. Ancak kuşakları sınıflandırırken, yaş grubuna göre o gruptaki her insana aynı tanımlamayı yapmak yanlıştır. Her bir kuşağı bir önceki kuşak dünyaya getirip, yetiştiriyor ve kendi bilgi, görgü ve deneyimini yeni kuşağa aktarıyor. Yeni kuşağın kullandığı yeni değerler, yeni modeller ve teknoloji bir önceki kuşaktan gelen çalışmaların sonucu ortaya çıkıyor. Yani bir önceki kuşağı beğenmeyen, eleştiren ve yok sayan yeni kuşaklar kendiliğinden oluşmuyor.

Kuşakların birbirleri ile farklılaşmasın olmasını doğal karşılaması gerekiyor. Aynı dönemde ve aynı şartlarda yaşamayan insanların arasında mutlaka sorun olacaktır. Bu sorunları daha iyi anlayacak olan her zaman bir önceki kuşak olmalıdır. Daha deneyimli, daha tecrübeli olan bir önceki kuşak, yeni kuşağın halinden anlamalıdır.

Kuşaklar arası farklılıklar daha çok iş yaşamımızda Y kuşağının X kuşağını beğenmeme ve tercih etmeme gibi bir sorunu karşımıza çıkarıyor. Şuan çalışma hayatında olan bu iki kuşağın çatışmasında bir kuşağın diğerini anlamama, diğer kuşağın ise beğenmeme davranışları bu çatışmanın nedeni oluyor.

Her kuşağın kendi içerisinde çok farklı özellikler taşıyan yaş grupları da olabiliyor. 1981-2000 yılları arası doğanlar Y kuşağı olarak tanımlarken, 2000 yılı ile 1990 öncesi doğalar arasında dahi çok farklılık bulunabiliyor. Aslında benim çok tasvip etmediğim bu ayrışma, tanımlandığı gibi geneli kapsayan doğru sonuçlar vermiyor.

Özellikle işe alma ve kariyer süreçlerinde, kuşak konusunu önemseyenleri görünce bazen şaşırıyorum. Elbette ki yaş önemli bir kavram ve bazı süreçlerde çok önemli görülebilir. Ama her konuda kuşak konusunu dayatmayı anlamsız görüyorum.

 

13234483_1099676616763502_2068343084_o

YÖNETİCİ YETKİNLİKLERİ


Yöneticilik, belirli yetkinlik ve deneyim gerektiren bir kariyer sürecidir. Sadece yetkinliğe yada sadece deneyime sahip olunmak yöneticilik için yeterlimidir?

Belirli yetkinliklere sahip olmak yönetici olmak için yeterli olmaz. Yetkinliğin yanı sıra mutlaka iş deneyimi, hatta yaşam deneyimi gerekir.  Yönetici çok iyi bir eğitim almış olabilir, yöneticide olması gereken yetkinliklerin birçoğuna da sahip olabilir, ancak deneyim sahibi değilse yönetici olmak için yeterli değildir. Belirli yetkinliklere sahip olmadan sadece benim şu kadar yıl iş deneyim var demenizde yeterli değildir. O halde yetkinlik artı deneyime sahip olmamız gerekecek. Bunun yanı sıra liderlik vasfının olması da ayrı bir önem taşır.

Aile şirketlerinde hala aileden gelenlerin yetkinliğine bakmadan yönetici olabilme alışkanlıkları devam etse de özel sektör rastgele yönetici getirmiyor. Şirketlerin her birinin kendine özgü olan yapıları ve ihtiyaçlarına göre ideal olan yönetici özelliğini ve türünü belirliyor. Şirketlerin ihtiyacı olan yöneticiler için yalnızca bireyleri değil, aynı zamanda son yıllarda yaşanan gelişmelerin ve ilerlemelerin zorunlu kıldığı vasıfları da sürekli gözden geçiriyor. Rekabetin gelecekteki durumuna bakıp, ona göre değişimi yönetecek yönetici profilini oluşturuyor. Buna karşın kamu istisna kadrolar hariç yasal dayanaklara göre yönetici belirliyor. Kamunun değişen yönetim modelleri ve henüz manası kavranılamayan insan kaynakları yönetimi ile istisna kadrolara herkes yönetici olmaya aday olabiliyor yada gösterilebiliyor.

Ancak günümüz yönetim modellerinde hangi pozisyonda olursanız olun, başarılı olabilmek, hedefleri tutturabilmek ve pozisyonunuzu koruyabilmek için mutlaka iyi bir yönetici olmanız gerekir.

İyi yönetici olmak için hangi yetkinliklere sahip olunmalıdır?

İyi bir insan olmalı: Yönetici en başta iyi bir insan olmak zorundadır ve hiç bir zaman unutulmamalıdır. İyi bir insan günlük yaşantımızda herkesten birbirine göstermesi beklenilen saygı, sevgi, nezaket ve tevazu gibi erdemleri taşıması lazımdır. Kimseyi küçümsemez, herkese değer verir ama herkesi memnun etmeye çalışmaz. Tüm çalışanlara adil ve eşit davranır. Her durumda, herkese karşı eşit uzaklıkta olabilmeli, objektiflik ve tarafsızlığını koruyabilmelidir.

Liderlik vasfına sahip olmalı:Yönetici aynı zamanda liderlik özelliği taşımalıdır. Çalışanları ortak hedeflere yönelten, hedefleri benimseten, çalışanlar arasında birlikteliği sağlayan ve takım oluşturan özelliklere sahip olması gerekir. Çalışanlarının bilgi birikimlerini ve tüm potansiyellerini bireysel düzeyde, ekip düzeyinde ve kuruluşun bütününde yönetir, geliştirir ve özgürce kullanmalarını sağlar.

Stratejiyi planlamalı ve yönetebilmeli: Kuruluşun misyon, vizyon ve değerlerini oluştururlar, örnek olur. Vizyonu ve misyonu geliştirirler ve onların gerçekleştirilmesini kolaylaştırırlar. Stratejiyi planlar, uygular ve gözden geçirir. Olası durumlara göre stratejiyi yeniler, iyileştirme faaliyetlerini destekler. Kurumun, kendisinin dışında ekibine vizyon verir, hedef gösterir ve yönlendirir. Bu konuda takımının kendisini takip etmesini sağlar. Kalıcı başarı için gerekli olan kurumsal değerleri ve sistemleri geliştirirler ve bunları faaliyetleri ve davranışları ile yaşama geçirirler.

Değişimi yönetmeli: Liderdir ve değişimi yönetir. Mevcut sistemi ve durumu korumanın çabasını vermez. Değişimden korkmaz, değişim ihtiyacını belirler ve değişime öncülük eder. Kendisi ile birlikte takımın diğer üyelerini, günün değişen ve gelişen yeniliklerine karşı hazırlar. Yeni yönetim modellerini takip eder, kendini geliştirir ve değiştirir. Yeniliklerin uygulanmasında kararlı olur. İnsanların hata yapmalarına fırsat tanır, onların öğrenme sürecini destekler, hataların tekrarlanmaması için geri besleme, bilgi paylaşım ortamları sağlama gibi süreçleri oluşturur. Takımın yenilikçi ve yaratıcı yaklaşımlarına liderlik yapar ve geliştirir. Değişim dönemlerinde, amacın tutarlılığını sağlar. Gerektiğinde, kuruluşun yönünü değiştirebilir ve izlenmesi için diğerlerini cesaretlendirir.

Eğitici olmalı: Çalışanları geliştirmenin ve takım oluşturmanın en etkili yöntemlerinden birisi de sürekli olarak bilgi paylaşımı sağlamak ve örnek olmaktır. Bilgi paylaşmanın aynı zamanda eğitmek olduğunu bilir. Öğretmenin ve öğrenmenin, gelişmenin temeli olduğunu benimser ve benimsetir. Eğitim ihtiyaçlarını belirletir, planlatır ve uygulatır. Çalışanlarının sürekli öğrenme faaliyetleri içerisinde olmasını sağlar. Beceri ve bilgi birikimlerini kuruluşun çıkarları doğrultusunda kullanmaları için çalışanlarına önem verir. Onları tanıyarak ve başarılarını takdir ederek, motive eder ve sürekli katılımlarını sağlar.

Koç olmalı: Bir yöneticinin başarısında, çalışanlarının takım olmasının ve birlikte hareket etmesinin önemli olduğunu bilir. Takım içerisinde ortaya çıkacak çatışma durumlarından kaçınmadan sorunları çözebilme ve çeşitli çıkarlar arasında adil ve dengeli kararlar alabilme yetkinliği sahiptir.

İnisiyatif kullandırmalı: Çalışanların yenilikçi ve yaratı yaklaşımlarını cesaretlendirir. Yetkilendirir ve inisiyatif kullanmalarına fırsat verir. Çalışanlarını yetkinliklere uygun pozisyonlarda değerlendirir ve herkesin başarılı olduğu alanda sorumluluk almasını sağlar. Onların faaliyetlere katılımını sağlar ve onları yetkilendirirler.

Ekibinin Performansını, kariyer planlamasını yönetmeli ve başarıyı takdir etmeli: Yönetici başarıyı sadece kendinin eseri değil, aynı zamanda çalışanlarının eseri olduğunu bilir. Başarının sürekliliğini sağlamanın ekibi doğru motive etmekten, motivasyonu sağlamada ise başarıyı ve başarılı olanları tanıyıp, takdir etmekten geçtiğini iyi bilir. İyi bir yönetici sonucunu ölçmediği süreci yönetmez, Çalışanlarının ve takımın performansını ölçer. Çalışanlarının ve takımın performansını artırmaya çalışırken, bir yandan da takım üyelerinin kariyerlerinde gelişmelerine destek verir. Çalışanlarını gelişimlerine ve gereksinimlere göre başka pozisyonlara hazırlanmalarına yardımcı olur.

Yönetici olan herkes iyi bir yönetici olmak için, olmazsa olmaz sekiz özelliğe göre kendini değerlendirip ve ben iyi bir yöneticiyim diyebilir mi?

 

aeü

Gelen ağam, giden paşam


Yaşanan olaylardan insanlar ders çıkarmayı bilmelidir. Gelen ağam, giden paşam dememeli, gideni yok saymamalı, vefasızlık yapmamalıdır.
Zaman hızlı ve o kadar değişken ki, yarın olur diye beklenen olmadığı gibi aleyhinize hiç umulmadık şekilde bir başka hal almaktadır. Gelen gidip, giden gelebilmektedir.
Yaşanmış bir hikayeyi hatırlayınca paylaşmak istedim.
Petlas’a, bir zaman Lassa’dan üretim müdürü gelmişti. Petlas o zaman kamuda ve ağır bir işletme yapısı var. Özel sektörden gelen müdürün çalışma sistemi mevcut çalışana ağır gelince müdür sevilmeyen adam oldu.
Bir kaç yıl sonra bu müdür ayrıldı ve ardından konuşan, konuşana…
Zamanın da yağ çeken, eğilen, yanlış karar ve davranışlarına bile rıza gösteren, evine dahi yemeğe davet eden ve en büyük övgüleri yağdıranlar bir anda dönüş yaptılar ve müdürü en kötü insan olarak ilan ettiler.
Tabiki bu durumdan giden müdür bir türlü haberdar olmuş. Gel zaman git zaman sonra aynı müdür işletme grup müdürü olarak tekrar Petlas’a geri dönüş yaptı ve bu geri dönüşün ardından, aleyhinde en çok konuşan Hasan abimizi çağırır ve gerekli ayarı verir.
Bunun üstüne Hasan abimizin meşhur sözü geldi.
” BİR TEK ÖLENİN ARDINDAN KONUŞUN, YOKSA ADAM BİR TÜRLÜ BAŞINIZA GERİ GELİYOR VE HESABI AĞIR SORUYOR”
#ekremozturk

 

13173015_10207281232886337_8947542845644401186_o

Hepsi, bir avuç toprağız..


Kariyer hedefine odaklanıp, bu yönde neler yapabiliriz, daha iyi nasıl olabiliriz diye çaba gösteriyoruz.

Belirli bir kariyer hedefine gelince yetinmiyoruz ve daha bir üst hedef belirliyoruz.
Hatta, “ben kariyerim için her şeyi yaparım” bile diyoruz.
Zirveye çıkıyoruz, yetinmiyoruz…
Daha yüksek istiyoruz ve bu devam edip gidiyor.
Kendini dev aynasında gören saltanatı, varlığı ve fani güçleri ile ben, ben diyenlere Yunus Emre ne güzel demiş…
#ekremozturk

li

Kıskanmak yerine takdir etmek…


Kıskanmak kişinin kendisinde olmadığını düşündüğü birşeyi başkasında gördüğü anda oluşan ve genellikle o kişiye kendini kötü hissettiren duygudur. Herkeste olan bu duygu kişinin gerçeği kabul etmesi ve olgun düşünmesi kıskançlık kontrol edilebilir, hatta yok edilebilir.
İş yaşamında da sık karşılaştığımız kıskançlık, iş yerinde çatışmaların temel nedenidir.
Çaba göstermeyen, öğrenmeden uzak, değişimi kavramayan ve ayak uyduramayan insanlar başarılı insanları kıskanabiliyorlar. Kıskançlık sonucu ise kıskanılanı yıpratmak için hertür kötülük mübah görünmeye başlıyor. Kıskanmak yerine takdir etmeye çalışılmalı!
#ekremozturk

image

Bugün benim doğum günümdü


Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının, 23 sabahında bugün benim doğum günüm diye başladığın günde “bugün benim doğum günümdü” diyerek kapıyorum.  Bir gün daha geçti ve bir günler, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp, bir ömrü tamamlıyoruz.
Doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce bu teşekkür yazısını yazmadan geçemedim. Kutlama yapan tüm arkadaşlarıma, ‘’hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap verdim.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onunda haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten sevgi ile sevmek dedim.
Bir an dinlediğimin şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda çocukluğumda sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve Anneemm diyesim geldi!
Geçen yılları düşünürken sevdiklerimiz, sevenlerimiz, sevip bildiremediklerimiz hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam yüreğimi sızlattı.
Volkan Konak – Ben Onu Sevdim Ya O Bana diye söylerken, Tahir ile Zührenin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana, nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim.
Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu.
Olumsuzluklar karşısında pes etmedim.
Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim.
En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek,  kendimi en emişn olana havale ettim.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun… ” sözüne uygun olarak düzgün insanlar ile muhatap olmaya çalıştım. Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım, satana meyil vermedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de,  “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!
İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz.  Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan ailem, dostlarım ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum. Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Hazreti Mevlananın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp ataeaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllarada taşımayacağım. Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri  seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin…? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir…!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.
#ekremozturk

image

Bugün Doğum Günüm


Doğum Günüm (23 Nisan) ve doğum günümü (bugünden) kutlayan dostların hatırlattığı ve her doğum günümde beni düşündüren bir şiir vardır.

Ve ben şiiri paylaşmayı gelenek haline getirdim. Rahatlığın, keyfiyetin, varlığın ve saltanatın içinde hayat sürenlerin tersine yalnızlığın içerisinde kaldırımlara eşlik eden bir garipte  sonu yaşıyor.

Bu mana dolu şiir’de,  “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’ derken,

‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.

Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!

İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz.

Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Hepimizin yolları, yılları ve geride bıraktığı değerlerinin çok olmasını dilerim.
Yaşamanın amacı olsun, yaşamda güzellikler ve güzel insanlar olsun. Fenalıklar ve dünyalıklar bizden uzak dursun.
Bu düşüncelerim ile doğum günümü hatırlatan ve kutlayan, kutlayacak olan tüm dostlara teşekkür ediyorum.

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..
NECİP FAZIL KISAKÜREK

21

Ben “Hiç kimse olmak istiyorum.”


Hepimiz hep başka birileriyiz…
Sevdiğimiz, beğendiğimiz, örnek aldığımız, kıskandığımız, yerinde olmak istediğimiz birilerinin seslerini, sözlerini, bakışlarını ve tavırlarını alıyor,sanki bize aitmiş gibi kullanıyoruz…
Sabahları kalkıp elbise dolabımızın önünde durduğumuzda, giyeceğimiz elbiseye ve yanına gideceğimiz insanlara en çok uyacak maskeyi de seçiyoruz, elbiselerimizin yanında duran maskelerimizin arasından…
Hep daha fazlasını isterken, aslında giderek hep daha az alıyoruz…
Bütün ömrünü kariyer, güç ve para peşinde gece gündüz çalışarak geçiren insanların, günün birinde bütün kazandıklarını, elindekileri kazanırken yitirdikleri sağlıklarına harcadıklarını görüyoruz…
Bir ömrün sonunda evleri, arabaları ve para kasaları olan insanların, bütün bunları kazanırken kimbilir kaç gerçek aşkı yitirdiğini ve günün birinde yaşlanıp başlarını yaslayacakları bir sevgili omuzu aradıklarındaysa,soğuk ev duvarlarının, lüks araba koltuklarının ve çelik para kasalarının bir sevgilinin yerini tutmadığını, acı içinde fark ettiklerine şahit oluyoruz.
Siz isterseniz,”herkes” olmaya devam edin…
Ben “Hiç kimse olmak istiyorum.”
Sadece bana ait yanılgılarım, hatalarım, hüzünlerim, kahkahalarım, fotoğraflarım, kelimelerim, şarkılarım ve hiç benim olmayanlarım ile birlikte, bir hiçliğe doğru tek başıma karışıp gitmeyi düşünüyorum…”

indir

İnsana hasret yaşamak…


İnsan insanlar içinde insana hasret yaşar sözü, biz insanlar için acı ama gerçek bir durumu ifade ediyor.
Insanın insanların içinde insana ihtiyaç duyması, insanlığın ne hale geldiğini çok iyi gösteriyor. Insanların bir araya geldigi ortamların çoklaştığı ve kolaylaştığı bir ortamda, yapmacık iletişimler insanları tatmin etmiyor. Güven ve samimiyetin olmadığı, en ufak bir çıkar uğruna insanları feda eden bir yapıda insanın yeniden tarifi gerekiyor.
Her insan’a, insan denildiği halde insanlar içinde insan aranıyor deniliyorsa, aranan insanın tarifi ne oluyor?
Adam gibi adam benzetmesi bu aranan insan tarifini anlatıyor olabilir.
#ekremozturk

image

Hayatınız anlamlı olsun…


Belki uzun, belki kısa bir yoldasınız..
Her başarısızlık sizin için birer KAVŞAK……
Endişeleriniz bir VİRAJ
Arkadaşlarınız bazen GAZ PEDALI olur bazen de FREN..
Düşmanlarınız trafik ışıklarındaki KIRMIZI
Aileniz ise yolunuzdaki UYARI TABELALARI
İş hayatınız ise ENGEBELİ BİR ARAZİ..

Ama…
Deponuz PRENSİPLERİNİZ ile doluysa..
Motorunuz İRADENİZ kadar sağlamsa..
İnandığınız her şey SİGORTANIZ olmuşsa..
Ve her daim YARADANIN varlığını hissediyorsanız..

Dilediğiniz Yere Mutlaka Varacaksınız..!
#ekremozturk

image

Ebeler Haftası Kutlu Olsun


Ebelik insanlık tarihinden bugüne kadar gelen ve insanın yaşamda ilk nefesi almasın da vesile olan kutsal meslektir.
Bu meslekten olan başta sevgili eşim ve 26 ay görev yaptığım Kırşehir Kamu Hastaneleri Birliğinde görev yapan ebe hanımlar olmak üzere tüm ebe hanımların bu günlerini kutluyor, çalışmalarında kolaylıklar diliyorum.

#ekremozturk #insankaynaklari #ebe #ebelik #saglikbakanligi #hastane

ebeler-haftasi

Mevlana demiş ki:


Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. ..
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla…
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim…
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu.. .
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi…
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde…
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün…
Ve gerçeğin acı olduğunu…
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya …
Kalp durur …
Akıl unutur …
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur …
MEVLANA
#ekremozturk

İnsan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır


Gençlik bir hayat devresi değil bir akıl halidir.
Yıllar cildi buruşturabilir, ancak, heyecanların bitişiyle ruh buruşur.
İnsan kendine olan güveni kadar genç, kuşkusu kadar yaşlı,
Cesareti kadar genç, korkuları kadar yaşlı,umudu kadar genç, bezginliği kadar yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.
İnsan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.
Siz, bu yıl da genç kalın.
W. E. Gladstone ve S.Ullman’ın şiirlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
__ #ekremozturk
10987706_10204591090474458_2887018877047651444_n

Sağlık çalışanlarının “Tıp Bayramları” kutlu olsun


Böylesine acı bir günde bayram kelimesi bile çok ağır geliyor. Ancak bu günlerde dahi görevlerini yapmaktan kaçınmayan sağlık çalışanlarının bu günlerini unutmamak gerek.
İki yılı geçkin bir süre görev yapmış olduğum Kamu Hastaneleri sürecinde,  insanı yaşatmaya ve insanlara daha sağlıklı bir yaşam sunmayı ilke edinen, bu kutsal ve saygın mesleği büyük fedakarlıkla yerine getiren, en güç koşullarda bile sağlık hizmetinin  özveriyle sunmanın çabasını veren sağlık çalışanlarını yakından tanıdım ve çalışma koşullarını gördüm.  Bunlar içerisinde özel bir insan olan, Genel Sekreterliğimide yapan Op. Dr. Mehmet Öncel nezdinde, beraber çalıştığım sağlık çalışanı arkadaşlarımın ve tüm sağlık çalışanlarının,  14 Mart “Tıp Bayramın” larını kutluyor ve saygılar sunuyorum.

#ekremozturk

image

Niyet güzel olmalı


Kimi iyi niyet besler, güzel düşüncelere sahip olur. Kimi kötü niyet besler, kötü düşünceler taşır. Kötü niyetli insanların amaçları da kötüdür. Kötü olanlar iyileri, iyiliği, güzeli ve güzelliği hedef yaparlar. Okları vardır, iyi olana karşı kullanırlar. Kötü niyetli hesap yaparlar ama bilmezler ki, Allah’ında bir hesabı vardır. Hesapları tutmadığı gibi attıkları ok’ta hedefi tutmaz. Hz. Alinin dediği gibi “niyeti kötü olanın attığı ok, kendine döner.”  
Ekrem Öztürk

image

İnsan kaynakları mezunlarının sesleri duyulmalı!


Lisans hatta yüksek lisans eğitimi alan İnsan Kaynakları mezunlarının, iş bulmak adına sertifika alma çabalarını anlamak lazım. Dört yıl lisans egitiminden aldığın diploma ile iş bulma, 50 saatlik egitimde aldığın sertifika ile iş bulurum umuduna kapıl. Bir yerde terslik var!
Egitenmi suçlu, iş verenmi?
İnsan kaynakları mezunlarının bir başka sorunu ise kamu personel alımında yok sayılmamalıdır. Bu konuyu ayrıca yazacağım. Ancak sosyal medyada insan kaynakları öğrencilerinin biraraya gelme ve bu sorunlarını ilgili yerlere duyurma çabalarını görünce deginmeden yapamadım.
Aslında çok basit talepleri var. Kamudaki insan kaynakları departmalarında farklı bölümlerden mezun olanların yerine bizi tercih edin diyorlar.
Bugün gerek kamu gerekse özel sektörün, insan kaynakları departmalarında personel yönetimi ile ilgili hiç bir alakası olmayan bölümlerden mezunların çalışmasını görebiliyoruz. Özel sektör tercihine karışmak mümkün değilil ama özel sektörün insan kaynakları deplasmanlarında görev alanlara büyük bir sorumluluk düşüyor.
Kamuda ise tercih kullanma kamu yönetimine bağlı. Devlet personel başkanlığı, insan kaynakları mezunlarının farkına varmalıdır. Kamu kurumlarının personel taleplerinde özellikle insan kaynakları departmalarına isteklerinde, insan kaynakları mezunlarını talep etmeleri istenmelidir.
Bu konuda değerli bürokrat, devlet personel baskanımız gereğini yapar diye umut ediyoruz.

#ekremozturk #insankaynaklari

image

Hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmelisin…


Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu :
“Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun ? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı ? ”
Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi :
“Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.”
Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.
“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki ! ”
“Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.”
“Birinci özellik : Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.”
“İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.”
“Üçüncü özellik : Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.”
“Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.”
“Beşinci ve son özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.”

image

Hiç


Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:
“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam
boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam.
Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
“Hiçlik makamında!”
#ekremozturk

hak

 

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑