Mektup

Mektup, bir dönemin en özel iletişim biçimiydi. İnsanların yüreklerindeki tüm duyguları, hasreti, sevgiyi, kaygıyı ve özlemi bir kağıt üzerine işlediği o samimi zamanların adıydı. Telefonların, görüntülü konuşmaların ve sosyal medyanın olmadığı o günlerde, mektup yalnızca bir yazı değil, sevdiklerine uzanan bir köprü, hasretin ve sabrın somut bir temsiliydi.

Mektup yazmak, düşünerek, hissederek yapılan bir eylemdi. Kalemin ucundan dökülen her kelime, yazanın iç dünyasından bir iz taşırdı. Bir mektup, sevinci de hüzünü de beraberinde getirirdi. Kağıda dökülen her cümle, zarfa konulup yola çıkarılan her duygu, insanları birbirine daha çok bağlardı. Ancak mektup sadece yazmak değil; aynı zamanda beklemekti. Postacının yolunu gözlemek, gelen her zarfı özenle açmak, içinden çıkan kelimelerde sevdiklerini bulmak tarifsiz bir mutluluktu.

Ancak zaman değişti. Artık ne zarf kaldı ne mazruf… Böylece hayatın mektup çağı da kapandı. Şairin dediği gibi:

“Bu bir mektup olsaydı
seni güldürürdüm mutlaka
fakat bu bir şiir, bağışla.”

Bu dizeler, mektubun sıcaklığı ile şiirin duygusallığı arasındaki o ince farkı ne güzel anlatır. Şimdi kimin bir mektuba yazacak kadar dolu bir yüreği, sabredecek kadar derin bir özlemi var ki? Teknolojinin hızlı dünyası, mektubun sunduğu o samimiyeti ve bekleyişin büyüsünü aldı götürdü. Artık duygular bir mesaj kutusunda kayboluyor, hasret anlık bir bildirimle giderilmeye çalışılıyor.

Ve böylece mektup, sadece bir iletişim aracı olmaktan çıkıp bir hatıra, bir özlem ve bir geçmiş sembolü haline geldi. Geleneksel bir zanaat gibi yitip giden mektup çağı, insana içindeki duygusal derinliği hatırlatan, samimiyetin ve sabrın unutulmaz bir temsilcisi olarak zihinlerde yaşamaya devam ediyor. Belki de mektubu bu kadar özel kılan, yalnızca içindeki cümleler değil; onun bir emek ve sabır işi olmasıydı. Ama şimdi, bir mektup yazacak kadar dolu bir içimiz kaldı mı? İşte asıl mesele bu…

Yorum bırakın

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑