İyilik Yapmak Empati ile Başlar



İyilik, insanlığın en temel değerlerinden biridir ve başkalarına yardım etmek, hem bireylerin hem de toplumun daha iyi bir yer olmasını sağlar. İnsanlar, hayatları boyunca pek çok farklı şekilde iyilik yapma fırsatı bulabilirler.

İyilik, empatiyle başlar. Başkalarının duygularını anlamak ve onların ihtiyaçlarını görmek, yardıma olanak sağlar. Empati, toplumda daha derin bağlar oluşturur ve insanların birbirlerine destek olmasını sağlar. Gönüllülük, toplumda pozitif bir değişim yaratmanın güçlü bir yoludur. Gönüllü olarak zamanınızı ve becerilerinizi başkalarına adayarak, ihtiyaç sahiplerine yardım edebilir ve topluluğunuzun daha güçlü bir dayanışma içinde olmasına katkıda bulunabilirsiniz.

İyilik, büyük jestlerle değil, küçük eylemlerle de gerçekleşebilir. Bir tebessüm, bir selam veya bir yardım eli uzatmak, karşınızdaki insanın gününü aydınlatabilir ve onlara umut verebilir. İyilik, bir domino etkisi gibi yayılır. Bir kişi birine iyilik yaptığında, karşı taraf da başkasına iyilik yapma eğilimi gösterebilir. Bu şekilde, iyilik zinciri oluşturularak toplumda olumlu bir döngü başlatılabilir.

Araştırmalar, iyilik yapmanın insanların mutluluğunu artırdığını göstermektedir. Başkalarına yardım etmek, insanların kendilerini daha değerli ve tatmin olmuş hissetmelerine yardımcı olur.

Sonuç olarak, iyilik yapmak sadece karşılık beklemeden başkalarına yardım etmekle kalmaz, aynı zamanda kendi ruh sağlığımızı ve toplumun genel refahını da artırır. Küçük bir iyilik bile, dünyayı değiştirebilir ve sonsuz bir iyilik döngüsü başlatabilir.


Teleferik Kazası ve İnsan Güvenliği


Antalya’daki teleferiğin direklerinden biri yerinden koparak kabine çarptı. Kabinin tabanının kopmasıyla içerisinde bulunanlar metrelerce yükseklikten yere düştü. Kazada kabindeki 1 kişi yaşamını yitirirken 10 kişi de yaralandı. Asılı kalan 24 kabindeki 174 kişinin tamamı başarıyla tahliye edilmiştir. İki gün boyunca canlı yayınlarda kurtarma çalışmalarını takip ettik.   Bir insanımızın hayatını kaybettiği kazaya şükür çekildi ve daha fazla kaybın olmamasına sevinildi. Bu kaza ile birlikte her zaman endişe duyduğum insanların toplu kullandığı oyun alanları konusunda gündeme gelmeli. Bu konuda yaşadığım bir anıyı paylaşmak isterim. Ankara’da bir lunaparkta oğlumun ısrarı ile çok yükseğe çıkan bir oyun aletine bindik. Kemerlerimiz takıldı ve alet yürümeye hazır hale getirilirken kemerin kilitlenme sistemini sordum ve havalı sistem ile kilitlendiği yanıtını alınca kompresör arıza yaparsa bizi tutan ikinci bir kemer sisteminin olmadığını öğrenince alet yürümeden indik. Bu duruma bozulan görevli ilk kez böyle bir soru geldiğini ve aletten inildiğini belirtince İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemini bildiğimi ve iki kuruluşta bu sistemi kurduğumu ve sistemin gereği olarak güvenliği sorguladığımı anlattım. Teleferiklere binmedim ve bineceğimi düşünmüyorum. Lunaparkta bulunan aletlere de asla binmem. Önemli kuruluşlarda çalışmış, görmüş,  danışmanlık yapmış biri olarakta biliyorum ki; kurallara uymanın ve kontrollerin yapılmanın zorunlu olduğu ve iyi eğitimlerin verildiği durumlarda dahi insan kaynaklı kazalara şahit oluyoruz.  Bizim insanımızın, “bir şey olmaz, kaderde varsa zaten olur” yaklaşımı ile “bakarız,  ederiz” rahatlığı kolay aşılamayacak bir kültür olup çok ısrar edip çaba gösterilmesi gerekiyor. Sürecin sahibi umursamaz, kontrol eden vurdumduymaz ve hizmetten yararlanan keyfinde ise bu tür haberleri çok duyarız. Bu konuda sorumluluk insanın kendine düşüyor ve canını, cananını seviyorsa hizmet aldığı her süreci sorgulamalıdır. Hikâyesini bilmediğin bir alete biniyor ve eğleniyorsak, sonunda üzülme olasılığımız yüksek oluyor. Güvenlik önlemlerinin titizlikle alınması ve sürekli olarak gözden geçirilmesi hayati önem taşıyor. İnsan hayatının değerini kavramak ve önlemleri almak, herkesin sorumluluğunda olmalıdır. Herkesin güvenliğini sağlamak için çaba göstermek önemlidir. Canımız kıymetli, aklımız yerinde ve bilincimiz açık olsun.

İnsanların Aklı Başına Gelince


İnsanlar aklı başlarına geldiğinde geçmişlerini bir yük olarak hissedebilirler çünkü geriye dönüp baktıklarında, geçmişte yaptıkları hızlı ve düşünmeden verilen kararlar, yanlış adımlar veya hatalarla dolu anılarla karşılaşabilirler. Bu durumda, insanlar kendilerini suçlu veya pişman hissedebilirler ve “Keşke şunu yapmasaydım” veya “Neden böyle davrandım?” gibi sorularla kendilerini sorgulayabilirler.

Geçmişteki hatalar ve yanlış kararlar, insanın kendine güvenini sarsabilir ve gelecekteki kararlarını daha tedirgin bir şekilde almasına neden olabilir. Bu da insanın kendini sürekli suçlu hissetmesine ve geçmiş hatalarını unutmak yerine onlara takılıp kalmasına yol açabilir. Bu durum, kişinin mental sağlığı üzerinde olumsuz bir etki bırakabilir ve kendini sürekli olarak geçmişteki hatalarıyla savaş halinde bulmasına neden olabilir.

Ancak bu tür deneyimler aynı zamanda büyük öğrenme fırsatları da sunabilir. Geçmişte yapılan hatalar, insanların kendilerini daha iyi tanımalarına ve gelecekte benzer hataları tekrarlamamaları için daha iyi bir şekilde hazırlanmalarına yardımcı olabilir. Bu nedenle, geçmiş deneyimleri bir yük olarak değil, bir fırsat olarak görmek ve onlardan öğrenmek önemlidir.

Yorulmak Vazgeçmek Değildir


Hayatın zorluklarına karşı aldığımız her nefes, bir deneyimle doludur. Yorulmak, sadece fiziksel bir zayıflık değil, aynı zamanda bir öğrenme sürecinin bir parçası olup süreçte, azim ve dayanıklılık sınırlarımızı zorlar. Yorulduğumuzda, dinlenmek ve içsel bir denge bulmak için bir fırsat doğar.

Kalben yorulan biri, kendi sınırlarını anlamış ve bu sınırlar içinde dengeli bir yaşam sürebilmiştir. Yorgunluk, düşünce ve duygularımızı anlama şansı verir. Bu süreç, hedeflerimize ulaşmak için içsel bir pusula gibi işlev görür. Yorulduğumuzda, hayatın bize sunduğu sıradışı anları değerlendirebilir, yeni perspektifler keşfederiz.

Her yorgunluk anı, bir diyetin parçasıdır; bu diyet ise yaşamın karmaşıklığına dair bir öğrenme sürecidir. Yorulmak, hayatın çeşitliliği ve derinliğiyle başa çıkmanın bir yolu olarak görülmelidir. Bu durum, güçlenmemize, dayanıklılığımızı artırmamıza ve daha iyi bir versiyonumuz haline gelmemize olanak tanır.

Sonuç olarak, yorulmak sadece bir ara verme anı değil, aynı zamanda yeniden doğma ve gelişme fırsatıdır. Bu yüzden yorgunlukla yüzleşirken, içsel gücümüzü bulmalı ve her anın bize kattığı değeri anlamalıyız. Yorulmak, hayatın bize sunduğu bir hediye ve bu hediyeyi doğru bir şekilde değerlendirmek, bizi daha sağlam ve bilge kılar.

Umursamıyoruz


Kuralsızlığı seviyoruz, boş vermişliğe sığınıyoruz.
Umursamıyoruz..!
Birşey olmaz diyoruz,
olursa olsun diyoruz..!
Bu davranışların eğitimlede alakası yok.
Yüksekögretimde kalite yönetimi için çabalıyoruz.
Kalite bir standardın koşullarını sağlama ölçütü diyoruz.
Azda olsa memurdan, Profesöre kadar inanmayan insanlar görüyoruz.
Binada yangın tüplerinin son kullanma tarihi geçiyor, yangınmı çıkacak değişmeye gerek yok yanıtını alıyoruz.
Araçta emniyet kemeri takmıyor, binada yapılış şartlarına bakmıyor, ürün yada hizmet alırken standartlarını sorgulamıyoruz.
Kalite yönetiminde gönüllü esas derken, bizim insanımızın gönülsüz olduğunu umursamıyoruz.

İnsanımızın sağlığını, eğitimini ve canını korumayı, malından sonra düşünür olduğunu biliyoruz.
Kamusal zorunluluk gerekiyor, yaptırım ve ceza gerekiyor.

#ekremozturk

Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar


Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: “Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster.

Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.

Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar.

Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.

İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu” der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”

En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar.

“Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?”

Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?”

“Ne istiyorsan veririm.”

Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”

Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar.

Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler…

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar:

“Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”

Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap verir:

“Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.

Mesele kuyumcuyu bulmaktadır…

İş yaşamında geçerli bir hikaye olarak düşünüyorum. Kıymetinizi bilen yönetici ve iş sahibinin yanında göreceğiniz değer daha başka olacaktır.

Değer bilmeyenlerin yanında sadece bir iş gören, deger bilenin yanında bir sanatkar olmak mümkündür.

Yapamazsan, Olmaz…


Büyük bir heyecan ile beklediğimiz Avrupa Şampiyonasının ilk maçında  Italya’ya kötü bir futbol ile farklı yenildik.
Maç öncesi ve sonrası paylaşım ve yorumlara bakınca;
– Abartıyoruz (Başarı ve başarısızlığı, Hocayı, Futbolcuyu, hatta maç anlatımını)
– Sabredemiyoruz (Herşey bir anda güzel olsun, hep kazanalım diyoruz)
– Tesadüflere Inanıyoruz (Başarı sadece futbolda değil, tüm alanlarda olur. Başarı; ahlak, eğitim ve çalışmanın bir arada uyumu ile olur)
– Takım Olamıyoruz (Her alanda bir araya gelemiyoruz, geldiğimizde ise çok çabuk dağılıyoruz)
– Kabullenmiyoruz (Kendi insanımız, kendi adamınız dahil başarıyı kabul edemiyoruz)

İşsizlik kaygısı yaşadınız mı..?


İşten çıkarılan bir çalışana, “iş akdiniz sona erdirildi” dediniz mi..?
Dediğinizde yüz ifadesine baktınız mı..?
Bir insana ne iş yapıyorsun diye sorduğunuzda, “işsizim” dediğinde ne hissettiniz..?
Bir çocuğun, “babam işsiz” dediğinde, içiniz yandı mı..?
Yaşamayan, bilmeyen ve hissetmeyene, “işsizlik” sekiz harften ibaret bir kelime, bilen için önce derin bir iç çekiş, sonrası büyük bir kaygıdır.
Ya siz…
Bir gün işsizim demeyeceğinizden emin misiniz..?

#ekremozturk #işsizlik

Ne güzel bir gurur..!


Koronavirüs salgınında geliştirdikleri aşı birçok ülkede kullanılmaya başlayan BioNTech kurucu ortağı ve CEO’su Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci’ye Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı verildi.

Dr. Özlem Türeci ve Prof. Uğur Şahin’e verilen Liyakat Nişanı, başta Türkiye’yi ve Almanya gibi pek çok ulusu aynı anda gururlandırdı.  Çünkü liyakat (uygunluk, yaraşırlık) evrenseldir, uluslarüstüdür.

Bununla ilgili Linkedinde yaptığı video paylaşımı büyük bir ilgi gördü. Bir günde 11.942 beğeni, 288 yorum ve 264.495 görüntüleme ile Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci’ye Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı verilmesi takdir edildi.

Ancak, değerli bilim adamlarımızın Almanya’da, eğitim almaları, böylesine bir önemli bir çalışmaya destek bulmaları ve başarmaları bir tarafa itilerek, bazı takipçilerim (Eğitimli- Unvan sahipli) tarafından eleştirildiler.

Bu eleştirilere cevap vermek sonucunda bir uzman olmayı ve  tartışmayı gerektiriyor.  Alanım olmayan bir konuda, alanın uzmanları ve çoğunluğu yaklaşımına bakıyorum. Pandemi de aşı yaptırmayan ülke yok gibi ve en önemli aşılardan biri bu iki değerli bilim adamımız tarafından üretildi. Bugün için doğru bir buluş ve takdir gerektiriyor. Yarın sonuçlar farklı olursa onu ben bilemem. Temennimiz sonucunda güzel ve insanlık için faydalı olmasıdır.

Bu eleştirilerden bazılarını (isim kullanmadan ve düzeltme yapmadan) buraya taşımak isterim.

  • Türkiye’de hangi görevdeler acaba?
  • Alman vatandaşı hocaları tebrik edelim. Ama Türkiye için önemi nedir? Aşılar bize geliyor mu! Hocalar Türkiye de üretim yapıyor mu?
  • Utanç duyması gereken Türkiye değil en ufak zorluk da kendi çıkarları için bu ülkeyi terk edenlerdir. Benim gözümde elinde fırsat varken bu ülkeyi terketmeyerek mücadele eden veya ülkesinin gelişmesi için yurt dışında öğrenip ülkesinde gelip öğrendiğini öğretendir unutmayın batan gemiyi ilk terk eden faralerdir kolay yolu tercih eden kaçanlar da benim gözümde budur.
  • Türkiye için utanç verici adam 4 yaşında Almanya’ya babasının yanına gidiyor ve Alman vatandaşı olarak büyüyor Türkiye ye gelmek yada dönmek burada çalışmak gibi bir girişimimi olmuş hayır Cem Özdemir ne kadar Türk se oda o kadar Türk işte bunu niye Türkiye’nin bir ayıbı imiş gibi yorumluyorsunuz nedir bu kendi vatanını hakir görme sevdası adam bir başarıya imza attı tebrik ediyoruz.
  • Birde onlar TÜRK ama madalyayı ALMANLAR takıyor. Biraz düşündürücü değil mi ?
  • Oynanmis algilarin sundugu saniyelik gurur yanilsamasi. Gurur verici olmasi icin bu asinin tum dunyaya ucretsiz dagitilmasi gerekirdi bu da o zaman onlari bilim insani yapardi. Benim bu videodan izledigim ekonomik istahlari kabarmis zavalli insanlar.
  • Aynen senin için değil ama Almanya için büyük gurur.
  • Aslında bizim açımızdan pek de büyük bir gurur değil; ha ne dersiniz?
  • Corona virüs ailesinin aşısı olmaz. Olsaydı Grip ortadan kalkardı. Bu tür medikal buluşlar patent ile para kazandırır ama halk sağlığına katkıda bulunmazlar. Verilen madalyanın gerekçesi ekonomiktir, medikal değil.
  • Olay Alman ekonomisine yüksek bir katma değer kazandırmış iki Türk asıllı uzmanın Alman siyasetçileri tarafından ödüllendirilmesidir. Bununla isteyen istediği kadar gurur duyabilir.
  • Verilen Ödülüm sebebinin Politik olduğunu düşünüyorum. Ingiliz Aşisini,Rus yada Çin aşısıni bulan kisiler hakkinda bu tarz bir propaganda yapilmadi. Asiyi bulan Alman asilli birisi olsaydi, muhtemelen yine aşı üzerinde çalışan bilim adamlari çok fazla gündeme getirilmezdi.
  • Gelde yorum Yapma .!!! Şuna Dikkat Etiniz mi ? Merkel bilim insanlarının arkasindan yürüyor. Rol calmak yok, gosteri yok. Iki bilim insani Merkel oturmadan yerlerine oturuyorlar. Hönküre hönküre konuşan, etrafa aşağılık duygusunu bastıracak kibirle bakan kimse de yok. Ve devam ediyorum ; Yurtdışındaki Türk bilim insanlarının başarılarının Türkiye’ye bir katkısı yok. Boş yere gurur duyacağımıza bu insanlara neden Türkiye’de de aynı bilimsel faaliyet ve yaşam imkânlarını sunamıyoruz diye oturup düşünmemiz lazım. Bu çalışmaların Türkiye’de de yapılmasını sağlayacak şeyler için düşünmemiz lazım. Dünyanın öbür ucundaki bilim insanının etnik olarak Türk olması, başka bir milletten olmasından daha fazla anlama sahip değil.

İşsizlik yok, İş begenmemezlik var


İşsizlik yok, İş begenmemezlik var söylemi iyice benimsenmeye başlandı sanırım.
Bugün gelen bir iletide, bir işletme sahibi bu söylemi haklı çıkarmaya çalışırken, beni eleştiriyor ve diyorki;
Dün cafeye yeni bir garson başladı ve bugün işe gelmedi. Hani yeni mezunlar iş bulamıyor diye sürekli yazıyorsun ya…
Lisans Tarih Bölümü mezunu ve günde on saat çalışmanın karşılığında kırk TL vermekle övünürken, yeni mezun gencimizi yerden yere vuruyor.
Evet..!
Köle düzeni bir çalışma sisteminde, Tarih Bölümü mezunu iş beğenmez.
Alan ve insanlık dışı bir işte, yeni mezunların çalışmak istememesini kimse eleştirmemelidir.
Alanında iş verin, beğenmezlerse ağzınız dolusu konuşun…
Aksi halde, yardımınız yoksa susunuz…

Hastane İnsanları


“Hastane İnsanları” tanımlamasını çok beğendim. İlk kez duyduğumu itiraf etmeliyim. Kamu Hastanelerinde yirmi altı ay kadar İdari Hizmetler Başkanı olarak görev yaptığım sürede, “Hastane İnsanlarını” daha iyi tanıma fırsatı buldum. Hastane sürecinde işin ağır yükünü çekenlerin başında Hekim ve Hemşireler görünse de aslında süreç içinde yer alan, her Hastane çalışanının farklı ve önemli bir rolü bulunmaktadır.

Aslında her pozisyon birbirini tamamlıyor. Birinin olmadığı yerde süreçte ciddi sorunlar yaşanabiliyor.

Hekimler ile yardımcı sağlık çalışanlarının rolü çok belirgin ve bilinen bir gerçektir. Bununla beraber diğer çalışanların (İdari ve Destek Personeli, Mühendis ve Teknisyenler vs.) tamamının rolü çok önemlidir.

Acilde gece nöbette, olan bir güvenlik çalışanı, hasta karşılayan çalışanlar, temizlik personeli gibi geri planda çalışanların rolleri de hiç azımsanmayacak kadar önemlidir.

Yani “Hastane İnsanları” kavramının, tüm Hastane çalışanlarını içine alan güzel bir tanımlama olmuş.

Bundan sonra bende, “Hastane İnsanları” tanımını kullanacağım.

Tüm, “Hastane İnsanlarına” selam olsun…

Linkedin kullanıcı sınıfları


Yıllarca Linkedin kullanan biri olarak, profilleri kısaca  sınıflandırmak istedim.
1. Grup: Patronlar, Ceolar, Genel Müdürler, Üst düzey Danışmanlar ve Üst düzey  kamu yöneticileri …
Sadece paylaşırlar, kendi aralarında beğeni yaparlar. Diğer takipçilerini takip etmezler, beğeni yada yorum yapmaya tenezzül etmezler. İş arayan yada öğrencilerin mesajlarını okumazlar. Neden linkedinde oldukları merak konusudur.
2. Grup: Müdürler, Akademisyenler, Danışmanlar, Mühendisler, Uzmanlar, Orta kademe kamu yöneticileri …
Paylaşım ve yorum yaparlar.  Daha çok tanınmak, çevre kazanmak ve paylaşımlar ile hem beğeni kazanmak ve fayda sağlamak isterler.
İş arayanlar ve öğrencileri vakitleri olduğunda ve işlerine geldiğinde muhatap alırlar.
3. Grup: Kariyer yolculuğuna yeni başlamış, İş değişikliği hedefleyen, İş arayanlar ve Öğrenciler…
Paylaşım yapmazlar, paylaşım yapanları takip ederler, beğeni yaparlar ve bazen yorum yazarlar.
İş bulma, staj yapma ümidi ile 1. ve 2. gruba mesaj yazarlar. 1. Grup hiç geri dönüş yapmaz, 2. Grup içinde daha duygusal bakanlar yardım etmeye çalışırlar.
Bu grup pandemi döneminin en mağdurları olarak bir umut ışığı arama çabasına devam ederler.

Yoruma eleştiri veya eklenti yaparsanız memnun olurum.

28 Şubat


Bulunduğum kuşak itibari ile yakın tarihe şahitlik ediyorum.
1960 darbesinin izlerine, 1974 muhtırasına, 1980 darbesine, 28 Şubat ve 15 Temmuz darbe girişimlerine şahit oldum.

Tüm bu girişimleri kimi alkışlarken, kimi mağdur oldu.
Neden, sebep ve sonuçları bilmeden, hep bir tarafa meyilli olmaya alışkın bir millet olarak, kaybedenin aslında hepimiz olduğunu bilemedik.

Tarihin bugünü, 28 Şubatta rahmetli Erbakan hocaya yapılan baskı ve yaptırımlara baktığımızdan, yapılanlarının nedeni bilmeden alkış vuranlar ve mağdur olanların bugün gelinen durumu sorgulaması gerekiyor.

Unutmayalım ki; her bir darbe ve girişimi, belirli güçlerin bir sonraki adımı belirleyerek yaptıkları bir yıkım hareketidir.

▪️Ötekileştirme, ayrıştırma, zulüm ile Milleti, Devleti ile çatıştırma çabaları,

▪️Medeniyetimize, geleneklerimize aykırı dayatmalar ve
her 10 yılda bir millete ayar verme,

▪️Tüm bunlardan ders alıp birliğimizi sağlayarak büyük ve güçlü bir Türkiye oluşturmayı ana hedef yaparak, Millet olarak tek taraf olacağımız ilkenin, devlet ve bağımsızlık olduğunu bilmeden daha çok girişimi alkışlar, çok yanlışa ortak oluruz.

Bu vesile ile ölüm yıldönümünde Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a rahmet diliyorum.

Çalışanları Statülere Ayırmayın


Bir kaç yıl  önce “Yemekhane kirlenir diye içeri alınmayan …… işçileri eksi 10 derece soğukta yemek yediler”  haberi hep içimi sızlatır…
Kırşehir Belediye sürecinde, temizlik işçilerinin hangi koşullarda çalıştıklarını yakından gördüm. Onlar ile birlikte zaman geçirdim.
Onları o kadar iyi tanıyan ve anlayan biri olarak, bu haberde yer alan muameleyi asla kabullenemedim.
Statüsünü ve giysisini beğenmeyip işçisini yemekhaneye almayan şirket, statüsünü beğenmeyip personel yemek salonunu ayıran kamu kurumu, statüsünü aşağı görüp çalışanına yemek hizmetini farklı sunan kuruluşlar.. Başarıyı siz bu şekilde yakalayabilirmisiniz?
Tabi başarı diye bir hedefiniz yada derdiniz varsa..

Open To Work


LinkedIn’in yeni Open To Work özelliği sayesinde kullanıcılar, profillerini eksiksiz olarak doldurduktan sonra iş fırsatlarına açık olduklarını, profil fotoğraflarına ekledikleri yeşil bir çerçeve ile bağlantılarına duyuruyor.
Bağlantılarımda bu uygulamayı çok sık görmeye başlayınca bu hususa değinmek istedim.
Çalışmaya açık, yada iş arıyorum ifadesini profil resmini ekleyen insanların hızlı artışı karşısında neler hissetiğimizi sorgulamak isterim.
Kendi resmime bu ifadeyi koyarak, farkındalık sağlamayı amaçlıyorum.
İçinde bulunduğumuz bu zor günlerde, işsiz bir insana, katkı sağlamayı bir insani sorumluluk olarak görmeyi umuyorum.

2021 Yılına Girerken…


2020 yılını pandemi sürecini yaşayarak, evlerde tamamlıyoruz. Bu dönemde yaşayan çoğu insanın görmediği ve yaşamadığı bir sıkıntılı dönemi kapatıyoruz. Bu geçen sıkıntılı dönem bizleri bir çok yeni alışkanlıklara zorunlu kıldı. Özellikle; uzaktan eğitim ve evden çalışma gibi yeni bir yaşam tarzına alışmak zorunda kaldık. Maske ile yaşam ise bizim toplumun hiç alışık olmadığı ayrı bir zorunluluk oldu.

2021 yılının; maskesiz dolaştığımız, yerinde çalıştığımız ve ürettiğimiz, okuyup öğrendiğimiz, sevdiğimiz, sevildiğimiz, dostlarımızın yanımızda olduğu, mutlu ve huzurlu sağlıklı ve umutlu, insanlık için hayırlı bir yıl olmasını diliyorum.

2021 yılı akıl, sağduyu ve özgüven gösterilirse büyük başarılara imza atılabilecek bir dönemin başladığı yıl olmalı diye düşünüp buna göre kararlar almalıyız. Dünyada ve çevremizde yaşanan toplumsal olaylardan etkilenmeden bireysel iyiliğimizi, gelişimimizi, huzurumuzu, mutluluğumuzu ve sağlığımızı etkileyecek olaylara ve gelişmelere bakmalıyız.
2021 yılını sorgulama yapmak, kendini aramak, keşfetme yolunda çabalamak, kendini bilme ve şeffaflaşma yılı olacak şekilde değerlendirmenin çabasını vermeliyiz. Kendisiyle yüzleşme cesareti bulacağımız ve her insanın kendi içindeki bilgeyi yaşama aktaracağı bir yıla da adım atmalıyız.
Dikkatli ve farkındalık dolu bir gözle kendimize, ailemize ve yakın çevremize bakıp değişimi hissetmek ve algılamanın çabasını vermeliyiz.
Yıllardır çekmecelerde saklı kalmış dertleri, sıkıntıları, hatta hastalıkları kendi kendimize yenmenin planlarını yapmalıyız. Yeni yıl ile birlikte kendimizi gözden geçirmemiz ve zayıf olan yönlerimiz ilgili kendimizi yeniden yapılandırmalıyız. Yani kendimizin stratejik planını oluşturmalı ve dönem dönem gözden geçirmeliyiz.
2021 yılının bir önceki yıla ve yıllara göre farklı kılmak için derleme önerilerim olacaktır. Bunları değerlendirmeniz sizin için faydalı olabilir.

1- Pandemi süreci devam ettiği için sağlıklı kalmayı ve yaşamayı birinci öncelik olarak ele alınız.

2- Pandemi bitimi ile birlikte uzaktan eğitim ve uzaktan çalışmada edindiğimiz alışkanlıkları, tekrar eski alışkanlıklara dönüştürmeye hazırlıklı olun.

3- Yaşamınızı başkalarınınkiyle karşılaştırmayın.
4- Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın ki sizin aracılığınızla gerçekleşme şansları olmasın.


5- Enerjinizi olumlu şekilde harcamaya özen gösterin.
6- Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
7- Her şeyi çok da ciddiye almayın; sıkıcı olmayı, mizaha yer vermeyi unutmayın.

8- Enerjilerinizi boşa harcamayın.
9- Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanması olduğunu bilin.
10- Geçmişin acılı anılardan kurtulun, acıyı yaşama sevinci haline getirmeyin, yaşayın ve bitsin.

11- Yaşam birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır, kimseden nefret etmemeye çalışın.
12- Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiyi bozmasın.
13- Sizden başka hiç kimse sizin mutluluğunuzdan sorumlu olmadığını bilin.

14- Yaşamın bir okul ve eğitim yeri olduğunu ve öğrenmek/pratik yapmak için burada olduğunuzu unutmayın.
15- Daha fazla gülümseyin ve gülün.
16- Her tartışmayı kazanmak zorunda olmadığınızı kendinize sık sık hatırlatın.

17- Ailenizi sık sık arayın, birlikte olmanın yollarını bulun.
18- Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri ile ilgilenmeyin önemli olan sizin siz hakkınızdaki düşüncelerinizdir.
19- Kendinizden memnun olmanın bir yolunu mutlaka bulun.

20- Arkadaşlığı ihmal etmeyin, onlarla teması ne olursa olsun kesmeyin.
21- Her zaman doğru olduğuna inandığınız şeyi yapın.
22- Her iyi veya kötü durumun değişime tabi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
23- Karamsar olmayın, karamsar insanlarla fazla zaman geçirmeyin. Karamsarlık bulaşıcıdır.

24- İnandığınız bir öğreti mutlaka olsun.
25- Maneviyat umut verir, umudunuzu en kötü şartlarda bile yitirmemeye çalışın.

Diplomalı Cahillik


Ne zaman söylendiğini bilmediğim bu değerlendirmeyi, bugün daha iyi görebiliyoruz.
Insan Kaynakları meslekdaşlarımız bu tespiti belkide en iyi yapanlar olarak, özellikle yeni mezun başvuruları ve mülakatlarda, diplomaların ne kadar boş geldiğini üzülerek görüyorlar.
Hızla yeni açılan üniversiterin akademik kadro ihtiyaçları, diğer kurumlarda olduğu gibi liyakattan uzak ve referans ağırlıklı kişilerden karşılaşınca, orta öğretimden eksik eğitimle gelen yüksek öğretim öğrencileri diplomalı cahiller olarak mezun olmak zorunda kalıyorlar.
Diplomalı cahil mezunlar kavramını bugün çoğunluk kabul ediyor ve endişeye kapılıyor.
Son yapılan kamu personeli seçme sınavında, özellikle öğretmen adaylarının başarısız sonuçları, diploma içini dolduracak öğretmenlerinde eğitimsiz olduklarını gösteriyor.
Okul ve öğretmen olumsuzluğunun yanına, sorumsuz bir kuşağın insanını eklersek, diplomaların içinin daha çok boş olacağı acı bir gerçektir.

KPSS ..?


Dün yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavına (KPSS) Lisan mezunlarından en az 1 Milyon 400 bin adayın girdiği tahmin ediliyor. Her geçen yıl artan sayıda lisans mezunlarının başvurduğu bu sınav, işsiz ve özel sektörden umudu olmayan yada özel sektörde çalışırken iş güvencesi olmayan gençler için bir umut kapısı olmaktan çok öteye de geçmiyor.

Her ile açılan üniversiteler ile birlikte vakıfların bina üniversitelerinden mezun sayısının hızla artması, lisans mezunu işsiz sayısında önemli bir artışa sebep oldu.

Bir umut diye KPSS ye giren gençlerin bir kamu kuruluşuna atanma şansları, umutları kadar çok değil.

Buna başlıca sebep;

  • Mezun sayısının çok olması,
  • KPSS sonuçlarına göre personel alan kamu kurumu sayısının ve kontenjanlarının azalması,
  • KPPS puanı ile alım yapan kurumların, mülakat sınavı yapması

Sonuç olarak adaletli bir işe yerleşme seçimi olan KPSS bugün daha çok işsiz gençlerin hayal kurmalarına aracılık yapan bir sistem haline geldi.

KPSS  şartı aranmaksızın her hangi bir seçmeye tabi olmayan;

  • İstisna kadrolar,
  • Mülakat ile alım yapılan kadrolar,
  • Üniversitelerde öğretim elemanı kadroları gibi birçok farklı usulde yapılan kamu personeli alımları KPSS’yi gereksiz hale getirdi.

 Ulusal insan kaynakları planlaması olmadan belirlenen kadrolara uymayan üniversite bölüm planlaması sonucunda her yıl binlerce issiz gencin kariyer planı olan KPSS nin geldiği yerin içler acısı halini kısaca yazmak istedim.

Bu resim için alternatif metin açıklaması yok

Iyi okunması gereken bir resim


Pandemi sürecinde Sağlık Çalışanlarının çabalarına karşılık,

Kayıtsız,
Vurdumduymaz,
İhmalkâr,
Sorumsuz,
Bilinçsiz,
Virüse inanmıyorum,
Salgın yok,
Bana bir şey olmaz,
Maske gereksiz,
Sosyal mesafe anlamsız,
Pozitif çıktı diye evde mi kalacağım vs. vs. diyen beyinsiz insanlar…
Sağlık yönetimi eğitimi alan,
Sağlık yöneticiliği yapan,
Eşi sağlık çalışanı olan,
Çok sayıda sağlık çalışanı ile dostluğu olan bir bilinçli birey olarak;

  • Virüse inanmıyorum deyip atıp-tutan,
  • Maske takmayanlar-takanları hafife alan,
  • Sosyal mesafe kurallarına uymayan,
  • Test sonucu pozitif çıkmasına rağmen, karantina kurallarına uymayan,
    Velhasıl pandemiyi hiçe sayarak;
    Yayılmasına öyle veya böyle katkı sağlayan,
    Önlem alınmasına öyle veya böyle engel olan herkesi;
    Aklını ve vicdanını gözden geçirmesini,
    İnsan olduğunu,
    İnsanların içinde yaşadığı,
    Ve insan olan yakınları bulunduğunu hatırlayarak Pandemi gerçeğini kabul etmeye ve kurallara uymaya davet ediyorum.

Filyasyon ekiplerinin bu sıcak havalarda mahalle-mahalle, bina-bina gezmeleri, sağlık tesislerinde sağlık çalışanlarının üstün çabaları ile verdikleri hizmetlerine karşılık, Pandemi sonucunda can kayıplarının artmasın üzülüyorum ve haklarının verilmesini, sağlık çalışanlarının gerekli saygıyı görmesini istiyorum.

ekremozturk #pandemi #covit #saglıkbakanligi

Linkedin Yardımlaşması


Linkedinde insanlar neden;
Birilerini takip eder,
Bağlantı kurar,
Bağlantı isteklerini kabul eder,
Gruplara katılır…?
Temel amaç;
Paylaşmak,
Paylaşımlardan faydalanmak,
Yorum veya beğeni ile destek vermek…
Bunun yanısıra;
Çalışan arayışı,
İş arayışı,
Staj yeri arayışı…
Linkedinde kimler var…?
Patronlar,
Ceolar,
Direktörler,
Genel Müdürler,
Profesyoneller,
Profesörler,
Unvanlılar,
Unvansızlar,
Işi olanlar,
İşsiz olanlar,
Öğrenciler….
Kim, kimi muhatap alır, kimler, kime yardımcı olur…?
Çok bağlantısı olan biri olarak;
İş arayan,
Staj yeri arayan,
Darda kalan,
Bir fırsat verin diyen insanların isteklerini paylaşıyoruz,
Kişilere özelden yazıyoruz,
Gerekirse arıyoruz…
SONUÇ:
Kimsenin arayışı (istisnalar hariç) bir başkası için önemli olmuyor.
Bakarız,
Bu ara işe alım yapmıyoruz,
Stajer alamıyoruz,
Gelecek dönem belki,
Bütçemiz yeterli değil,
Üst yönetim kabul etmiyor,
CV göndersinler bakalım,
Biz size döneceğiz…
SEVSiNLER BiZi…
SÜSLÜ ÜNVANLARI, GÜZEL YALANLARI…

NOT: iyi bir üniversite ve iyi bir bölümde eğitim alan bir öğrencinin staj başvurusu paylaşımına bir olumlu cevap gelmemesi üzerine bu paylaşım yapılmıştır.

Bugün Benim Doğum Günümdü


Doğum günüm vesilesi ile çeşitli iletişim araçlarından arayarak ve yazarak, kutlama yapan tüm dostlarıma geri dönüş yapamıyorum. Şahsımı önemli görerek, bu günü anlamlı kılıp, kutlama yapan tüm dostlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Tüm güzellikler sizinle olsun….

Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının 23 sabahında, bugün benim doğum günüm diye başladığım bir günü, “bugün benim doğum günümdü” diyerek tamamlıyorum. Bir gün daha geçiyor ve bir günler bir ay, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp bir ömrü tamamlıyoruz.
Bu özel günde doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce, bu teşekkür yazısını yazmadan geçemiyorum. Kutlama yapan tüm arkadaşlarıma, ‘’hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap vermeye çalıştım.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onunda haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek bir dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten samimi ve içten duygular ile sevmek dedim. Çoğu zaman dinlediğimin şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda çocukluğumda sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve ‘’Annem’’ diyesim geldi…! Desemde nafile olacağını düşündüm. Ilk kez annemin olmadığı bir yaş günü kutlamanın üzüntüsünü yaşarken, o melek yüzlü kadına dualarım ile rahmet diliyorum. “Ah Annem” seni çok özlüyorum diye, yüreğimden gözyaşı döküyorum.
Geçen yılları düşünürken sevdiklerim, sevenlerim, sevip diyemedikler, kıymet bildiremediklerimin hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam bir kez daha yüreğimi sızlatıyor.
Volkan Konak, ‘’Ben onu sevdim, ya o beni’’ diye söylerken, Tahir ile Zührenin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil’’ sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken, her yıl yazmayı gelenek hâline getirdiğim, teşekkür yazısı ile birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim. Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu. Olumsuzluklar karşısında pes etmedim. Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim. En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek, kendimi en emin olana havale etmenin güven ve huzurunu yaşadım.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun… ” sözüne uygun olarak düzgün insanlar ile muhatap olmaya çalıştım.
Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım ve adam satana meyil etmedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de, “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
‘’Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!’’ İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz. Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan aileme, dostlarıma ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum.
Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Mevlananın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp atacaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllarada taşımayacağım.

Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin…? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir…!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde, varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.

#ekremozturk

Önceliğimiz Salgın Olmalı


Salgın hızla tüm dünyayı olumsuz etkilemeye devam ediyor.
Ve bu durum öncelikle insan  sağlığı olmak üzere, barınma ve beslenme başta olmak üzere bir çok olumsuz etkilerini yaşayacağız.
Insanlığın tüm enerjilerini salgından korunma, salgını durdurma ve tedavisine harcaması gerekir diye düşünüyorum.
Temel gıda başta olmak üzere diğer temel ihtiyaçların üretimi durmadan devam edecek şartların sağlanmasına yönelik çalışmalar devam ederken;
Insanlar salgından kendilerini, ailelerini ve sevdiklerini  korumayı en öncelikleri olarak çaba gösterirken;
Bu ortamda çok faydalı olacağı düşünülmeyen;
Uzaktan eğitim,
Sınavlar,
Spor müsabakaları,
Kongre, seminer vs.
Düğün,
Tatil vs. ertelenmesi yada bir dönem, bir sene kaybedeceğimiz tüm uğraşlara kafa yormayalım, enerjimizi ve paramızı harcamayalım.
Bunlardan dolayı sokağa çıkmayalım, bir araya gelmeyelim.
Tüm aklımızı, enerjimizi ve paramızı bu salgından korunma, salgını durdurma ve tedavisine harcayalım.

Not; Bir birey olarak düşüncelerimin özetidir.

#ekremozturk #coronavirus 

Emekçi Kadınlar Günü


8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, tüm dünyada kadınların eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemlerini ve isteklerini dile getirdikleri ve daha çok emekçi kadınların eşit çalışma koşulları, kariyer fırsatlarının sağlanması ve çalışma yaşamında her türlü ayrımcılığın kaldırılmasını talep ettikleri bir tarih olarak kutlanan bir gündür.
Ailenin huzuru, gelecek nesillerin emniyet içinde yaşaması, toplumun refah ve mutluluğu, kadınların üstlendiği yükün hafiflemesine, paylaşılmasına ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın kadın haklarına saygı duyulmasına bağlıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok; ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır..” yaklaşımı asla unutulmamalıdır.

Günümüzde kadınların iş yaşamının her alanında be her pozisyonunda daha etkin görebiliyoruz. Insan Kaynakları alanında ise hızla artan kadın çalışanlar, bu alana daha bir anlam katmışlardır.

Tüm dünya ve Türkiye’deki kadınlarımızın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor, insan kaynakları alanında çalışan meslektaşlarım başta olmak üzere, tüm emekçi kadınlarımızın günlerini kutluyor, saygılar sunuyorum.

Nesli Tükenen bir kuşaktan olmak


Tarif eden, ne güzel anlatmış… Bazen okumasını sevdiğim anlamlı bir yazı… Yazarın kim olduğuna rastlamadım ama kendi kuşağından birinin yazdığını düşünüyorum. Bazen kendi kuşağımın farklılığını anlatırken, bir geçiş döneminin en anlamlı kuşağı derim. Gaz lambası ışığında ders çalışırken, led lamba üreten…. Eşeğe binerken, uçak pilotu olan… Yokluğu, mutluluğa çevirebilen bir pozitif bakışa sahip olan… Mutlu ve umutlu bir kuşağın çocukluğu ile yetiştik.

Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…

Bu nesil özel bir nesil…. Düşmanında merdini aramış, buldu mu hakkını teslim edip onu da sevmiş…
Dostun namerdinden, arkadan hançerleyeninden nefret etmiş…
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız bu vatanı sevmiş…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
En azı simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…

Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamıştır…Eğilmemiş, el etek öpmemiş,
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1965 ile 1970 yılları arasında doğan harika bir nesil.
Bunlar kimi sokakta oyun arkadaşım, kimi ilk okul arkadaşım…Bunlara iyi bakın, Sizin evinizde de bu resimdekilerden kalan varsa bunları korumaya alın…
Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalktı…

Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Hayat bu nesli sınadı, demedi, çarkının dişlilerin den öğüttü ama tüketemedi, yaralı da sakat da olsa yine de şükretmeyi, tevekkülü, sabırlı davranmayı yasamayı hayatta kalmayı bildi…
Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…

KİM BUNLAR…?
1965 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı 60 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL…?
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Canik lastikten ayakkabı giymiş…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik, çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil…

Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…

Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…!

1965 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin…!

Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…

Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır…
Benden söylemesi…
Vesselam.

2020 YILINA GİRERKEN…


2020 yılı akıl, sağduyu ve özgüven gösterilirse büyük başarılara imza atılabilecek bir dönemin başladığı yıl olmalı diye düşünüp buna göre kararlar almalıyız. Dünyada ve çevremizde yaşanan toplumsal olaylardan etkilenmeden bireysel iyiliğimizi, gelişimimizi, huzurumuzu, mutluluğumuzu ve sağlığımızı etkileyecek olaylara ve gelişmelere bakmalıyız.

2020 yılını sorgulama yapmak, kendini aramak, keşfetme yolunda çabalamak, kendini bilme ve şeffaflaşma yılı olacak şekilde değerlendirmenin çabasını vermeliyiz. Kendisiyle yüzleşme cesareti bulacağımız ve her insanın kendi içindeki bilgeyi yaşama aktaracağı bir yıla da adım atmalıyız.

Dikkatli ve farkındalık dolu bir gözle kendimize, ailemize ve yakın çevremize bakıp değişimi hissetmek ve algılamanın çabasını vermeliyiz. 

Yıllardır çekmecelerde saklı kalmış dertleri, sıkıntıları, hatta hastalıkları kendi kendimize yenmenin planlarını yapmalıyız. Yeni yıl ile birlikte kendimizi gözden geçirmemiz ve zayıf olan yönlerimiz ilgili kendimizi yeniden yapılandırmalıyız. Yani kendimizin stratejik planını oluşturmalı ve dönem dönem gözden geçirmeliyiz.

2020 yılının bir önceki yıla ve yıllara göre farklı kılmak için derleme önerilerim olacaktır. Bunları değerlendirmeniz sizin için faydalı olabilir.

1- Yaşamınızı başkalarınınkiyle karşılaştırmayın.

2- Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın ki sizin aracılığınızla gerçekleşme şansları olmasın.

3- Enerjinizi olumlu şekilde harcamaya özen gösterin.

4- Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.

5- Her şeyi çok da ciddiye almayın; sıkıcı olmayı, mizaha yer vermeyi unutmayın..

6- Kıymetli enerjilerinizi gevezelikle, dedikoduyla boşa harcamayın.

7- Yaratıcı İmgeleme Gücünüzü aktif tutun.

8- Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz.

9- Geçmişin acılı anılardan kurtulun, acıyı yaşama sevinci haline getirmeyin, yaşayın ve bitsin.

10- Yaşam birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır, kimseden nefret etmemeye çalışın.

11- Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiyi bozmasın.

12- Sizden başka hiç kimse sizin mutluluğunuzdan sorumlu olmadığını bilin.

13- Yaşamın bir okul ve eğitim yeri olduğunu ve öğrenmek/pratik yapmak için burada olduğunuzu unutmayın!

14- Daha fazla gülümseyin ve gülün.

15- Her tartışmayı kazanmak zorunda olmadığınızı kendinize sık sık hatırlatın.

16- Ailenizi sık sık arayın, birlikte olmanın yollarını bulun.

17- Her gün sizden başka birine bir şey verin.

18- Herkesi her şey için affetme çalışmaları yapın.

19- Ara ara 70 yaşından büyükler ve 6 yaşından küçüklerle zaman geçirin, size öğretecek çok şeyleri olduğunu göreceksiniz.

20- Her gün tanımadığınız en az bir kişiye “günaydın” deyin.

21- Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri ile ilgilenmeyin önemli sizin siz hakkınızdaki düşüncelerinizdir.

22- Kendinizden memnun olmanın bir yolunu mutlaka bulun.

23- Arkadaşlığı ihmal etmeyin, onlarla teması ne olursa olsun kesmeyin.

24- Her zaman doğru olduğuna inandığınız şeyi yapın!

25- Her iyi veya kötü durumun değişime tabi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

26- Kendinizi kötü hissetseniz de kalkın, giyinin ve yaşama katılın.

27- En iyisine henüz sıra gelmedi ama mutlaka gelecek deyin.

28- Karamsar olmayın, karamsar insanlarla fazla zaman geçirmeyin. Karamsarlık bulaşıcıdır.

29- İnandığınız bir öğreti mutlaka olsun.

30- Maneviyat umut verir, umudunuzu en kötü şartlarda bile yitirmemeye çalışın.

Arda Ayten ve İstiklal Marşımız


Dün Kırşehirde okul çıkış saatinde, Istiklal Marşımız okunurken, okul yanından geçen, özellikle öğrenciler olmak üzere her yaştan insanların, Milli Marşımızı duymazdan gelmelerine çok üzüldüm ve durumu Dr. Gündüz Yücesan abiyle konuştum.
“Ne hale geldik” dedim.
Bu gece bir yarışmada, İstiklal Marşımız ile ilgili bir soruya cevap verirken, defalarca marşımızın on kıtasını okuyup, doğru cevap veren Arda Ayten kardeşimizi görünce gurur duydum ve “hâlâ ayaktayız” dedim.
Alnından öpüyorum, #Ardaayten

#istiklalmarsi

Neşet Ertaş Anıldı


Sazı ve sözün ustası “Bozkırın Tezenesi” Neşet Ertaş, ölümünün 7. yılında Kırşehir Belediyesi’nce düzenlenen çeşitli etkinliklerle anıldı. “Geleneğin içinde Neşet Ertaş ve Sanatı” adlı panel düzenlendi. Moderatörlüğünü yaptığım Panele, Mehmet Erhan Yiğiter, Bayram Bilge Tokel, Ercan Kesal ve Süleyman Şenel konuşmacı olarak katıldılar. Neşet Ertaş’ın oğlu Hüseyin Ertaş ve Hasan Saltuk da panelde bozlak ustası ile ilgili anılarını anlattılar.
Abdallık geleneğinin en önemli temsilcisi ve şehrimizin en değerli kıymetlerinden biri olan, Neşet Ertaş’ı böylesine anlamlı etkinlikler ile anan Kırşehir Belediyesine ve katkı sunan Kırşehir Ahi Evran Üniversitesine, panele katılan tüm katılımcılara ve dinleyicilere teşekkür ederim.

PANELİ İZLEMEK İÇİN;
https://www.youtube.com/watch?v=6hh_hnMx9yk

panel

 

72280338_613362162528257_3380729600911867904_n

Yeni Yıla Girerken


2019 yılı akıl, sağduyu ve özgüven gösterilirse büyük başarılara imza atılabilecek bir dönemin başladığı yıl olmalı diye düşünüp buna göre kararlar almalıyız. Dünyada ve çevremizde yaşanan toplumsal olaylardan etkilenmeden bireysel iyiliğimizi, gelişimimizi, huzurumuzu, mutluluğumuzu ve sağlığımızı etkileyecek olaylara ve gelişmelere bakmalıyız.
2019 yılını sorgulama yapmak, kendini aramak, keşfetme yolunda çabalamak, kendini bilme ve şeffaflaşma yılı olacak şekilde değerlendirmenin çabasını vermeliyiz. Kendisiyle yüzleşme cesareti bulacağımız ve her insanın kendi içindeki bilgeyi yaşama aktaracağı bir yıla da adım atmalıyız.
Dikkatli ve farkındalık dolu bir gözle kendimize, ailemize ve yakın çevremize bakıp değişimi hissetmek ve algılamanın çabasını vermeliyiz.
Yıllardır çekmecelerde saklı kalmış dertleri, sıkıntıları, hatta hastalıkları kendi kendimize yenmenin planlarını yapmalıyız. Yeni yıl ile birlikte kendimizi gözden geçirmemiz ve zayıf olan yönlerimiz ilgili kendimizi yeniden yapılandırmalıyız. Yani kendimizin stratejik planını oluşturmalı ve dönem dönem gözden geçirmeliyiz.
2019 yılının bir önceki yıla ve yıllara göre farklı kılmak için derleme önerilerim olacaktır. Bunları değerlendirmeniz sizin için faydalı olabilir.

1- Yaşamınızı başkalarınınkiyle karşılaştırmayın.
2- Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın ki sizin aracılığınızla gerçekleşme şansları olmasın.
3- Enerjinizi olumlu şekilde harcamaya özen gösterin.
4- Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
5- Her şeyi çok da ciddiye almayın; sıkıcı olmayı, mizaha yer vermeyi unutmayın..
6- Kıymetli enerjilerinizi gevezelikle, dedikoduyla boşa harcamayın.
7- Yaratıcı İmgeleme Gücünüzü aktif tutun.
8- Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz.
9- Geçmişin acılı anılardan kurtulun, acıyı yaşama sevinci haline getirmeyin, yaşayın ve bitsin.
10- Yaşam birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır, kimseden nefret etmemeye çalışın.
11- Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiyi bozmasın.
12- Sizden başka hiç kimse sizin mutluluğunuzdan sorumlu olmadığını bilin.
13- Yaşamın bir okul ve eğitim yeri olduğunu ve öğrenmek/pratik yapmak için burada olduğunuzu unutmayın!
14- Daha fazla gülümseyin ve gülün.
15- Her tartışmayı kazanmak zorunda olmadığınızı kendinize sık sık hatırlatın.
16- Ailenizi sık sık arayın, birlikte olmanın yollarını bulun.
17- Her gün sizden başka birine bir şey verin.
18- Herkesi her şey için affetme çalışmaları yapın.
19- Ara ara 70 yaşından büyükler ve 6 yaşından küçüklerle zaman geçirin, size öğretecek çok şeyleri olduğunu göreceksiniz.
20- Her gün tanımadığınız en az bir kişiye “günaydın” deyin.
21- Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri ile ilgilenmeyin önemli sizin siz hakkınızdaki düşüncelerinizdir.
22- Kendinizden memnun olmanın bir yolunu mutlaka bulun.
23- Arkadaşlığı ihmal etmeyin, onlarla teması ne olursa olsun kesmeyin.
24- Her zaman doğru olduğuna inandığınız şeyi yapın!
25- Her iyi veya kötü durumun değişime tabi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
26- Kendinizi kötü hissetseniz de kalkın, giyinin ve yaşama katılın.
27- En iyisine henüz sıra gelmedi ama mutlaka gelecek deyin.
28- Karamsar olmayın, karamsar insanlarla fazla zaman geçirmeyin. Karamsarlık bulaşıcıdır.
29- İnandığınız bir öğreti mutlaka olsun.
30- Maneviyat umut verir, umudunuzu en kötü şartlarda bile yitirmemeye çalışın.

Bugün benim doğum günümdü…


Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının 23 sabahında, bugün benim doğum günüm diye başladığım bir günü, “bugün benim doğum günümdü” diyerek tamamlıyorum. Bir gün daha geçiyor ve bir günler bir ay, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp bir ömrü tamamlıyoruz.
Bu özel günde doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce, bu teşekkür yazısını yazmadan geçemedim. Kutlama yapan tüm arkadaşlarıma, ‘’hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap vermeye çalıştım.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onunda onunda haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek bir dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten samimi ve içten duygular ile sevmek dedim. Çoğu zaman dinlediğimin şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda çocukluğumda sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve ‘’Annem’’ diyesim geldi!
Geçen yılları düşünürken sevdiklerim, sevenlerim, sevip diyemediklerimin hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam bir kez daha yüreğimi sızlattı.
Volkan Konak, ‘’Ben Onu Sevdim Ya O Beni’’ diye söylerken, Tahir ile Zührenin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil’’ sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken, her yıl tekrarladığım bu yazı ile birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim. Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu. Olumsuzluklar karşısında pes etmedim. Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim. En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek, kendimi en emin olana havale etmenin güven ve huzurunu yaşadım.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun… ” sözüne uygun olarak düzgün insanlar ile muhatap olmaya çalıştım. Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım ve adam satana meyil etmedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de, “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
‘’Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!’’ İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz. Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan ailem, dostlarım ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum. Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Hazreti Mevlananın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp ataeaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllarada taşımayacağım.

Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin…? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir…!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.
#ekremozturk

31225366_10213243604821909_4363425999501656064_n.jpg

İç Tetkik Açılış Toplantısı Yapıldı


İç Tetkik Açılış Toplantısının açılış konuşmasını Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Vatan Karakaya yaptı. Rektör Karakaya konuşmasında, kalite sürecinin üniversitemizde rutin olarak devam edeceğini ve sürece hep birlikte katkı sağlayacaklarını belirtti. TSE tarafından verilen Kalite Yönetim Sistemi Belgesini almanın üniversitemiz için sevindirici bir durum olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Vatan Karakaya, kalite sürecinde ikinci basamağa adım atacağımızı kaydetti. İlerleyen günlerde üniversitemiz birimlerinde gerçekleşecek iç tetkik hakkında bilgiler de veren Rektör Karakaya, bu süreci de başarılı bir şekilde geçeceklerine inandığını dile getirdi. İç tetkik ile elde edilecek sonuçların üniversitemizi kalite sürecinde ikinci basamağa çıkaracağına değinen Prof. Dr. Vatan Karakaya, tüm çalışanların kalite sürecinde göstereceği gayret ve emeğin Ahi Evran Üniversitesini seçkin bir üniversite ve kalitede danışma merkezi haline getireceğini sözlerine ekledi. Rektör Karakaya konuşmasına şöyle devam etti: “Türk Standartları Enstitüsü tarafından verilen Kalite Yönetim Belgesini alan ilk ve tek üniversite olduğumuz için ülkemizdeki diğer üniversitelerden kalite sürecinde bir adım öndeyiz. Bundan sonraki hedefimiz eksiklerimizi gidererek Mükemmellik Ödülüne sahip olmak. Üniversitemiz tüm çalışanları ile birlikte bu süreçte büyük bir emek ortaya koydu. Bu sonuç hepimizi mutlu ediyor. Bundan sonraki amacımız kaliteyi yaşayabilen bir üniversite inşa etmek.”

Üniversite olarak başarı yarışında üst sıralara adımızı yazdırmak için kalitede tescillenmemiz gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Vatan Karakaya, bu süreçte de gerekli çalışma ve gayreti tüm üniversite çalışanlarının göstereceğine inandığını dile getirdi. “Üniversiteler, ürünü kaliteli insan olan bir fabrikadır.” diyen Rektör Karakaya, kaliteli insanın yetiştirilmesinde akademisyenlerin yanında idari kısımda çalışan personele de ihtiyaç duyulduğunu belirtti. Ahi Evran-ı Veli’nin kaliteli insan tanımını uygulamaya çalıştıklarını sözlerine ekleyen Prof. Dr. Vatan Karakaya, bu kapsamda üniversitede Ahilik Kültürü ve Medeniyeti dersini zorunlu dersler arasında verdiklerini ifade etti.

Her oluşumun özünde insanın var olduğunu anlatan Rektör Karakaya, kaliteli insanı yetiştirmek için de bilgi envanterine ve insanın odakta yer aldığı fikirlere ihtiyaç olduğunu belirtti. Tüm çalışanlarına kalite sürecinde gösterdikleri emekler için teşekkür eden Prof. Dr. Vatan Karakaya, bu süreçte karşılaşılacak tüm problemlerde personelinin yanında olduğunu vurguladı. “Memlekete ve insanımıza hizmet etmek bizi mutlu ediyor.” diyen Rektör Karakaya, tüm personele çalışmalarında başarılar diledi.

Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Vatan Karakaya’nın konuşmasının ardından Rektör Yardımcısı ve Kalite Yönetim Koordinatörü Prof. Dr. Mustafa Kurt söz alarak bir konuşma yaptı. Prof. Dr. Mustafa Kurt konuşmasında, kalite koordinatörlüğü nezdinde gerçekleşen kalite toplantılarına katılımlarından dolayı Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Vatan Karakaya’ya teşekkür etti. 26 Mart 2018 tarihinde iç tetkiklere başlanacağı bilgisini veren Kurt, kalite süreçlerine dair tüm birimlerin tecrübeli olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Mustafa Kurt konuşmasını şöyle sürdürdü: “İç tetkik esnasında karşılaşılacak problemler ya da eksiklerde bunları önlemeye yönelik tedbirler almalısınız. Sürecin başarısı tüm çalışanların sürece göstereceği öneme bağlıdır.” İç tetkik neyi gerektiriyorsa sahada da onun uygulanmasını isteyen Prof. Dr. Mustafa Kurt, iç tetkik esnasında dikkat edilecek hususlara değindi. İç tetkikin amir-memur ilişkisi içinde değil bir sohbet ortamında yapılıyormuş gibi gerçekleşmesinin önemli olduğunu vurgulayan Kurt, tüm iç tetkikçilere başarılar diledi.

Rektör Yardımcısı ve Kalite Yönetim Koordinatörü Prof. Dr. Mustafa Kurt’un konuşmalarının ardından Kalite Yönetim Koordinatör Yardımcısı Ekrem Öztürk bir sunum yaptı. Öztürk sunumunda üniversitemizde 26 Mart – 24 Nisan 2018 tarihleri arasında iç tetkik yapılacağını belirterek 2. iç tetkikin 2018 yılının Ekim ayında, dış tetkikin ise Aralık ayında gerçekleşeceğini söyledi. Tetkikler öncesi dikkat edilmesi gereken hususları anlatan Ekrem Öztürk, tetkik sonrasında yapılacak çalışmalar hakkında da detaylı bilgiler verdi.

Sunumun ardından iç tetkikçilerin sorularının yanıtlanmasıyla İç Tetkik Açılış Toplantısı sona erdi.

SEVGİNİZ BİR GÜNLÜK DEĞİL, DAİM OLSUN…


SEVGİ’liler GÜNÜN’de, SEVGİ’yi yazdım…

SEVGİ İLE….

Sevgi bir histir, nasıl çeşitlendirilir. Sevgi söz değil özdür, tarifi sözle bile edilemezken, Sevgi nasıl kağıda yazılır mı yoksa değerli bir üstadın dediği gibi Sevgi kağıda yazılmaz, kalbe kazınır mı?

Sevgiye farklı tarif edilir mi?
Ana sevgisi, yar sevgisi yada can sevgisi, canan sevgisi…
Sevgi, ya var, ya da yoktur.
Biraz var, biraz yok olmaz.
Sevginin tam tarifi yapılamaz.
Sevgi anlatılamaz, tarif edilmez sadece yaşanır. Sevgiyi yaşayamayanlar, sevgiyi hiç anlatamaz. Yol bilmeyene yolu tarif et denilir mi? Sevgiyi yaşamayana da tarif et denmez. Sevgiyi yaşamayanın onu anlatması yaşayamadığına hasretlenmek yada yaşayana hasetlenmektir. Yoksa yaşamayan sevgiyi anlatamaz.
Ben sevgiye fedakârlık derim. Yüreğinden kopardığın tarifsiz ve şekilsiz duyguları sevdiğine vermek fedakârlıktır. Fedakârlık ise sevginin sınırını belirler.
Dostoyevski der ki: İnsan fedakârlık yaptığı ölçüde sever. Sevginin dili bin bir çeşittir, kimisi güzel sözler söyler, kimisi hediyeler alır, kimisi sarılır, öper; ama hakikatli seven fedakârlık yapar. Bu böyledir. Sevgi, sevenin sevdiği için vazgeçtiği ve göze alabildiği şeyler ile doğru orantılıdır.

Değerli yazarımız Vehbi Vakkasoğlu sevgiyi fedekarlığa bezeyip o kadar güzel anlatıyor ki:
Çünkü sevgi, fedakârlıktır.
Sevgi, sevdiğinde fani olmaktır.
Sevgi, sevdiğinin, “Hadi! Dediğinde, “nereye?” diye sormamaktır.
Çünkü sevgi sadece akılla kavranmaz. Çünkü sevgi, kalpten kavranan ve yaşanan bir güzelliktir. Bu sebeple de, kalpsizlerin, merhametsizlerin ve maddecilerin sevgiden söz etmeye hakları yoktur.

Sevgi bakıştır.
Sevgi, selamdadır.
Sevgi, tebessümdedir.
Sevgi, hatır soruştadır.
Sevgi, yardım ediştedir.
Sevgi, bazen bir geçmiş olsunda, bazen da bir teselli tavsiyesindedir.
Sevgi, pişirilen yemektedir.
Sevgi, “Hoş geldin” de, “Güle Güle” de, “Allaha ısmarladık” tadır.
Yürekte gerçek sevgi gerçekten varsa, her şey sevgidir.
Görünüşe, etkisi, hissi ne olursa olsun her şey sevgi olur.
Ve seven sevdiğine, “Senden gelen başım gözüm üstüne” der.
Sevgi, kal değil, hal işidir.
Sevgi kime karşı, nedeni ve ölçüsü ne olursa olsun duyuluyorsa, bir insanın içinde yaşaması ve başkasına yansıtması gereken tüm özellikleri içinde barındırıyordur. Selam, tebessüm, yardım ve diğer tüm güzel insan özellikleri sevginin içindedir.
Sevgi kalpten çıkar ve kalp dilsizdir. Sevgiyi ne bir kalp, ne bir göz nede bir söz dile getirip anlatamaz. Sevgi bütün bir vücudun seslendirmesi ile ancak dillendirilebilir. Akif “dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım” diye dertlenirken, sevgiyi sadece kalbin anlatamayacağını belirtir. Sevginin dili yoktur ama sevgi, ruhun dilidir. O konuşmaya başlar, öteki diller susar. Konuşsalar da, sesler, sözleri duyulmaz olur.
Sevginin kime olduğunun önemi de yoktur. Önemli olan sevgidir, sevmektir.
Sevgi değer kaybetmez.
Sevgi gelişi güzele verilmez.
Sevgi kolay kolay bitmez.
Sevgi bir güne sığmaz.
Sevgi bir günde sevdiğine bir hediye almak ile sergilenmez.
Sevgin varsa, seviyorsan bunun ne saati ne günü nede yılı olur.
Seviyorsundur ve ötesi yoktur.

Ekrem ÖZTÜRK
ekremozturk@hotmail.com.tr

Çalışma Hayatında Kuşaklar


Bulunduğum kuşağı hep şanslı gördüm. Öyleki, gaz lambasından led lambaya, eşeğe binerken jet uçaklara, radyodan her türlü görüntülü ve sesli yayın yapan cihazlara, sarı yapraklı defterlerden tabletlere, kara lastik ayakkabıdan ortopedik ayakkabılara geçiş yapan bizim kuşak ve başka bir kuşak bunları yaşayamayacak. 🙂
… ve en önemlisi biz çocukken bu günleri hayal edecek bilgi ve ileri görüşe sahip değilken bugün aynı bizler çok sonrasını hayal edecek bilgi ve görüşe sahip hale geldik.
Tabloya baktığımızda teknolojiye ilgi duymanın dışında diğer alanlarda en başarılı kuşan bizim X kuşağıdır.
#ekremozturk2d336e37-3d7a-4a31-8e09-0658511de41e-original

Her Sabah Bir Hediyedir


Her güne gülümseyerek sevgiyle başlamalı. Çünkü “her yeni gün, kendi armağanlarıyla gelir.”

Uyandığımız her yeni günün sabahında nefes alıyor olmaya şükretmeli. Her gün bize verilen yeni bir hediye, 24 altındır. Ve her gün bundan sonraki hayatımızın ilk günüdür. Her yeni günü bizim günümüz ilan edelim, yeni bir heyecanla, yeni bir istekle sarılalım hayata, güzelliklere. Güzelleştirelim gönlümüzü, güzelleştirelim gönülleri ve güzelleştirelim dünyamızı. Kırmayalım gönlünü, incitmeyelim ruhunu günümüzün, gönlümüzün, gönüllerin….                                                    Başarılı bir gününüz olsun.

 #ekremozturk

Yeni yılda umutlu olmak istiyorum 


Sevgili dostlarımızla birlikte geçirdiğimiz 2017 yılını bitirmeye hazırlandığımız yılın bu son saatlerinde yeni bir yılı merak ederken umutlu olmayı da istiyoruz. 

İyisi- kötüsü, acısı – tatlısı, sevinci – kederi velhasıl her şey ile yaşadığımız bir geçen yılı bitirirken, umduklarımız ile ummadıklarımızı da geride bırakıyoruz. 

Dost kazandık, dost kaybettik, sevdik bazen de sevilmedik ama yüreğimizde hep insan olmanın güzel duygularını taşıdık. 

Yeni gelecek yıla dair biraz daha muhasebe yapmanın sözünü kendimize verdik. Daha çok çalışacağız, daha çok sağlığımıza dikkat edeceğiz, daha çok seveceğiz, daha az kırıp dökeceğiz yani bu yıl daha güzel olacağız. 

Farklı inanan, farklı düşünen, farklı giyinen, farklı yaşayan insanları anlamaya çalıcağız. Empati yapacağız, düşünerek konuşacağız, insanlık adına sorumluluklar taşıyacağız, çevreyi koruyacağız. 

Dostluklarımız, sevgimiz ve saygımız daimi olacak. Birlikte olmaya devam edeceğiz. 

Paylaşacağız ve birbirimize katkı sağlayacağız. Öğreteceğiz, öğrenenceğizde… 

Yeni yılda zamanı geçirmek yerine, kaydedin….. 

Daha çok sevin…Daha çok isteyin..Ve daha çok yaşayın…. 

Ve daha çok ‘hoşça’ görün….. 

Ve hikayeleriniz hiç bitmesin…. 

Yeni yıl da gözleriniz parlak, dimağınız açık, aklınız net, sevginiz ak, sözleriniz doğru, alnınız pak, ve Allah yardımcınız olsun…… 

Ve elbette, güzel yüzlerinizde hep anlamlı bir tebessüm olsun. Sözünüzde şükür, alnınızda alınteri olsun….. 

Tüm güzel duygu ve düşünceler ile daha nice yıllar, sağlıkla, başarıyla, sevdiklerinizle birlikte görmenizi ve geçirmenizi diliyorum… 

Kırşehir’den hepinize selam ve sevgiler gönderiyorum. 

#ekremozturk

Zor biliyorum!


Zor biliyorum!
Kendimizi düşünmeye, ben merkezli yasamaya alışmışız.
Ama empati yapmayı beceremediğimiz sürece hem kendimiz hem de etrafımızdakiler gülümseyemeyecek.
Bir insanın yüzündeki mutluluğun sebebi olmak, her türlü maddiyatın ötesindedir.
Para kazanırken, insan da biriktirebilmeliyiz.
En az bir insanin gününü aydınlatabilmeniz dileğiyle…
#ekremozturk

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yazı

Güzel birşeyler yap kardeşim 


Güzel bir şeyler yap kardeşim. Dünyaya kırk kere gelinmez.

Madem yaşıyorsun, sıhhatli nefesler alıyorsun. Bir şey yap. Güzel olsun. Çokmu zor? O vakit güzel bir şey söyle.

Dilin mi dönmüyor? Güzel bir şey gör. Veya: Güzel bir şey yaz. Beceremez misin? Öyleyse,

Güzel bir şeye başla.

Herkesin üstesinden geleceği bir şey mutlaka olmalı. O gayretten uzak duramayız. Vakit geçiyor. Vaktin geçişi ömrün beşinci vitese takılı olduğunu gösterir, unutma.

Çünkü “her insan ölecek yaştadır”

Öyleyse sende Bir şey yap.

Zor ise: Bir şey söyle.. Beceremiyorsan: Bir şeyler gör. Bir şeyler yaz. O damı zor?

Bir şeylere başla. Ama hep güzel şeyler olsun.

Çünkü: “her insan ölecek yaşta” Geç kalmayasın ve birşeyler başarmalisin.

Kimse kimseden eksik değil.

Büyük değil, küçük değil, farklı hiç değil. Düşünebilen kişinin, üstesinden geleceği bir şeyle mutlaka vardır.

Hiç olmazsa kendin için bir şeyler yap, dürüst ol, merhamet et, iyilik yap, insanlara gülümse, insanları sev, çünkü “Her insan ölecek yaştadır!” 

#ekremozturk

Rus Edebiyatının Efsane Yazarı Tolstoy’dan, Yaşamınıza Işık Tutacak 18 Tespit


1. “Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.” 2. “Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir, bilmelisin. Küçümsediğin her şey için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin.” 3. “Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.” 4. “İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiğini. Payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.” 5. “Bozuk para insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden harcayın ikisini de gitsin.” 6. “İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerekir.” 7. “Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez.” 8. “Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.” 9. “Varlığı bir şey kazandırmayan insanların, yokluğu hiçbir şey kaybettirmez.” 10. “Ne diye şeytana kızarsın? Bir iyilik yap da, o sana kızsın.” 11. “Bil ki, yaşadıklarınla değil yaşattıklarınla anılırsın. Ve Unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın.”  12. “Bir insanı bulunduğu mevkiyle değil, göz koyduğu mevkiyle ölçmek gerekir.” 13. “Güzel olan sevgili değildir, sevgili olan güzeldir.” 14. “En güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır.” 15. “Mutluluğu ihtiraslarda değil kendi yüreğinizde arayın. Mutluluğun kaynağı dışımızda değil içimizdedir.” 16. “Bir insan acı duyarsa canlıdır. Başkasının acısını duyarsa insandır.” 17. “Hayat bizi resmen dört işlemle sınar; gerçeklerle çarpar, ayrılıklarla böler, insanlıktan çıkarır ve sonunda topla kendini der.” 18. “İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruştadır.”

Ruhunuz şad olsun, Aziz Şehitler


Kırşehir çok şehit verdi, çok şehidi ebediyete yolcu ettik…
Ama, Kırşehir’in son şehidi, askerimiz Tayfun daha derinden etkiledi.
Fukara, gariban ana-baba, Tayfun mazlum ve ŞEHİT!
Eğitim alamamış, diploma yok, referans olacak adam yok, tutunacak dal yok!
Baba inşaat işçisi, Ana Belediyede geçici temizlik işçisi.
Aileye bakacak, yuva kuracak iş lazım.
Tayfun Kavun, “Sözleşmeli Er” olmayı seçmiş. Aslında bu vatan için şehadet şerbetini içmeyi seçmiş.
Tuzu kuru olan, varlık içinde saltanat süren, bir yediğini bir daha yemeyen, bir giydiğini bir daha giymeyen, gününü gün edenler Tayfunun halinden ne anlar.
Bu resme bakın ve empati yapın!
Sonra Tayfun ve ailesine ve onlar gibi bu ülkenin yokluğunu, cefasını, sefaletini çekip can veren şehitlere şükran edin, dua edin.
Ruhunuz şad olsun, Aziz Şehitler.

 

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, oturan insanlar

“Ahlaklı olun, iyi insan olun…”


Cemil Meriç’in diliyle: “Sağcı solcu yoktur, ahlaklı ve ahlaksız insan vardır…”
Einstein’ın diliyle: “İnsanları renklerine, cinsiyetlerine, dinlerine, ırklarına göre gruplandırmak yanlıştır…
İnsanlar ikiye ayrılır…
“İyi insan, kötü insan…”
Siz, siz olun: “Ahlaklı olun, iyi insan olun…”

Ziyaretin kısası makbuldür” 


Daha çok çalışma hayatında kullanılan bir söz olarak kullandığımız ama sık yapıldığında ev ziyaretlerinde dahi hissettirdiğimiz bir durumu anlatır; “Ziyaretin kısası makbuldür” deyimi. Bizim toplumda ziyaret etmek, hal-hatır sormak bir güzel davranış örneğidir. Ziyaret etmek, birini veya bir yeri görmeye gitmek olarak tanımlanırken biz genelde insanı görmeye gitmeyi ziyaret olarak kullanırız. Bayrama girerken ziyaret etmenin önemini bir daha hatırlatmak istedim. Ancak ziyaret etmek ile ilgili yanlış anlaşılan bir düzeltmeyi yaparak, ziyaretlerinizi kısa olanı makbul diyerek kısa kesmek yerine, kısası makbuldür diyerek doyasıya yapmanız için kısa bir açıklama yapmak istedim. 

“Ziyaretin kısası makbuldür” sözünü her zaman ziyareti kısa kesmek, uzatmamak şeklinde yorumluyoruz. Burada kelimeyi “kısa” değil “kısas” olarak almamız gerekiyor. Kısas ise “karşılıklı olan” demektir. Yani ziyaretin makbul olanı karşılıklı olandır. Türkçemizde bir de “iade-i ziyaret” diye bir söz var. Anlamı “ziyarete gelenin ziyaretine gitmek”. değil “Kısası”, “iade-i ziyaret” olarak bilmek ve bu şekil uygulamak bizim insan ilişkilerimizi daha güçlü kılacaktır. Bu bayramdan başlayarak, ziyaret edenlerimize “kısas” yaparız diye düşünüyorum.
Bol ziyaretlerin olduğu, huzur dolu bir bayram diliyorum.

Müşteri odaklı olmakmı, İnsan odaklı olmakmı?


Porsche firması, 1983 yılında otomotiv sektöründe yankı uyandıracak teknik donanıma sahip bir otomobille pazara girer.

Müşterilerinden gelen her türlü yorum ve fikirlere açık olan yönetim, aracın piyasaya sürülmesinden 2 ay sonra ilginç bir şikayet mektubuyla karşılaşır. Müşterinin şikayeti şudur:

“Adım Danny Troatman. New Jersey’de yaşıyorum. Eşim ve çocuklarımla her akşam film seyretmeden önce şehir merkezinde bulunan markete dondurma almaya gidiyorum. Bir ay önce aldığım Porsche marka arabamla tabii ki…

Fakat ne ilginçtir, ne zaman çikolatalı veya meyveli dondurma alıp arabama dönsem, araç çalışmıyor. Oysa vanilyalı aldığım zaman aracım rahatlıkla çalışıyor.

Bunun bir kaç kere denedim ve her seferinde aynı sonucu aldım.Yardımlarınız için şimdiden teşekkürler”

Bu olay Türkiye’de olsa ne olurdu? Muhtemelen mektubunuz ciddiye alınmayıp bir kenara fırlatılırdı.

Ama hayır! Porsche firmasındaki yetkililer derhal adı geçen bölgeye bir mühendis gönderiyorlar ve sebebini öğreninceye kadar orada kalmasını sağlıyorlar. Ertesi gün mühendis NewJersey’e varıyor ve Bay Troatman’la hemen temasa geçiyor.

Aynı akşamdan başlamak üzere her akşam üstü mühendisimiz ve Bay Troatman dondurma almak üzere markete gidiyorlar. Gerçekten de çikolatalı ve meyveli dondurma alındığı zaman araba çalışmıyor, vanilyalı alındığı zaman ise rahatlıkla çalışıyor.

Mühendis başlangıçta bu olaya şaşkınlıkla bakıyor fakat bilimsellikten uzaklaşmamaya gayret ediyor. Aradan yaklaşık bir ay geçiyor. Bay Troatman ile her gün markete giden mühendis, sonunda olayı çözüyor.

Yeni model Porsche arabalarda kullanılan soğutma sistemi, araç durdurulduktan hemen sonra devreye giriyor ve motor belirli bir ısıya düşene kadar motoru kilitliyor. Markette en çok satılan dondurma ise vanilyalı.

Bu yüzden vanilyalı dondurma tezgahı önünde sürekli sıra oluyor. Bay Troatman sıraya girip dondurmasını alana kadar geçen süre,motorun soğuması için yeterli oluyor. Fakat çikolatalı veya meyveli dondurma tezgahı önünde sıra olmadığı için dondurmayı hemen alıp aracına geri dönüyor. Motor ise kilitli olduğu için araç çalışmıyor.

Mühendis,raporunu yönetime sunuyor. Piyasadaki araçlar geri toplanıp, gerekli ayarlamalar yapılıyor ve müşterilere yeni haliyle teslim ediliyor.

☛ Tecrübe,tecrübe,tecrübe !!


☛ Tecrübe,tecrübe,tecrübe !!

Yeter artık değişin biraz..

Yeni mezun birini yetiştirmekten korkmayın artık bu kadar.

Mülakat sürecine bakın..

Giyimine,konuşma tarzına,sorularınıza verilen cevapların akılcılığına ve akıcılığına bakın !

İlgilendiği sosyal sorumluluk projelerine bakın yeni mezun olup tecrübesiz oluşuna değil. Özgüvenine ve heyecanına bakın ki,o heyecanla ne kadar başarılı olabileceğini görün.

Kendini hangi eğitimlerle geliştirdiğine bakın,mülakatta “Nereden vursam” diye düşünmek yerine onu yetiştirip yetiştiremeyeceğinizi düşünün. Mesleğine olan hayranlığına ve öğrenme isteğine bakın !

Size katabileceklerine bakın.

İngilizce konuşulmayan bir şirket için profesyonel ingilizce konuşmasını bekleyip,bunu kriter yapmayın kendinize. Tecrüben olsaydı alırdık demeyin,bırakın sizinle öğrenelim herşeyi. Korkmayın artık.

Değişin artık ! Öğretin,yetiştirin ! Yeni bir tohum yeşertin. Değiştirin kendinizi ! 12.08.2017

Dilara Sak

 

Değerli Meslektaşım, Dilara Sak yerinde bir paylaşım yapmış ve aynı duygu ve düşünceler ile paylaşmak istedim. #ekremozturk

Hakimiyet Milletindir


Güçlü milletin, güçlü ordusu ile  sınırları asla değişmeyecek, bayrağı inmeyecek, ezanı susmayacak,  sadece bölgenin değil dünyanın güçlü devleti olarak,   bağımsız bir Türkiye için HAKİMİYET MİLLETİN” dir.

Her ne amaç için kimden gelirse gelsin, bu aziz ülkeye ve aziz millete yönelik girişimler  karşısında olacağız.

Boyun bükmeyecek, diz çökmeyecek, çalışacak, üretecek ve hep dik duracağız. 

Eğitecek, bilecek, düşünecek ve farkında olacağız. 

Ahlaklı, vicdanlı ve merhametli, idealist ve hedefleri olan bir nesli, geleceğin dünyası için hazırlarken bu ülke için her alanda her zaman nöbette olacağız.

Bu aziz ülke için nöbet tutan, gazi olan ve canını feda edip şehit olan insanlarımızı saygı ve rahmetle anıyoruz.

Asıl azmaz


Aslında mayamız güzel! Hani asıl azmaz, bal kokmazya!

Babalar günü nedeniyle sosyal medya paylaşımlarınıza baktım. Bir çok insan hayatta olmayan babasının resimlerini paylaşırken, güzel sözler ile sevgi ve hasretlerini yazdılar.

Sosyal medya başta olmak üzere tüm etkenler bizi ne kadar değiştirirse değiştirsin, bizim adet, gelenek ve göreneklerimizle bozulmaya karşı direniyoruz.

Aslında aile ve eğitim sistemi bilinçli koruyuculuğunu sürdürebilse, bizi olumsuz olan ne varsa ve nasıl değiştirirse değiştirsin, aslında özümüzü ve aslımızı     yitirmez, soyumuzun özelliklerini korur ve gelecek nesillere taşırız.

#ekremozturk

Aybüke Yalçın’a…


Bu genç kızımızın  hayali olan öğretmenliğe atanma ve mesleğe başlama  sevinci bir kahpe kurşun ile sona erdi. 

Ruhu şad olsun. 

Kızgın ve üzgünüz!

Hepimiz duygularımızı paylaşıyoruz. Hep kızıyor, yazıyor ve paylaşıyoruz. Kırk yıla yaklaştı ve terör belası ile baş edemedik. 

Coğrafya zor, düşman çok ve sürekli üzerimize oynuyorlar. 

Peki! biz ne kadar iyiyiz, biz ne kadar birlik ve beraberlik içinde düşünüyor, çalışıyor ve topyekûn ülkenin ortak değerleri için varız diyoruz?

#ekremozturk

Ortadoğu’daki Türkiye


Ortadoğu’daki tüm kavgaların asıl sebebinin enerji kaynakları ve buna bağlı olarak rant olduğu bilmeyen yoktur.

Bu enerji kaynaklarına bizdeki Fırat ve Diclenin suyunuda dahil edebiliriz.Büyük Ortadoğu projesi devam ederken bu projenin finansman sorunuda devam ediyor. Katar gündemi her gün yeni gelişmeler ile vahim bir hal alıyor. Dün IŞİD terör örgütünü ortaya çıkaranlar bugün Katar kozunu oynamaya başladılar. Geçen yıl 95 milyar dolar cari açık veren Suudi Arabistan ekonomisi her geçen yıl daha kötüye gidiyor. Tüm geliri petrol üzerinden olan Suudlar, ABD ile önce Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e petrolünü akıtmasından korktukları İran’ın önünü kesmek için IŞİD belasını sahneye sundular ve istediklerini elde ettiler. Olan bize oldu ve PYD terör örgütü, ABD desteği ile Suriye üzerinden bir devlet çıkarma fırsatını buldular. Barzani’nin fırsatçılığı ise bağımsız Kürdistan için, Kerkük’te dahil edilerek bir referandum kararını aldırdı.

Zengin doğal gaz Kaynaklarına sahip olan Katar, ABD destekli Suudi Arabistan tarafından işgal edilmesi ve doğal gazının Suudi Arabistan, Mısır, Tunus üzerinden Libya’dan Avrupa’ya pazarlanma planı uygulamaya geçti. Bu hattaki ülkelere dikkat çekiyorum. Ortadoğu’daki ABD’nin en büyük üssü Katar’a ve ABD bu ülkeyi zaten kontrol ediyor. Kimse Katar’ı bağımsız ve yönetenleri masum görmesin. 

Halkının seçmedigi  ve demokrasi ile yönetilmeyen ülke liderleri, saltanatlarını korumak için her güce boyun eğerler. Güç ABD olduğuna göre Katar’ın dik duruş göstereceğini beklemek hayalcilik olur.

Biz kendimize bakalım ve kendi topraklarımıza sahip olalım.
#ekremozturk

Bir insanı tanımak istiyorsanız, onu büyük bir mevkiye geçiriniz


Rabindranat Tagore diyor ki; “Bir insanı tanımak istiyorsanız, onu büyük bir mevkiye geçiriniz.”
Doğru, çünkü dünya gerçeğini bilen insan mevkiyle şımarmaz.
Konfüçyus ise “Yüksek bir mevkiye sahip olmadığından dolayı telaşlanma, ama o mevkiye layık olup olamayacağından dolayı endişe et.”
Bu sözler boşuna söylenmiş sözler değildir. Bu sözlerin vuku bulduğu bir çok insanı hepimiz mutlaka görmüşüzdür. Mesele hangi konumda, hangi mevkide olursa olsun, “adam gibi” kalmaktır.
Bir insanı oturduğu koltuk değil, o koltuğu dolduran bilgisi, asaleti, büyüklüğü, alçak gönüllüğü, insan sevgisi, ahlak ve vicdanı süsler.. Bulunduğu mevki ne kadar büyük olursa olsun, koltuğu ne kadar değerli olursa olsun, insanı insan yapmaz asla…Bazı insanlar bu durumu bilir ve buna göre davranır. Bazılarıda bu durumu bilmelerine rağmen koltuğun cazibesine kapılır ve kim olduğunu ve nereden geldiğini unutur. Unuttuğunu hatırladığında ise iş işten geçer.
#ekremozturk
Otomatik alternatif metin yok.

Yaşayan ölüler için gözyaşı dökülmez…


Ölüm, yaşam kadar gerçektir. Her canlı doğduğu gibi ölecektir. Yani, her canlı ölüm mutlaka tadacaktır. Kaçışı olmayan tek bir gerçek vardır, o da ölümdür. Ölüm yaşı, zamanı, nedeni ve gelişi belli olmayan bir süreçtir. Ölüm gerçeği her ne kadar, her insan tarafından bilinse de, ölüm gerçeği her insanı korkutur. Bir insana verilebilecek en büyük ceza ölümdür. Ölümden öte bir ceza yoktur. Ölüm gerçeği bilinmesine rağmen, sevdiği bir insanın ölümü yaşayan insan üzülür, gözyaşı döker. Ölene ağıtlar yakılır, feryatlar edilir. Ölen insan dünyadan ve hayatımızdan gitmiştir. Ölen gider, gelişi ve dönüşü yoktur. Gelmeyecektir, ağlanır, feryat edilir. Gitmiştir bir kere ve vuslat ahrete kalır. Yaşamayan ölüler içindir gözyaşı, yaşayan ölüler için değildir.
KİMDİR, YAŞAYAN ÖLÜLER…
Varlığı ve yokluğu belli olmayan insanlardır, YAŞAYAN ÖLÜLÜLER. Varlığının hiçbir kıymeti olmayan, kendi halinde, kimseye faydası olmayan, haksızlığa kayıtsız kalan, yanlışı görmeyen ve duymayan insandır, YAŞAYAN ÖLÜ. Sevgiden anlamayan, verdiğin değeri boşa sayan ve vefayı hiçe sayandır, YAŞAYAN ÖLÜ.
Ve YAŞAYAN ÖLÜLER için GÖZYAŞI DÖKÜLMEZ. Çünkü onlar bir GÖZYAŞI DAMLASINA dahi layık değillerdir.
#ekremozturk

yy

Yaşasın 1 Mayıs


Emeğin Bayramı olan “1 Mayıs” kutlu olsun. Hiç bir ideolojiden bir şeyler katmadan, sağa-sola çekmeden, demokrasi, özgürlük gibi başka mecralarda talep edilecek isteklerde bulunmadan, sadece emeğin, alınterinin hakkı için yaşanabilir bir ücret, iş kazasız ve huzurlu işyerleri için 1 Mayıs kutlu olsun.

Sadece işçinin değil tüm emekçilerin, yani ÇALIŞANLARIN günü olsun, 1 Mayıs…

İşe alımlarda adil seçimler,  eşit işe eşit ücret, liyakat esaslı adil atamaların olduğu çalışma ortamları için yaşasın 1 Mayıs…

Alanın yerini, kutlayanın ideojisini, flamasının rengini sorgulamadan, ellerde ay yıldızlı bayrak, dillerde güzel sözler, çalışanların geleceği için bakan güzel gözler ile kutlu olsun, 1 Mayıs.

#ekremozturk

Katil Amerika


Gerçeğin herkesin kafasına dank ettiği şu günlerde değil, bazılarının  “ABD imajıyla büyüdüğü” yıllarda, 

Aşık Mahzuni Şerif  “Katil Amerika” dediği zaman bir kısım anlamadığı gibi bu sözlere karşı çıkmıştı.

Bugün PYD çapulcularının flamalarını zırhlı araçlarına takıp, sınırımızda bize hava atan ABD askerlerini görünce, bir kez daha sözlerine sonuna kadar katıldığım ve muazzam bir türkü dediğim üç dakikalık bir eserde Amerikanın tüm planlarını ve ikiyüzlülüğünü  bu kadar güzel anlatan bu sözlerin sahibine yüreğine sağlık dedim..!

Katil Amerika bunu dünyanın pek çok yerinde yaparken, bizim sınırımızda, bize karşı bu efeligi ilk kez yaparak  bizimle kafa buluyor.

  • Nükleer silaha sahip değiliz, 
  • Kendi hava savunma sistemimiz eksik,

  • Hava saldırı sistemimiz yerli değil,

vs.

Bu eksiklikleri gidermek için düşünecegiz, üreteceğiz, bir olacağız, diri olacağız ve boyun eğmeyeceğiz.

#ekremozturk
Defol git benim yurdumdan
Amerika katil katil

Yıllardır bizi bitirdin

Amerika katil katil

Devleti devlete çatar
İt gibi pusuda yatar

Kan döktürür silah satar

Amerika katil katil

Piknik ve Çevre


Piknik dönemi başlaması ile birlikte  tehlike oluşturan iki durum ortaya çıkıyor.

  1. Piknik ateşleri nedeniyle oluşan yangınlar,
  2. Piknik sonunda oluşan çevre kirliliği

Yaşlanan dünya aynı zamanda hızla kirleniyor. Özellikle pet şişe, plastik ambalaj ve poşet atıkları, doğaya büyük zarar veriyor. Yangın zararlarını yazmaya sanırım gerek yok.

Bireysel olarak çevreyi korumak insan olan herkesin sorumluluğudur.

Kamu yönetimi ise çevreyi korumak ile yükümlüdür. Çevre kirliliğini denetleyen ve yaptırım uygulayacak bir sistem acil oluşturulmalıdır.

#ekremozturk

 “İnsan Ne İle Yaşar” 


Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır. Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”
Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…
Bazı insanların 15-20 yıl boyunca ödemek kaydıyla faizli banka kredisi çekmesi neyin alametidir… Bazen insan, ömründen daha çok borç biriktirir. Bazen de elinde olan ama fark etmediği nimetleri, hoyratça harcar durur.
Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…
Tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir… Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…
Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.
Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız?

Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar aslında fakiriz hepimiz. 
Aldığı maaşı yetiremeyenlere, modayı takip edemeyenlere, evini beğenmeyenlere, mekanı dar bulanlara, çarşıda pazarda gezmeye eğlenmeye doyamayanlara, daha çok para için, hesabı daha fazla kabartmak için çırpınanlara da yeter toprağın altı. İhtiraslarımız, bitip tükenmeyen arzularımız için, az bir toprağa ihtiyaç var sadece.
Ha gayret, menzile çok az kaldı…


Alıntıdır. 

Liyakat sahibi olmayanlara sorumluluk verirseniz veya yetkinliklerine uygun olmayan göreve getirirseniz ne olur?


  1. Kişiye haksızlık yaparsınız ki,
    a) Taşıyamayacağı yükün altına sokmuş olunur
    b) Başarısız olmasına sebep olunur
    c) Psikolojisi bozulur
    d) Özel yaşamında huzuru kaçar
    e) vs.

2. Çalıştığı kuruluşa haksızlık yaparsınız ki,
a) Başarısız olması ile kuruluş zarar eder
b) Organizasyonda huzursuzluk oluşur
c) Kuruluşun imajı bozulur
d) Çalışanların kuruluşa güveni azalır
e) vs.

3. Diğer çalışanlara haksızlık yaparsınız ki,
a) Daha liyakatlı olanın hakkı yenmiş olur
b) Diğer çalışanların motivasyonu azalır
c) Diğer çalışanların kuruluşa güveni kalmaz
d) Çalışanların arasında huzursuzluk oluşur
e) Diğer çalışanların iş dışında huzuru kaçar
f) vs.

4. Dinin emrine uymamış olursunuz ki,
a) Âyet-i Kerimede:“ Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” (Nisâ Sûresi 58)

#ekremozturk

”Bugün benim doğum günümdü” 2017


Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı

Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının 23 sabahında, bugün benim doğum günüm diye başladığım bir günü, “bugün benim doğum günümdü” diyerek tamamlıyorum.

Her 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı ve benim doğum günüm iken bu yıl, Miraç Kandilide aynı güne denk geldi. Milli, dini ve şahsi üç güzel günü bir arada yaşamının mutluluğunu yaşıyorum.

Bir gün daha geçiyor ve bir günler bir ay, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp bir ömrü tamamlıyoruz.
Bu özel günde doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce, bu teşekkür yazısını yazmadan geçemedim. Kutlama yapan tüm arkadaşlarıma, ‘’hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap vermeye çalıştım.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onunda onunda haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek bir dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten samimi ve içten duygular  ile sevmek dedim. Çoğu zaman dinlediğimin şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda çocukluğumda sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve ‘’Annem’’ diyesim geldi!
Geçen yılları düşünürken sevdiklerim, sevenlerim, sevip diyemediklerimin hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam bir kez daha yüreğimi sızlattı.
Volkan Konak, ‘’Ben Onu Sevdim Ya O Beni’’ diye söylerken, Tahir ile Zührenin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil’’ sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken, her yıl tekrarladığım bu yazı ile birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim. Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu. Olumsuzluklar karşısında pes etmedim. Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim. En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek,  kendimi en emin olana havale etmenin güven ve huzurunu yaşadım.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun… ” sözüne uygun olarak düzgün insanlar ile muhatap olmaya çalıştım. Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım ve adam satana meyil etmedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de,  “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
‘’Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!’’ İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz.  Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan ailem, dostlarım ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum. Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Hazreti Mevlananın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp ataeaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllarada taşımayacağım.

Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri  seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin…? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir…!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.
#ekremozturk

 

Hiçbir şey için “benimdir” deme, “yanımdadır” de.


Hiçbir şey için “benimdir” deme, “yanımdadır” de.
Çünkü hiçbiri şey daima seninle kalmaz.
Yaradan, insanın karşısına tahmin bile edemeyeceği sürprizler çıkarıyor. “Olmaz, yapamam” dediklerimizi yapıyoruz, “bu benim başıma gelmez” dediklerimiz, başımıza geliyor, kocaman kocaman laflarımızı tek tek yutuyoruz. Yani hayat bizi yavaş yavaş törpülüyor, sivriliklerimizi alıyor.

Bu güne kadar öğrenmek istediğimiz, yapmak istediğimiz her şeyi denedik ve yaptık. Bana bunun bir kabiliyet olduğunu söylediler. Hayır, denemeden hiçbir şeye yapamam demedik.
Bugüne kadar, bu benim başıma gelmez demedik, hayret hayat bizi şaşırtmadı. Affetmeyi öğrendik. Törpüyü ben kendimiz kullandık. Çok şükür kimse bizi törpülemedi. Çünkü yumuşak başlıyız. İnandıklarımızda inatçıyız.
Vermek vermek vermek… Hep eksiliyoruz sandık, Ama şimdi, okuduklarımızla ne kadar güçlendiğimizi gördük. Başkalarını kandıramayacağımızı, sadece kendimizi kandırdığımızı öğrendik.
Kendimizle yüzleşiyoruz. Hatâlarımızı keşfediyoruz. Böylece tâze kalıyor, yenileniyoruz. Aynı kararda asla kalmıyoruz. Belki geç oluyor, ama sonuçta oluyor.
Kimisinin izi kalsa da, sarılmayan yara kalmıyor. Başımıza gelen her ne ise, sevip terk edilmek de olsa, kavuşamamak da olsa, ayrılmak da olsa, hepsinin bizim için hayırlı olduğunu anlıyoruz. Kaderimizi yazanın sadece bizim için “hayır” dilediğini biliyoruz. O’na güveniyoruz.
İşte o zaman hiç yanılmıyoruz. Mutsuz da olmuyoruz. Başımıza gelen her ne ise. Vaki olan her ne ise…
Her yeni gün yepyeni şeyler getiriyor. Her yeni günde sonlar yaşanırken, ilkler de yaşanıyor. Bitişler yaşanırken, başlangıçlar da yaşanıyor. Her yeni gün yeni hasatlar yapılırken, yeni tohumlar da ekiliyor. Tıpkı ölümle doğum gibi…
Nefretler yok oluyor, evvela kendimizle barışıyoruz. Kendisi ile barışık olanın, kendiliğinden dünya ile barışık olduğunu öğreniyoruz.
Taşkınlıklar duruluyor, duruluyoruz. Yaradan’ın sürprizleri hiç bitmiyor.
Harika bir duygu kapımızı çalıyor. Gönlümüze buyur ediyoruz.
“Her şey bitti” dediğimiz anda yepyeni kapılar açılıyor, yepyeni insanlarla tanışılıyor, yepyeni fırsatlar karşımıza çıkıyor.

Her gelen gün, yepyeni bir gün. Bir öncekine hiç benzemiyor, ve biz artık bunu biliyoruz. Bu yeni günümüzde, yepyeni güzelliklere vesile olsun.

Polis Haftası


POLİS olmayı seçmek, diğer meslek seçimleri gibi değildir.
Bu seçimi yapmak zor olmalı, gönüllü olmalı, cefaya ve her türlü zorluğa dayanacak güç ve iradeye sahip olmalı ve sevmelidir.
Diğer mesleklerden çok farklıdır. İnsanlara yönelik bir meslek olması, mesai saati, işin çeşitliliğinden kaynaklanan zorluğu, çalışma ortamları gibi etkenleri düşünürsek bu mesleğin zorlukları daha belirgin olur. Günümüzün terör çeşitlilikleri, insan davranışlarının değişkenliği, çevre ve psikolojik şartlar, Polislik mesleğini seçerken tercih zorluğu yapan etkenlerin başında gelir.
Herkesin bir Polis yakını vardır. Herkes bir türlü Polis ile iletişim halinde olabiliyor. Bazen hallerini görür, halden anlamayız.
Ben hep çevik kuvvet Polislerimize bakarım ve duygulanırım. Yaptıkları işin zorluğunu hissetmeye çalışırım.
Tercihleri ile alanları olmayan bu mesleği seçenleri düşünürüm.
Polislerimizi, anlamak ve anlayış göstermek lazım.
Haftaları kutlu olsun, çalışma şartları güzel olsun, huzurlu ve sağlıklı olsunlar…
#ekremozturk
polis_haftasi_kutlaniyor_h39323

Gelen ağam, giden paşam dememeli


Yaşanan olaylardan insanlar ders çıkarmayı bilmelidir. Gelen ağam, giden paşam dememeli, gideni yok saymamalı, vefasızlık yapmamalıdır. Zaman hızlı ve o kadar değişken ki, yarın olur diye beklenen olmadığı gibi aleyhinize hiç umulmadık şekilde bir başka hal almaktadır. Gelen gidip, giden gelebilmektedir. Yaşanmış bir hikayeyi hatırlayınca paylaşmak istedim. Daha önce çalıştığım şirkete, bir zaman yeni bir üretim müdürü gelmişti. Çalıştığım şirket, o zaman kamuda ve hantal bir yönetim yapısı vardı. Özel sektörden gelen müdürün çalışma sistemi mevcut çalışanlara ağır gelince, özel sektörde gelen müdür sevilmeyen adam oldu.

Bir kaç yıl sonra bu müdür ayrıldı ve ardından gitti diye sevinip konuşan, konuşana… Zamanın da yağ çeken, eğilen, yanlış karar ve davranışlarını alkışlayan, evine yemeğe davet eden ve en büyük övgüleri yağdıranlar, bir anda dönüş yaptılar ve müdürü en kötü insan olarak ilan ettiler. Tabi ki; bu durumdan giden müdür bir türlü haberdar olmuş. Gel zaman git zaman sonra aynı müdür, beş yıl sonra işletme grup müdürü olarak tekrar şirkete geri dönüş yaptı. Bu geri dönüşün ardından, aleyhinde en çok konuşan Hasan abimizi çağırır ve çok iyi bir ayar verir. 🙂 Müdürün yanından dersini alıp çıkan Hasan abimizle karşılaştım ve abimizin nasihatını dinledim.

” BİR TEK ÖLENİN ARDINDAN KONUŞUN, YOKSA ADAM BİR TÜRLÜ BAŞINIZA GERİ GELİYOR VE HESABI AĞIR SORUYOR” Aslında ne sağ olanın, nede ölü olanın ardından konuşmamak gerekiyor.

#ekremozturk

gelen ağam giden paşam ile ilgili görsel sonucu    A C A B A . . .

YÜZYÜZE KONUŞAMAZ OLDUK


İnsanların birbirleri ile birebir olan iletişimini yok ettik. Yüze konuşmaz olduk. Nasıl bir İnsan olduk..
Hadi yerdiğimizi söyleyemezken neden sevdiğimizi söyleyemiyoruz.
Bu nedir ve neyin korkusu var.
Sorunları birbir söylemek yerine facebookta paylaşıp, görmesini beklemek ve tepkisini ölçmek yeni bir iletişim aracı oldu. Yan yana çalışan insanlar, aynı evi paylaşan eşler, kardeşler, dostlar, sevenler, nefret edenler, yerenler, dövenler, sövenler, yani herkes iletişimi sosyal medyaya bıraktı.
– Benim seninle şu sorunum var.
– Hayırdır, sıkıntılı gördüm bir sorunmu var.
– Seni seviyorum.
– Senden nefret ediyorum.
– Bu davranışın çok güzel.
– Çok gıcıksın,
– Bunu bana yapmayacaktın, gibi olumlu veya olumsuz söylemleri yüze söylemek çokmu zor.
Aynı evi paylaştığın eşine, işyerinde sorun yaşadığın arkadaşına, yöneticine vs. sitemlerini, eleştirini yada kızgınlığını konuşarak iletmek yerine sosyal medyada iletmeyi tercih ediyor hale geldiysek, bir yerde ip kopmuş demektir. İletmek istediğimiz, mana yüklediğimiz resim veya yazının görmesini istediğimiz kişi tarafından görüldüğünü yada okunduğunu merak etmek ise ayrı bir sorun.
– Ben sana resimle mesajımı iletmiştim.
– Facede paylaştığım resimde sana ben demiştim.
– Nasıl olur, ben falanın paylaşımına yorumda sana demiştim gibi iletişimin başka bir yönüde bizi bizden koparan iletişim sorunlarına neden olmaktadır.
Bu iletişim türünün bir başka gerekçeside kişinin kendi kendini rahatlatmasıdır. Birde kişinin sana ulaşmasını engelledinmi deme keyfine. Öldürüp, mezara gömmüş kadar mutlu olanlarıda görebiliyoruz.Kendi kendine yaz, çiz, yorum yap ve paylaş…Her türlü iyi ve kötü duygu ve düşüncelerini zaman tüneline yansıt.
Herşey çok güzel olacak değilmi?
Aslında bu şekilde esas iletmek istediğimiz kişi yerine duygu ve düşüncelerimi gereksiz kişilere pazarlamış oluyoruz.
Bu pazarlama bazen amaçlı oluyor. Kendimizce rezil edeceğiz ya ; herkes okusun, herkes görsün diye sitemlerimizi, nefretimizi, kızgınlığımızı vs. bilerek paylaşarak kendimizi teselli ediyoruz.
Mutluluk yada sevinçlerimizide ulu orta sergileyerek, birileri gerçekten sevinsin derken, birileride haset etsin, kıskansın hatta çatlasın diyoruz.
Bu sosyal medyada iletişim kurma hastalığı hızla büyüyerek devam ediyor. Bu hastalık ile birlikte insanlar birbirinden daha çok uzaklaşıyor ve birbirlerini daha az seviyorlar. Bu hastalığın çözümü için kafa yoranda yok. Herkes bir türlü bu çıkmazın içine girmiş, cahili, aydını, kadını, erkeği, gençci, yaşlısı demeden iletişimi sosyal medya yapmayı kabul etmişiz.
Aynı evde birbirimize sosyal medyada mesaj yazarak iletişim kuracak kadar ileri boyuta gelen bu sorunun çözümü samimi olmaktan ve gerçek manada birbirimizi sevmekten geçiyor.Koşulsuz sevgi ve hoşgörü bu sorunu çözecektir. Yüze konuşmak, ardından oyun çevirmemek, sonucu ne olursa olsun olumlu ve olumsuz olan duygu ve düşüncelerimizi sevdiklerimizin kendilerine demek gerekiyor.
Eşler, dostlar, arkadaşlar, mutlaka yüz yüze ve maskesiz konuşmak zorundalar. Zaman tüneline yazılan yazıda yada resimde duygu yoktur.
Gözleri yaşlı söylenen bir söz yazı ile ne kadar anlatabiliriz.
Mutluluk tebessümlerini, sevinç kahkahalarını yazıda nasıl gösterebiliriz?
Lütfen, yüze sözle ve gözle konuşmayı tercih edin, göreceksiniz ki, herşey daha güzel olacaktır.

28.03.2015

Ekrem Öztürk

 

11082639_10204609528135388_3311831238672976123_n

Bazen kabullenmek lazım..


Ne güzel söyler Yalın; “Herkesin hayatla bir kavgası var..

Barışmıyor bir türlü yıldızları..

Hayaller güneye, gerçekler kuzeye doğru..

Dünyayı hep bulutlu gördün mü sen?

Denizleri her zaman dalgalı?

Yağmuru sonsuz, güneşi yalancı mı bildin sen?

Kabullenmek lazım..

Olur demek lazım..

Ağlamayı öğrenmek, hayatı sevmek lazım..

Üzülme!

Yarına kadar dinecek, bu rüzgar da bitecek..

Sonunda eskiyen sen olma..”

#ekremozturk

SANIRIM HERKES İÇİN GEÇERLİDİR!


Artık kendimi kimseye sevdirmeye çalışmıyorum. Sevmeyenin hep bir bahanesi olduğunun farkındayım.

• Artık kimseye olur olmaz beni eleştirme hakkı tanımıyorum. Biliyorum ki ben özel ve değerliyim ve kimseye kendimi ispatlamak zorunda değilim.

• Artık kendini beğenmişe, ukalaya, kibirliye hayatımda yer vermemem gerektiğinin farkındayım.

• Artık her şeye bir “ama” cevabı verenlere bir şeyler anlatmaktan ve onlara çözüm üretmemek gerektiğini fark ettim..

Biliyorum ki isteyenin planı, istemeyenin “ama”sı var. #ekremozturk

İNSANLAR ANLAŞILMAZ OLDU!


Bazen anlayamıyorum. Aslında bazen değil, çoğunlukla anlayamıyorum.
Ne kadar okusam, eğitim alsam ve insanlarla iç içe yaşasam da sonuç değişmiyor.
Başka bir insan, başka bir dünya demek ve benim başka bir dünyayı keşfedecek kadar enerjim yok artık…
Bazen, birine sevgi verirsiniz. Emek verirsiniz. Zaman verirsiniz. Saygı gösterirsin, hürmetini eksik etmezsin, meselen yoktur, kendin gibi görürsün. Elinizden ne gelirse onu yaparsınız.
Bir karşılık beklediğinizden değil, hak ettiğini düşündüğünüzden yaparsınız bunları.
Karşılığı vardır belki de. Belki bir güler yüz, belki de sıcak bir gülümseme.
Bazen bir teşekkür, bazen de ta içinize işleyen bir bakıştır.
Ve bazen sadece derin bir suskunluktur beklediğiniz.
Beklediğiniz, bazen kırıcı olmayan bir sözdür.
Bazen, yaralamayan bir değerlendirmedir.
Bazen kimseye şikayet edilmemektir beklediğiniz, bazen de küçük düşürmeyen bir davranıştır. İnsanca bir beklentidir yani…
Çok zor değildir yapması…
Ama; her zaman hayat bize beklediklerimizi vermez.
Sadece ihtiyacımız olanı verir.
İhtiyacımız biraz hayat tecrübesiyse eğer, istemediğimiz kadar verir zaten…
Biz ne yaparsak yapalım, karşımızdaki için çok da anlamlı değildir.
Onun kafasında başka şeyler vardır.
Yaptığımız her şeyi kendi değer yargılarına göre algılar ve değerlendirir.
Bizler ne yaparsak yapalım, ancak kendimize göre iyidir yaptıklarımız.
Yıllar karşımızdakine farklı şeyler öğretmiştir çoğu kez.
Hayatın farklı yönlerini görür baktığı zaman. Yedirdiğiniz, giydirdiğiniz, gezdirdiğiniz ve anlattığınız şeyler, çoğu zaman boşa gider.
Çünkü, karşınızdaki kişi, bunları isteyerek değil, zorla yapar.
Bazen zorlamamak lazım. Olmayınca olmuyor. Siz her şeyin en iyisini de yapmak isteseniz, karşınızdaki anlamıyorsa, olmaz. En iyisi, sizin istediğiniz veya direttiğiniz bir hayat yerine, onun istediği hayatı vermektir. Bazen onun istediği hayat, onun hak ettiği hayattır.
İnsanlar; layık oldukları şekilde yaşarlar.
İnsanlara haketmedigi değeri verip baş tacı yaptığınızda o insanın kendini büyük yada ulaşılmaz sanıp, üstüne birde size ayak oyunu çekmeye kalkarsa, insan’a sen ne GARİP’sin demeden edemiyorum ve ne halin varsa GÖR diyorum..
#ekremozturk
Görüntünün olası içeriği: yazı

Kalp kırmak suya yazı yazmaya benzer, kalbi yeniden kazanmaksa gece güneşin doğmasına…


Kalp kırılması buz kırılması gibidir. Kırılan buzu yapıştırmak mümkün değildir. Ama dondurabilirsiniz . Kırılan kalbi de yapıştıramaz, sadece öldürebilirsiniz.
Aşağıdaki resmi görünce yıllar önce yazdığım bu yazıyı paylaşmak istedim.
Kalp kırmak suya yazı yazmaya benzer, kalbi yeniden kazanmaksa gece güneşin doğmasına… Sen suya yazı yazmasını başardın, şimdi otur da güneşin doğmasını bekle..!
Kalp kırmayı yada kırmamayı bu kadar güzel anlatan bir başka cümle daha olmaz sanıyorum. Suya yazı yazmak mümkün müdür? Ne kadar uğraş versek bile bunu başaramayız. Suya yazı yazamıyorsak, bir kalbi kırmayı da bu kadar zor hale getirmek bizim elimizdedir. Kırılan kalbi yeniden kazanmayı, mümkün olmayacak gece güneşin doğmasına benzeten bu anlamlı cümle bize çok şey anlatıyor olmalı…
Yaşamımızın her döneminde hepimizin farkında olarak veya olmadan kalp kırmış yada kalbimizin kırılmış olduğu bir gerçektir.

Kalbimizin kırıldığında yaşadığımız üzüntüyü kalbini kırdığımız insanında yaşadığını bilmemiz ve buna göre davranmamız gerekiyor. Kalp kırmak ile ilgili sevdiğim bir CÜMLEYİ paylaşmak isterim. Hiç kalp kırdınız mı veya kalbinizi kıran oldu mu diye sormaya gerek var mı?

 

Otomatik alternatif metin yok.

”Ve hiç unutmayın ki yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür”


1. ”Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın: yaş, kilo, boy.
Doktorunuz düşünsün onları. Bunun için ücret alıyor sizden.

2. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun.
Suratsızlar, negatifler sizi aşağı çeker.

3. Öğrenmeyi sürdürün: Bilgisayar, el sanatları, bahçecilik, ne olursa.
Beyniniz âtıl kalmasın. Âtıl kafa, iblisin tezgâhıdır.
İblisin adı da, alzheimer’dır.

4. Küçük şeylerden zevk almaya bakın.

5. Sık sık, uzun uzun, vargücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün.

6. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.

7. Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi, aile, kedi, köpek, kuş, balık,
yadigârlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa.
Eviniz sığınağınızdır. Tadını çıkartın.

8. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse üstüne titreyin.
Bozuksa düzeltin.
Siz kendiniz düzeltemiyorsanız yardım sağlayın.

9. Vicdan azabından uzak durun.
Çarşı pazarda gezin, komşu illerde dış ülkelerde dolaşın,
ama sakın suçluluk, pişmanlık duygusuna yönelmeyin.

10. Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin, hissettirin her fırsatta.”

”Ve hiç unutmayın ki yaşam,
aldığımız soluklarla değil,
soluk kesen anlarla ölçülür”
George Carlin

Otomatik alternatif metin yok.

İmkânsız da değil


Kolay değil belki, ama imkânsız da değil.
Hangi küskünlük bitmemiş, hangi dostluk başlamamış!
Yüreğin senin elinde. İnsanları değiştiremezsin, ancak onlarla ilgili düşüncelerini değiştirebilirsin.
Öyleyse herkesi olduğu gibi kabul et sen de.

İnancının kazanmasını, “o”ndan uzaklaşarak elde etme şartına bağlama vehminden kurtul.
İyiliğin halledemediğini kötülük hiç halledemez: yüreğine kaydet bunu.
Ücretsiz bir bilettir tebessüm, yürek yolculuğuna.
Sevgiye davet çıkar sen de hadi. Kanaat getir olumsuzlukları eriteceğine.
Maziye üzülme; yaptığın hatalardan ders aldıysan eğer.
Bugünü bugünde yaşa. Fakat biraz dur.
Hayatına tecrübeler eklemen için şart değil yanlışlar yapmaman.
Başkalarının edindikleri doğruları da yerleştir zihnine. Yolu uzatıp kaderini zorlama. Güzellikleri de bizzat kendin uygula.
Savrulma sakın.
Dipsizse de karanlık, dal içeri. Öyle bir dal ki; sen değil, o korksun.

“Ne çıkar” deme: bir nur da senden olsun.
Gülümse; İNSAN olduğun için…

Gülümse…

Ne zaman ağlayan birini görsem içim acısa da yine de sevinirim


Duygular vardır anlatılamayan, sevgiler vardır kalplere sığmayan, dostluklar vardır hiçbir şekilde yıkılmayan, bazı insanlar vardır asla unutulmayan. Bizim dostluklarımızda unutulmayanlardandır.
Ne zaman ağlayan birini görsem içim acısa da yine de sevinirim. Çünkü bilirim ki ağlayan kişinin kalbi henüz nasır tutmamıştır. Katılaşmamıştır yüreği. Kalp ağlamazsa gözyaşı da akmaz denir ya. İşte onun gibi. Sevindiğimizde atılan kahkahalar kadar, üzüldüğümüz zamanlarda dökülen gözyaşları da bir o kadar değerlidir.
Bir düşünürün dediği gibi “Gözyaşı, çekilen sıkıntıyı ve bunun beraberinde gelen hakikati değiştirmez belki ama kalbi katılaşmaktan kurtarır. Gerçeklerin betona çarpıp geri dönmesine engel olur.”
Bu nedenle de ağlamak güzeldir. Üzülmeyi becerebilen bir insan, sevinmeyi de becerebilir. Ağlayabilen bir insan gülmenin kıymetini daha iyi anlayabilir. Ağlatanlardan değil ağlayanlardan olmanın ayrıcalığını hissedebilir.
Ağlamak sanılanın aksine çaresizlik, zayıflık, güçsüzlük demek değildir. Canımız yandığında öfke ve intikam duygularıyla kalbimizi nasırlaştıracağımıza, gözyaşlarımızla yapılan temizlik, kalbin doğru ateşi bularak yumuşamasına vesile olur.
Ağlayan birisine yapılacak en büyük destek, bana göre, samimi bir dokunuş ya da uzatılan bir mendildir. Bunlar bin türlü sözden çok daha kıymetlidir.
Ağlayabilmek insan olmanın gereklerinden biridir. Her şeye rağmen, özellikle insanın kendisine rağmen ağlayabilmesi takdire şayan bir erdemdir.
Ağlamakla gülmek, olmazsa olmaz bir ikilidir. Tıpkı evrende olan diğer zıtlıklar gibi…

Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kâğıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı….
Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip “Bu senin babacığım” dediğinde üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına… Bir gece önce yaptığından utandı… Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu… Kızına gene bağırdı.
“Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?” Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı, “O kutu boş değil ki baba” dedi… “İçini öpücüklerimle doldurmuştum!” Adam öyle fena oldu ki… Koştu… Kızına sarıldı… Beraberce ağladılar.
Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının başucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.
Aslında bütün anne ve babalara böyle bir altın kutuyu çocukları hiçbir karşılık beklemeden, sevgi ve öpücüklerle doldurup vermişlerdir. Hiç kimsenin hayatında bundan daha değerli bir armağana sahip olması mümkün değildir.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

Sizinle aynı anlamı gören birine rastlarsanız


Bir insanın yaşı ilerledikçe hayat komplikeleşiyor sanki, ilişkiler, dostluklar, iş hayatı, herşey ama herşey.
Geçmişe dönüp baktığımda, gençliğimdeki ben ile şimdiki ben arasında dramatik bir fark olduğunu belki yeni yeni farkediyorum. Bir zamanlar yolun yarısını çoktan geçmiş olduğumun bilincine sadece nüfus kağıdım elime geçtiğinde varırdım. Son birkaç yıldır ise maalesef bu gerçeği hergün ama hergün hatırlıyorum. Gençken aşık olmak çok daha kolaydı, sevmek, dost olmak, güvenmek, hatta iş değiştirmek…

Yaşamak daha basitti, daha az sorumluluk, karar almak çabuk, fikir değiştirmek serbest. Kaybedecek vakit boldu, bir yerlere yetişmeye çalışmadan sonsuz bir hayat süreceğine inanmak kolay.
İlerleyen yaşın içine yoğun deneyim ve birkaç hayal kırıklıklığı serpiştirilmişse, başka bir değişle sütten ağız yanmışsa, hayat eskisi kadar basit görünmüyor insanın gözüne. Yeni dostlar eklenmez oluyor, birtakım arkadaşlıklar zaman içinde yok oluyor, ilişkiler karmaşıklaşıyor.

Birbirini tanımanın en keyifli dönemleri bir tedirginlikle gölgeleniyor ve üflenerek yenen yoğurtların tadı hiç te aynı olmuyor.
Ama hayat sürprizlerle dolu, istisnalar oluşuyor ve bunların istisna olduğunu anlayabilmenin olgunluğuna sahipseniz değeri de o oranda büyük oluyor. 35 yaşından sonra hayatınıza yeni bir dost katabildiyseniz, 20 yaşınızın saflığı ve açık gönüllüğü ile çıkar ve riyadan uzak bir ilişki kurabildiyseniz inanın bana siz de bir istisnasınız.

Çünkü 21. yüzyılda paylaşmak, güvenmek, sevmek ve dostluk herkes için bambaşka anlamlar taşıyor. Siz de bu sözcüklerde sizinle aynı anlamı gören birine rastlarsanız eğer ona sıkı sıkı sarılın, inanın bana yolun yarısından sonra kurulan dostlukların tadı bir başka oluyor.

Linkedin Yorumları 1


OH NE ALA! Herkes bir yol tutturmuş gidiyor. İnsan Kaynakları Lisans (4 yıl) hatta Yüksek Lisans (2 yıl), Profesör, Doçent vs. eğitim alan birilerine 56 saat eğitim ile PROFESYONEL İnsan Kaynakları Eğitimi diye bir pazar yarat ve sömürmeye devam et. Yapanlar kim, İnsan Kaynakları Uzmanları! Üniversite mezunu böyle bir eğitime gereksinim duyuyorsa, YÜKSEK ÖĞRETİMİ eleştir. Eğitime gereksinim, kişinin kendinden kaynaklanıyorsa, bu kadar eğitimin üzerine para karşılığıda olsa EMEK VERME!

Konulu eleştirime Linkedinde gelen bir yorumu paylaşmaya değer gördüm. Nilden Tutalar hanımın paylaşımıma yapmış olduğu yorum aşağıdadır.

 

  1. Devlet üniversiteleri hocalarından “iyilerin hepsi” hepsi vakıf üniversitelerine geçmedi.

  2. Vakıf üniversitelerindeki eğitim kalitesi sanıldığının aksine devlet üniversitelerininkinin 10 da 1i kadar iyi. Berbat!

  3. Vakıf üniversitesine dünyanın en iyi anlatan hocasını dahi getirseniz bu paracı anlayış hoca ile söyle bir anlasma yapiyor “hocam bizim öğrenciler salak devlette zehir gibi çocuklara anlattığınız gibi anlatmayın!”

  4. Problem devlet üniversitelerimizde kötü hocaların olmasi değil YÖK’ün hatalı politikaları ve liseden bozuk bir sistemle yetişip üniversiteye gelmiş beyinler

  5.  14 hafta bu yanlış sistem kurbanı gençlere hiçbir dersin iyi öğretilmesi için yeterli değil.

  6. Liseye kadar öğretme sorumluluğu öğretmendedir. Üniversiteden itibaren öğrenme sorumluluğu öğrenciye geçer. Bizim çocuklar ezbere alıştığı için kendisi ders dışı hiçbir çalışma göstermeyip 14 hafta boyunca her şeyi hocadan bekliyor.

  7. ODTÜ eğitim bilimleri ile çalışıyorum ODTÜ öğrencileri mesela bir hafta sonra işlenecek konuyu hoca demeden merakla çalışıp derse hazırlıklı geldikleri için o 14 haftada bir şeyleri kalıcı öğreniyorlar.

  8. Devlet üniversiteleri ösym sistemi gereği daha zeki çocuklarla dolu.

  9. Bu nedenlerden ötürü sektöre ihtiyaç duyulan bilgileri doğru düzgün öğrenmeden geliyorlar.

    1. bir sorun: yaratıcı olma. Hadi diyelim devlette eksik öğrendin; çalışma hayatında kendi kendine çabalayıp öğrenen öğrenci profiline de pek sahip değiliz.
  10. Eksik olduğunu anlamak biraz zeka işidir. Birçok lisans mezunu kendine öyle güvenir ki bilgide eksik olduğunu dahi anlamaz.

2017 YILINA GİRERKEN…


2016 yılı akıl, sağduyu ve özgüven gösterilirse büyük başarılara imza atılabilecek bir dönemin başladığı yıl olmalı diye düşünüp buna göre kararlar almalıyız. Dünyada ve çevremizde yaşanan toplumsal olaylardan etkilenmeden bireysel iyiliğimizi, gelişimimizi, huzurumuzu, mutluluğumuzu ve sağlığımızı etkileyecek olaylara ve gelişmelere bakmalıyız.
2016 yılını sorgulama yapmak, kendini aramak, keşfetme yolunda çabalamak, kendini bilme ve şeffaflaşma yılı olacak şekilde değerlendirmenin çabasını vermeliyiz. Kendisiyle yüzleşme cesareti bulacağımız ve her insanın kendi içindeki bilgeyi, kendi Yunus’unu yaşama aktarma zamanı hızlandıracağı bir yıla da adım atmalıyız.
Dikkatli ve farkındalık dolu bir gözle kendimize, ailemize ve yakın çevremize bakıp değişimi hissetmek ve algılamanın çabasını vermeliyiz. Yıllardır çekmecelerde saklı kalmış dertleri, sıkıntıları, hatta hastalıkları kendi kendimize yenmenin planlarını yapmalıyız. Yeni yıl ile birlikte kendimizi gözden geçirmemiz ve zayıf olan yönlerimiz ilgili kendimizi yeniden yapılandırmalıyız. Yani kendimizin stratejik planını oluşturmalı ve dönem dönem gözden geçirmeliyiz.
2016 yılının bir önceki yıla ve yıllara göre farklı kılmak için birkaç önerimizin değerlendirmeniz sizin için faydalı olabilir.

yeni-yil

2016’nın bu son gunünde; bize hayal etmeyi, eğlenmeyi, plan yapmayı çok zor hale getiren bir yılın ardından çok daha keyifli, hayallerimizi kovaladığımız, birlik beraberlik içinde muhteşem bir 2017 diliyorum hepimize..

Kendini sorgulamanın önemi

2016 yılı bireysel gelişimin önem kazandığı bir kendini sorgulama, aşma, değiştirme ve baskılardan kurtulma yılı olacaktır. Kendimizi sorgulamak objektif bakış açısıyla kendimizi karşımıza alarak noksan taraflarımızı tespit etmeye çalışmak kendini tanıma ve bilme çalışmalarının belkemiğidir. Bu sorgulamaları yaparken suçlayıcı hırpalayıcı olmamak ve gerekiyorsa profesyonel destek almak sanıldığından çok daha önemlidir. Terapiler bu noktada büyük önem kazanıyor, tek başına yapılan sorgulamalarda insan sık sık gereksiz yere kendini suçlayarak dar bir alana sıkışıp içine girdiği labirentten çıkamaz hale de gelebilir. Bu noktada olaylara objektif ve bilimsel açıdan bakmak için başka gözlere de gerek vardır ki, karşılığı terapi ve şifadır.

Kendini tanıma çalışmalarında önemli olan nokta kendi noksan taraflarımızın tespiti ve bunların gelişme yolunda düzeltilmeye çalışılmasıdır. Olaylar arasındaki bağı görmeye çalışmak karşılaştığımız olayların dilini anlamaya yardımcı olur. Karşılaştığımız olaylar kendimizi daha iyi tanımamız için de birer aracıdır.

Yaşam Programını Öğrenmek Arzusu

Hepimiz, bu dünyaya belli problemleri aşabilme ve yaşam ödevlerini yerine getirmek için geliriz.. İşte bu problemlerin, onları çözmemiz için yaptığı kademeli çağrı ve davetler, kişinin kader yolunu çizer. Karakter, zamanla bütünleştiğinde kader ortaya çıkar. Karakter, doğarken birlikte getirilir ve bedenleşen şuurun bir ifadesidir.

Bizler kutuplaşmanın olduğu bir gezegende eğitim görmekteyiz. Kesin evetlerle kesin hayırların kimseye çok yarar sağlamayacağı özel bir döneme giriyoruz. Canlı ve değişken bir evrende, evetler ve hayırlar sık sık yenilenmek ve güncellenmek ihtiyacındadır.
Karşılaştığımız olaylarda, bilincimizin savunma ve direncinden vazgeçersek, bedenimizin bağışıklığını korumaya devam edebilir ve bulaşıcı hastalıklardan da uzak kalırız. Zihinsel olarak uyarı almaya hazırsak, bedene inmez ama zihin örtülü ve bilinç kapalı olduğunda bedensel rahatsızlık giderek artar.
“Kendini Tanıma”, kadim zamanlardan beri, gerçeği arayanlar tarafından en önemli ve en zor görev olarak nitelendirilmiştir. Kendini tanımak, “ben” i değil, “kendini” bulmaktır. “Ben” ego olarak getirdiği sınırlandırmalarla, bütünsel ve holistik olanın fark edilmesini sürekli engellerken, Yunus Emre’nin “bir ben vardır bende, benden içeru” deyişine uygun olarak “Kendimiz” dediğimiz şey daha bütünsel olduğundan her şeyi içine alır.
Gerçek dürüstlük yolunda uğraşanlar için hastalık, bu yolda çok önemli bir yardımcıya dönüşebilir. Belirtilerde, ruhumuzda gizlemek ve yok etmek istediklerimizi, görünür biçimde yaşamak ve çare aramak zorunda kalırız. Eğer karşılaştığımız olaylarda, bilincimizin savunma ve direncinden vazgeçemezsek hastalık bedenin alacağı son çaredir ve tekyönlülüğü giderir, kişiyi yeniden orta noktaya getirir. Birdenbire şişirilen ego oyunları ve güç iddiaları yok olur, hayallerin çoğu yıkılır ve o güne kadar gidilen yaşam yolları sorgulanır. Dürüstlüğün, hastanın yalnız bedenine değil, yüzüne de yansıyan bir olgunluğu ve kabulü vardır. Yaşam bizden büyüktür ve onunla mücadele etmek yerine sörf yapar gibi birlikte akmak daha hayırlıdır. Gerçek dürüstlük, bizleri her türlü korku ve kaygının da ötesine taşır. Kendiyle yüzleşmekten, yenilikten, değişmekten ve objektif olmaktan korkmayan insanın hastalıklarla boğuşması gerekmez. Hasta olsa bile için hızla iyileşecek ve hatta çevreye de örnek olacaktır.

Bireysel Gelişim, Sosyal Aktivite ve Sağlık açısından alınacak tedbirler

2016 yılında kendimizi tanımak için özel çalışmalar yapmayı ihmal etsek bile karşılaştığımız karmaşık, şaşırtıcı, bilmece gibi olaylar nedeniyle kendimizle yüzleşmek zorunda kalacağız. Bu yüzleşme yapılmadığında, bireysel ve gezegensel kalkınma aksayacağı için bizler teşvik etmek adına hepimizi hayli zorlu deneyimler bekleyebilir. Deneyimleri zor ya da kolay hale getirmek bizim elimizde. Çaba ve gayretimize göre görünenin ardındaki görünmeyen, atom altı parçacık düzeyinde yayılarak bir kuantum etki oluşturur ve düşünce şeklimize bağlı olarak kendimize yeni olaylar hazırlamamıza, yaydığımız düşünce nedeniyle yeni olaylar çağırmamıza neden olur. Bu hem pozitif hem de negatif açıdan haylı önemlidir bir konudur. Eskiler bunu “Ne ekersen, onu biçersin”, sözleri ile ifade etmişlerdir. Eğer biz pozitifi çağırırsak büyük kolaylıklarla karşılaşmamız kaçınılmazdır.

BİREYSEL GELİŞİM
1- Yaşamınızı başkalarınınkiyle karşılaştırmayın.
2- Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın ki sizin aracılığınızla gerçekleşme şansları olmasın.
3- Enerjinizi olumlu şekilde şu an için harcamaya özen gösterin.
4- Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
5- Her şeyi çok da ciddiye almayın; sıkıcı olmayı, mizaha yer vermeyi unutmayın..
6- Kıymetli enerjilerinizi gevezelikle, dedikoduyla boşa harcamayın.
7- Yaratıcı İmgeleme Gücünüzü aktif tutun.
8- Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz.
9- Geçmişin acılı anılardan kurtulun, acıyı yaşama sevinci haline getirmeyin, yaşayın ve bitsin.
10- Yaşam birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır, kimseden nefret etmemeye çalışın.
11- Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiyi bozmasın.
12- Sizden başka hiç kimse sizin mutluluğunuzdan sorumlu değildir.
13- Yaşamın bir okul ve eğitim yeri olduğunu ve öğrenmek/pratik yapmak için burada olduğunuzu unutmayın!
14- Daha fazla gülümseyin ve gülün.
15- Her tartışmayı kazanmak zorunda olmadığınızı kendinize sık sık hatırlatın.

SOSYAL AKTİVİTE
1- Ailenizi sık sık arayın, birlikte olmanın yollarını bulun.
2- Her gün sizden başka birine bir şey verin.
3- Herkesi her şey için affetme çalışmaları yapın.
4- Ara ara 70 yaşından büyükler ve 6 yaşından küçüklerle zaman geçirin, size öğretecek çok şeyleri olduğunu göreceksiniz.
5- Her gün tanımadığınız en az bir kişiye “günaydın” deyin.
6- Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri ile ilgilenmeyin önemli sizin siz hakkınızdaki düşüncelerinizdir.
7- Kendinizden memnun olmanın bir yolunu mutlaka bulun.
8- Arkadaşlığı ihmal etmeyin, onlarla teması ne olursa olsun kesmeyin.
9- İnsanın sosyal bir doğaya sahip olduğunu sakın göz ardı etmeyin!
10- Eğlenme ve gezmeye de mutlaka zaman ayırın.

YAŞAM
1- Her zaman doğru olduğuna inandığınız şeyi yapın!
2- Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan şeylerden kaderin zorlayıcı etkileri yoksa uzak durun, zorlayıcı etkiler varsa onları da yumuşatmanın yollarını arayın!
3- Her iyi veya kötü durumun değişime tabi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
4- Kendinizi kötü hissetseniz de kalkın, giyinin ve yaşama katılın.
5- En iyisine henüz sıra gelmedi ama mutlaka gelecek deyin.
6- Karamsar olmayın, karamsar insanlarla fazla zaman geçirmeyin. Karamsarlık bulaşıcıdır.
7- İnandığınız bir öğreti mutlaka olsun.
8- Maneviyat umut verir, umudunuzu en kötü şartlarda bile yitirmemeye çalışın.
9- Manevi gücünüzü yenilemenin size uygun olan yollarını tanıyın ve uygulayın.

SAĞLIK

1- Bol sıvı alın
2- Kahvaltıyı kral, öğle yemeğini prens ve akşam yemeğini de dilenci gibi yiyin.
3- Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok, GDO nedeniyle de fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4- Enerji, heyecan ve duygu paylaşımı ile yaşayın.
5- Size uygun bir metotla Meditasyon, yoga ve dua yapacak zamanı bulun.
6- Daha çok aktif olun, doğayla bütünleşmeyi ve bol oksijen almayı ihmal etmeyin.
7- 2014′ de okuduğunuzdan daha fazla kitap okuyun.
8- Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.
9- 7 saat uyuyun.
10- Her gün 10 – 30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken gülümseyin.

Bütün bunları uygulamak için gösterilen gayret ve istek bizi Alaca karanlığı gün doğumuna dönüştüren bir simyacı yapacaktır. Unutmayın Dolunay geçti. Şimdi yeni ay doğuyor. Rahatlama, özgürleşme, sıkıntıdan kurtulma, terk etme, bırakıp gitme ve yenilenme zamanıdır.

Kaynaklar

  • Hastalık İyileşmeye Giden Yoldur” Hastalıkların yorumları ve anlamları

  • Thorwald Dethlefsen/Ruedıger Dahlke-Mozaik Yayınları

HRBP Summit’16 zirvesi


y
Merhaba Ekrem Bey,
“İşin İçindeki İnsan Kaynakları” olarak sektörün gelişimini ve geleceğini konuşmak amacıyla 19 Aralık 2016 tarihinde HRBP Summit’16 zirvesini gerçekleştiriyoruz.
İnsan Kaynakları alanında  faaliyet gösteren, iş dünyası profesyonelleri başta olmak üzere bir çok farklı sektörden şirketin, akademisyenlerin ve seçkin profesyonellerin katılacağı zirve, 19 Aralık 2016’da Boğaziçi Üniversitesi’nde bir çok saygıdeğer etkinliğe ev sahipliği yapmış tarihi saatli bina Albert Long Hall’de gerçekleşecektir.
Zirvede konuşulacak Kurumsal Stratejilerin İk Taktiklerine Dönüştürülmesi, Holding Yapılarında ve Uluslararası Şirketlerde “Business Partner” Pozisyonunun Görevleri ve Karşılaştıkları,  Yönetim Kurullarının İK’dan Beklentileri ve İK’da Koleborasyon gibi konuların blogunuzda ilgi çekici bir içerik yaratacağını düşünmekteyiz.
Bu sebeple gözlemlerinizi ve düşüncelerinizi okuyucularınızla paylaşabilmeniz adına İnsan Kaynaklarının geleceğini CONNECT, PRIORITIZE ve IMPACT konu başlıkları altında inceleyecek olan organizasyonumuzda sizleri davetlimiz olarak aramızda görmekten mutluluk duyarız.
HRBP Summit’16 ile ilgili daha çok bilgi edinmek, zirve programını ve konuşmacıları incelemek için hrbpsummit.com web adresini ziyaret edebilirsiniz.
Teşekkürler
Berfin Binzet

İş başa düştü… 


 

(İşveren, iş vermeye aracılık eden, referans olan ve en önemlisi meslektaşlarım insan kaynakları yöneticileri, uzmanları ve çalışanlarına ithafen)

Mezun Oldum, “Beni İşe Al!”…  diye başladığım, yeni mezunların işsizlik sorunlarına dikkat çekmek, yeni mezunların yetkinliklerini geliştirmelerini katkı sağlamak ve onları bir nebze işe girmeye hazır hale getirmeye yönelik yazılar yazıyorum.

Sosyal medyada işsizlik feryadı yapan gençlerin durumu görünce, yürek yakar hale gelen yeni mezunların durumuna hep üzüldüm. İnsan kaynakları platformlarında iş arayışında olan yükseköğretim görmüş gençlerimizin çabalarını ve bu işsizliğin sebep olduğu ruh hallerini en iyi anlayanlardan biri olarak, artık iyi bir üniversiteden mezun olmanın iş bulmaya yetmediğini, bir dil bilmenin yanısıra bir dil daha istendiğini ve bunlarında yetmeyip iyi bir referans olması gerektiğini çok iyi biliyorum.

Bir gerçek varki, her mezun iyi bir üniversiteden bir veya birkaç dil bilerek mezun olmuyor. Mezun olan her gencin gelecek yaşamı için mutlaka bir işe girmesi gerekiyor. İyi bir üniversiteden mezun değilse, dilde bilmiyorsa vay haline demeden geçemeyeceğim. İyi üniversite tanımıda tartışılır hale geldi. Otuz yıllık, otuz bini geçkin öğrencisi olan bir üniversiteden, ofis programlarını dahi kullanmadan mezun olan bir öğrenciyi görünce, bu üniversiteye ne denilir onuda siz deyin. Aslında sorun ne mezun olan gençte, ne mezun eden üniversitede, nede iş vermeyen işverende. Sorun sistemde ve bunun düzelmesi yönünde bir çaba yok yada gereksiz bir çaba var. Herşey çelişki ile dolu ve sonuç ortadada.

Daha öncede yazdım ve bu bilgileri verdim. Her yıl işgücüne katılan üniversite mezunlarının sayısına 400 bin kişi daha ekleniyor. İşgücündeki üniversite mezunlarının sayısı 2014 yılında, önceki yıla göre yüzde 10 daha arttı ama Üniversite mezunu işsizlerin sayısı da, geçen yıl 54 bin artarak 557 bine çıktı. Bu gelişmeler doğrultusunda yüksekokul veya fakülte mezunları arasında 2012’de yüzde 10 olan işsiz sayısının, 2016 yılında yüzde 13 civarında olması bekleniyor.

Sürekli olarak, her yıl işgücüne katılan 400 bin üniversite mezununa istihdam alanı sağlamanın zor olduğunu kabul etmek lazım. Bu mezunların alanlarının istihdama yönelik olmaması yada belirli alanlar üzerinde yığılma olması da istihdam sağlama ayrı bir sorun olarak görülmelidir. Ulusal düzeyde insan kaynakları planlaması yapılmadığı için güncel alanlarda popüler olan bölümleri yüksek eğitimde tercih eden gençler, mezun olduklarında bu bölümlerin cazibesini kaybettiğini gördüklerinde hayal kırıklığı yaşıyorlar. Değişmeyen  tek cazibeli meslek için tercih edilen Tıp Fakültesi mezunlarının gelecekte hayal kırılığı yaşamaları kaçınılmaz bir gerçek olarak görünüyor.

Bu durumların yaşanmaması için mutlaka ulusal düzeyde insan kaynakları planlaması yapılmalı ve buna göre eğitim planlaması yapılmalıdır. Aksi halde yeni emzunların iş bulma şartları her geçen yıl daha zor olacaktır.

İş bulmakta zorlanan gençler, tükenmişlik sendromu yaşıyorlar. Üniversiteden mezun olunca hemen iş bulma umudunu kaybeden bir genç, iş arayışında karşılaştığı, deneyim, referans, bir veya birkaç dil bilme gibi yetkinliklerin sorgulanması ile tükenmişliğe yöneliyor. İşe alımlarda karşılaştıkları haksızlıklar, ayrımcılıklar ve hak yendi duygusu bu tükenmişliği daha çok arttırıyor. Tükenmişlik hissini yaşamaya başlayan bir kişi ise duygusal çöküş, duyarsızlaşma ve azalmış başarma motivasyonu şeklinde yaşamaya başlıyor. Bunun ardından pes etmişlik ve iş bulmaya yönelik beklentilerini azalması ve çevre baskısı ile iyice kaybetmiş duygusuna sahip oluyor ve kendini bırakıyor. Tükenmişlik sendromu yaşamaya başlayan bir genç, ailevi sorunlar ve diğer ilişki güçlükleri, dolayısıyla yalnız kalma gibi manevi kayıplar, alkol-sigara ve diğer madde kullanım bozuklukları, fizyolojik ve psikolojik belirtilerle, depresyona kadar giden ciddi olumsuzluklar ile karşılaşabiliyor. Bu durumda karşılaştığım genç arkadaşlarımın bu durumlarına çok üzülmeme rağmen sadece konuşmaktan ve yazmaktan başka bir şey yapamadım.

Yıllarca işe almada ve iş bulmada insanlara yardım ederken, iş bulmanın ve işe girmenin zorluğunu bu kadar zor olduğunu yeni öğrendim. Kendi başına gelmeyince yada kendi yaşamayınca tam olarak bilemiyormuş!  Oğlumun mezun olduğu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümünden mezun olduktan sonra iş arayışı ve karşığını görünce durumun ne kadar vahim olduğunu gördüm. Bu konuda  daha önce yazdıklarımın ne kadar doğru ama o kadarda eksik olduğunu gördüm. Aldığı eğitimin iş bulmada yetersiz kalacağını düşündüğümden dolayı avantaj sağlar umuduyla kendi alanım ve kendi deneyimlerinden oluşan bir eğitim sürecinide evde yönetmemizde bir işe yaramadı.

Senin çevren var, sana göre ne var, senin oğluna iş bulmandan kolay ne var, söylem ve düşüncelerini boşa çıkarma başarısını gösterdim. Biz insan kaynakları çalışanlarının bazı zamanlarda hiç anlamadığı veya anlamak istemediği iş arayan ve bu konuda ısrarcı olan işsizlerin halini o kadar iyi anlar oldumki, bunu anlamak için yaşamak gerekmiş demeden geçemiyorum. İş bulmak yada oğluma iş verin demek için bir ne kadar iyi tanıdığım, samimi olduğum, güvendiğim ve umut ettiğim insanlara gitmenin, gittiğinde demenin zorluğunu iyi yaşadım, yaşıyorum, yaşayacağım.

Bu konuda hissettiklerimi ve yaşadıklarımı o kadar uzunca  ve derinden anlatır ve yazabilirim. İşverenler, işvermeye aracılık edenler, referans olanlar ve en önemlisi meslektaşlarım insan kaynakları yöneticileri, uzmanları ve çalışanları, bu durumu bir gün sizde yaşabilirsiniz.  Bu durumu anlamak için yaşamak gerekmediğini anlatmak için yazıyorum. Bir insan kaynakları uzmanı olarak yeni mezun oğluma iş bulmada benim kaldığımın çaresizsizliği, diğer mezunlar ile kıyaslayınca vay onların haline dedim. Benim hissettiklerim bunlar ise iş bulmakta zorlanan ve arayışta olan oğlum  ne hissediyordur?

Sonuçta kendi kendime dediğim, Takke düştü, kel göründü…

Ekrem Öztürk

 

Hayattaki en zor 4 durum


İnsan yaşamında bu dört durumun etkisini herkes bilir diye düşünüyorum. Bu durumları yaşamayan yoktur sanırım.
Karamsarlık,
Pişmanlık,
Çaresizlik, hiç bir insanın yaşamak istemediği hallerdir. Bunlara birde ertelemek ve amaçsızlık eklendimi insan yaşamının nasıl bir duruma geleceğini düşünmek bile istemeyiz.
O halde ne yapıyoruz?
Karamsarlık kavramını yok ediyoruz.
Mümkün olduğu kadar pişman olacağımız eylemlerden kaçınıyoruz.
Asla ertelemiyoruz. Şimdi zamanımı demiyoruz.
Amaçsız hayat insana uzak bir hayat diyor, amaç ve hedefler oluşturuyoruz.
Çaresizlik durumda başvuracağımız ve destek alacağımız dostlar oluşturuyoruz.
Hadi işiniz rast gelsin..
#ekremöztürk

Karakter varsa Kariyer vardır!


Karaktersiz kariyerin öneminin çok olmadığını biliyoruz. Bugünlerde çevremde yaşadığım canlı örnekler çoğalınca bu konuyu yazmaya devam ediyorum. Kariyeri amaç edinen ancak karakter yoksunu yâda eksiği insanları çevrenizde görebilirsiniz. Kariyer için her şeyi yapabilirim diyen birçok insan tanıdım.Bunlardan bir tanesi yıllar önce yanımda staj yapan genç bir öğrenciydi ve ‘’kariyer için her şeyi yaparım’’ dediğinde, kariyer yolculuğunun, karakter ile birlikte olması gerektiğini hatırlattım. Günümüzde kariyer yapmak, öğrencilik döneminde başlayan bir hayaller dizisi oluyor. Daha eğitimlerini tamamlamayan gençler, kariyer adına birçok etkinliğe katılıp, bu konuda kitaplar okuyup, kariyerli zatlar ile tanışma çabasına giriyorlar.
Önemli olan bir konuda, lise döneminde başlayan kariyer günlerinin yapılması ve bugünlere şık giyimli, gösterişli arabalı, iyi mevkide bulanan insanlar davet ediliyor. Lise öğrencisine direk hedef olarak kariyerden ziyade kariyerli insanların konumları sunuluyor. Kariyer yapmak lise öğrencisi için kariyer gününe davet ettikleri kişilerin gösterişli olarak sundukları hayat hikâyelerimi yoksa öğrencinin yetkinliğine ve ilgisine uygun bir bölüm tercih etmesi mi bilemedim.
Kariyer nedir yada nasıl planlanır sorunun cevabını sanırım gerçek manada verilmesi mümkün değil. Yada kariyer sürecine nereden başlanmalı? Lisede kariyer günleri ile gelecekte çok iyi imkanlar sunacak bölümlerin tercih edilmesi, Üniversitede iyi bir şirketten burs alınması, iyi bir kuruluşta işe başlama veya çalışırken iyi bir pozisyona yükselecek fırsatları yakalamak..Bunların hepsi ise kariyer planlaması nereden başlamalıdır?Sonuçta kariyer derdinde olan her birey bir türlü kendisi, çevresi veya çalıştığı kuruluş vasıtasıyla kariyer sürecinde yer alıyor. Kariyeri olmazsa olmaz görenler kariyer için birçok şeyi mubah görüyor ve hızla yükseliyor.
Kariyerli insan olmaktan ziyade karakterli insan olma düşüncesinde olanlar ise daha farklı davranırlar. Bilirler ki, kariyer bir gün bitecek ve bu yolda sadece kariyer odaklı olanların kaybettikleri değerler aranacak.
Karakter yerine kariyeri önemseyenler, kariyerin gücünü ve gösterişini çok önemserler. Kariyer insanları çok güçlü gösterir ve itibar gördüklerini sandırır. Gerçekte ise tanınıncaya kadar kariyer tanındıktan sonra karakterle saygınlık görünür. Aslında iyi bir karaktere sahip olan insanlar bulundukları çevrede kariyer fırsatını her zaman yakalayabilirler. Yada bu tür insanlara o kariyer fırsatları birilerince sunulur. Karakter kariyerin mayasıdır ve sağlam karakter iyi bir kariyeri şüphesiz getirecektir.

ETRAFINIZA BİR BAKIN!


“Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez? “
“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.” Bertrand Russell

Cahil olup, cesaretli olanlara hepimizin şaşırdığı olmuştur. Cahil cesareti var deriz. Cahil ama buralara nasıl gelmiş yada nasıl başarmış diye şaşırdığımız kişiler ile ilgili güzel bir sendromu paylaşmak istedim. Cahil yâda cahillik ile ilgili birkaç cümlede ben katmak isterim. Cahil insan düşünmeyen insandır, bilmek istemeyen bilse de düşünmeyen, düşünse de en fazla bakkal hesabına düşünendir diye de tarif ederiz. Böyle olunca da bırakın yüzeyin altına bakmayı çok yönlü düşünmek cahil insan için her yönden yumruk yemek gibi ağır gelir. Sonucunda ise işte ellerinde o mutlak doğrunun olduğunu diğer doğruların yanlış olduğunu ve bu mutlak doğrular için harekete geçilmesini düşünürler. Hayat genelde bunlarla doludur bunlar tek düzenlikleri ile sürekli savaşır ve bu hayatı sürekli savaşanlar kazanır. Sonuçta cahillerin kazandığı bir ortamda ezilen bilenler topluluğu oluruz. Bilen, deneyimli olan birde mütevazi olanlar vardır ki; sadece takdir edilmeyi veya hak ettiklerinin verilmesini beklerler. Ancak ne takdir edilirler ne de hak ettikleri verilir. Cahilin cesareti, bilenin mütevaziliğini yener. Bunun örneğini gören veya bunu kendi yaşayan birçok okurumuz olacaktır.

“Cesaret akıldan gelirse cesarettir, bilgisizlikten gelirse cehalettir” sözünün doğruluğunu tartışmak yanlış diye düşünürüm.

Televizyon izlerken birilerine bakıp da “Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş” diye düşündüğünüz oldu mu hiç?

Ya da çevrenizde veya işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı?

Onlara bakıp “Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?” diye iç geçirdiniz mi?

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD’li bu hissi çok yaşamış olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:

“Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.”

Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:

1- Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

2- Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.

3- Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.

4- Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Bitmedi…!

Cornell Üniversitesi’ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik “nasıl geçti?” sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi…

Soruların yüzde 10′una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların “testin yüzde 60′ına doğru yanıt verdiklerini” düşündükleri; hatta “iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları” ortaya çıktı.

Soruların yüzde 90′ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70′ ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.

Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu’nun metni yazıldı:

“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!

Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur.

‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür.

Sonuçta, “kifayetsiz muhterisler” her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü’ davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler…

Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler…

Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar…”

Ne olur fazla mütevazi olmayın!

“Siz de çevrenize şöyle bir bakın” diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçmiştir.

Ve birkaç güzel söz;
Cahillerin önünde güzel sözleri sayıp dökme, o vecizelerin emrettiği şeyleri yap. Epiktetos

Size hiçbir şey öğretmediğimi söylüyorsunuz, bir cahil olduğumu belirttiğimi hatırlayın. Voltaire

En koyu cehalet, hakkında hiçbir şey bilmediğin bir şeyi reddetmektir. J.Brown

Günahtan kaçınmayan bilgin, meşale tutan bir kördür: Doğru yolu gösterir, kendisi görmez. SADİ

*Kifayetsiz muhteris: yetenek ve yaratıcılıktan nasibini almamış, dolayısıyla kuru kuruya hırsla, yoluna çıkanları çiğneye çiğneye basamakları çıkmaya çalışan ama bir yerlerde tökezleyip kalan kişidir.

Soichiro Honda ‘nın başarı öyküsü


Bir çok ülke gibi Japonya da 1930 büyük krizine kötü yakalandı. Soichiro Honda, 1938 yılında piston segmanı geliştirmeyi planlayan küçük atölyesini kurduğunda hala bir öğrenciydi.

Asıl planı, bu fikri Toyoto’ya pazarlamaktı. Bunun için gecesini gündüzüne katarak çalıştı. Bazan atölyede sabahladı. Ürününü geliştirip, tüm bu uğraşa değecek bir başarı elde edeceğine inanıyordu. O arada evlendi ve eşinin takılarını da işyerine sermaye olarak kullandı.
Sonunda piston segmanını tamamladı. Artık elinde Toyota’ya sunabilecek bir ürün örneği vardı ama, onların beklediği standartlara sahip değildi. Bunun üzerine Soichiro okula geri döndü ve mühendislerin projesiyle alay etmelerini sineye çekti.
Pes etmeyi asla düşünmedi. Tam tersine, hatalarına odaklandı ve hedefine doğru yürüyüşünü sürdürdü. İki yıl süren çaba ve yeniden projelendirmelerden sonra Toyota ile bir anlaşmasını yaptı.
Bu arada Japon hükümeti savaşa hazırlanıyordu. Elindeki kontratla Toyota’ya ürün sağlamak için Soichiro Honda yeni bir fabrika inşa etmeliydi ama, elinde yeterli malzeme yoktu. Yine de vazgeçmedi. Yeni bir beton hazırlama sistemi geliştirdi ve fabrikayı tamamladı.
Fabrika üretime hazırdı ama, iki kez bombalandı ve elindeki tüm çelikler kullanılmaz hala geldi. Artık yolun sonuna gelmiş gibi görünen Honda, yine pes etmedi!
Bu kez Amerikan ordusu tarafından terkedilen artık benzin bidonlarını toplamaya başladı. “Truman’ın Hediyesi” olarak adlandırdığı bu malzemeyi hammadde olarak kullanan yeni bir üretim süreci oluşturdu. Bu kez de bir deprem fabrikasını yerle bir etti.
Savaştan sonra yaşanan benzin kıtlığı insanları yürümeye veya bisiklet kullanmaya zorladı. Honda, küçük bir motor geliştirdi ve bunu kendi bisikletine monte etti. Onu gören komşuları da aynı şeyi istediler ama elinde yeterli malzeme yoktu.
Soichiro Honda vazgeçmek yerine, 18 bin bisiklet sahibine mektup gönderdi ve Japonya’yı yeniden ayağa kaldırmak için kendisine yardımcı olmalarını istedi. Bunlardan 5 bin kadarı olumlu yanıt verdi ve onu bisiklet motorları üretebilmesi için desteklediler. İlk denemeler pek başarılı olmasa da, sonunda istediği motoru üretti. Japonya’da elde ettiği başarıdan sonra Honda, ürettiği bisiklet motorlarını Amerika ve Avrupa’ya ihraç etmeye başladı.
Öykü burada da bitmedi. 1970’lerde yaşanan yakıt sıkıntısı Amerikan otomotiv sektörünü küçük arabalar üretmeye zorladı. Honda bu eğilimi çabuk farketti. Bu kez küçük araba motorları tasarlamaya yöneldi ve daha önce hiç kimsenin görmediği kadar küçük arabalar üretmeye başladı. Böylece yeni bir başarı dalgasını yakalamış oldu.
Bugün Honda Firması Amerika ve Japonya’da 100 binden fazla insan çalıştırıyor ve dünyanın en büyük otomobil üreticileri arasında yer alıyor. Bu başarının temelinde kararlılık, başarıya inanarak ve sürekli düzeltmeler yaparak çalışmak yatıyor.
Soichiro Honda, başarısızlığı asla bir olasılık olarak dikkate almadı.

(Bu yazı Gamet Gelişim Bülteni Sayı-3‘te yayınlanmıştır.)

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

 

“Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil!”


Dünya hayatında en değerli şeylerden birisi, insanların gönüllerini kazanmaktır. Daralan, sıkıntı içinde olan bir insanın imdadına yetişmekten daha güzel ne olabilir ki?!..
Dertlilere derman, çaresizlere çare olmak ne büyük bir iştir! Maalesef bugün, ‘gönül kazanma’ işini biraz aksatıyoruz. Dünya işlerine o kadar dalmışız ki, büyüklerimizin üzerine titrediği gönlü kazanmak ve hoş tutmak bir yana, kolayca kırar hâle gelmişiz. Gönül almak çok zor; ama kırmak ise kolaydır ve gönlün tamiri oldukça güçtür. Gönül bir defa kırılmaya görsün, üzerinde çatlaklar oluşur, her ne kadar düzeltmeye çalışsak da. “Kopunca bir teli bağlansa da düğümlü kalır,
Dokunma gönlüme şart-ı mahabbet öyle değil.” Muhyiddin Raif
Gönül almak, inancımızın bir gereğidir. Gelip geçici olan dünya hayatında, faniyi baki kılmanın yolu iyi ve güzel işler yapmaktan geçiyor. Atalarımız bu hususu gayet iyi anlamış; insan gibi yaşamanın, hak ve hakikatin yolunun gönülden geçtiğini görmüş, bu heyecanı tâ içlerinde yaşamış, nerede bir kırık gönül varsa tamire koşmuş, Allah’a (cc) ve Peygamber’e (sas) saygısızlık olur korkusuyla, gönülleri kırmaktan, incitmekten sakınmıştır.
“Gönül Çalabın tahtı,
Çalap gönüle baktı.
İki cihan bedbahtı,
Kim gönül yıkar ise.”
Yunus Emre
Ecdadımızın bu davranışı bizler için önemli birer mirastır. Bizler bu mirasa sahip çıkmalıyız. Gönüllerimizde inkişaf ettirmemiz gereken sevgi hazinesini, herkese dağıtmalıyız.
“Hor görme derviş fakiri hor deyip kılma nazar,
Kalbinin köşesinde rahmet-i Rahman gezer.”
Lâedrî
“Dest-i Kudretle yapılmış sun’-ı Mevlâdır gönül,
Secdegâh-ı Kibriyâdır yıkma kalbin kimsenin.”
Lâedrî
“Bir bahçeye giremezsen,
Durup seyran eyleme.
Bir gönlü yapamazsan,
Yıkıp viran eyleme.”
Yunus Emre
“Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil!” düsturuyla, birbirimize karşı saygı ve sevgi göstermeyi bilmeli; en şerefli ve en güzel şekilde yaratılışımızın gereği olarak gönlümüzdeki cevherleri sergilemeliyiz.

Dostluk üzerine…


Bir insanın yaşı ilerledikçe hayat katılaşıyor. İlişkiler, dostluklar, iş hayatı, her şey ama her şey katılaşıyor. Ani karar vermekten vazgeçiyor. Her ne kadar “can çıkar, huy çıkmaz” deseler de insanın huyu da değişiyor.

Geçmişe dönüp baktığımızda, gençliğimdeki ben ile şimdiki ben arasında dramatik bir fark olduğunu belki yeni yeni fark ediyorum. Bir zamanlar yolun yarısını çoktan geçmiş olduğumun bilincine nüfus kağıdımı sık elime almasam da, yaş konusu gündeme gelince varmaya başladım. Son birkaç yıldır ise maalesef bu gerçeği her gün ama her gün hatırlıyorum. Yaş kırkı geçiyor diye artık hayıflanmaya ciddi ciddi başladım. Hatta Tayfun Talipoğlunun, “Şimdi kırkı devirdik, sevince genç sevilmeyince en yaşlısıyım dünyanın, yorgun yüreğim, artık tek bildiğim var; gönül yaşlanmıyor, her daim hazır sevdalanmaya” yazısını sık okumaya başladım da diyebilirim. Hani bizim Adnan Yılmazın çok kullandığı “Abdalın kendi geçse de, gönü geçmez” sözünü de kullanmıyorum desem yalan olur. 

Gençken sevmek çok daha kolaydı, dost olmak, güvenmek, hatta iş değiştirmek… Yaşamak daha basitti, daha az sorumluluk, karar almak çabuk, fikir değiştirmek serbest. Kaybedecek vakit boldu, bir yerlere gitmeye, bir şeyler yapmaya çalışmadan bir hayat süreceğine inanmakta kolaydı.

Yaş ilerledikçe deneyim, tabir ağır olacak ama kazık yemeler ve birazda hayal kırıklılığı serpiştirilmişse, başka bir değişle sütten ağız yanmışsa, hayat eskisi kadar basit görünmüyor insana. Yeni dostlar eklenmez oluyor, birtakım arkadaşlıklar zaman içinde yok oluyor, ilişkiler karmaşıklaşıyor. Birbirini tanımanın en keyifli dönemleri bir tedirginlikle gölgeleniyor ve eskinin tatlıları şimdilerde çok da tat vermiyor.

Hayat sürprizlerle dolu, istisnalardan oluşuyor ve bunların istisna olduğunu anlayabilmenin olgunluğuna sahipseniz değeri de o oranda büyük oluyor. 40 yaşından sonra hayatınıza yeni bir dost katabildiyseniz, 20 yaşınızın saflığı ve açık gönüllüğü ile çıkar ve riyadan uzak bir ilişki kurabildiyseniz inanın bana siz de bir istisnasınız.

Bu zamanda paylaşmak, güvenmek, sevmek ve dostluk herkes için bambaşka anlamlar taşıyor. Siz de bu sözcüklerde sizinle aynı anlamı gören birine rastlarsanız eğer ona sıkı sıkı sarılın, inanın bana yolun yarısından sonra kurulan dostlukların tadı bir başka oluyor. Genç iken kurduğunuz dostlukların kaçı şimdilerde yaşıyor? Kaç dostunuzla görüşüyor, hal hatır soruyorsunuz? Ya yolun yarısından sonra kurulan dostluklar? Eee zaten yolun yarısı dedik ya…. Ömür bitene kadar sürecek dostlukları bu yaşlarda yakalayabilirsiniz. Birde düşünün Allah ömür verdi ve yaşınız sürekli ilerliyor, çoluk çocuk kuş misali birer birer evden uçup gitti. Yanınızda kim olacak. Elbetteki dostlar…

SON GÜN OLMASI ŞART MI?


Profesör derse şöyle başlamış:
– Düşünün ki; bugün dünyanın son günü.Yarın bu saatte her şey bitecek.
Kurtuluş şansınız yok.
Bugün ne yapardınız ?
Ögrenciler tek tek yazmaya başlamışlar..
– İbadet eder, ALLAH’tan günahlarımı affetmesini dilerdim.
– Tüm sevdiklerimle vedalaşırdım.
– Ailemle vakit geçirirdim.
– Anneme ve ya babama giderdim.
– Arkadaşlarımla yarım saat eski günlerdeki gibi basket oynardım.
– Barbekü partisi yapardım.
– Tüm sevdiğim yemekleri yerdim.
– Yatar uyurdum.
– Ormanda son defa dolaşırdım.
– Güneşin doğuşunu ve batışını son defa seyrederdim.
– Akşam yıldızları seyrederdim.
– En sevdiğim yemeği hazırlar, tüm sevdiklerimi akşam yemeğe davet ederdim.
– Piknik yapardim.
– Hayatta en çok gitmek istediğim yere gider, orada ölümü beklerdim.
– Üzdüklerimi arar, özür dilerdim.
Hoca bütün hepsini tahtaya yazmış.
Sonra gülerek sınıfa dönmüş ve demiş ki:
– Bunları yapmak için dünyanın son günü olması şart mı ?.

DÜNYA STANDARTLARINDA İŞVEREN MARKASI YARATMAK AMACIYLA, TÜRK FİRMALAR İÇİN FIRSATLAR


NOT: Değerli meslekdaşım Merdiye Eker, yakın zamanda “işveren markası”  konulu uluslararası çapta bir çalışma gerçekleştirdi. Önemli gördüğüm bu çalışmayı sayfamda siz değerli takipcilerim ile paylaşmak ve Merdiye Eker hanım bu vesile ile kutlamak istedim. Başarılarının devamını diliyorum.
Geçtiğimiz üç yıl, evrensel işveren markalaşması endüstrisinde dev adımların atıldığı bir periyod oldu. Araştırma çalışmaları ve sayısız konferanslar neticesinde tüm dünyada kabul gören World Employer Branding Day 2016, 36 ülkeden 250 liderin katılımıyla Prag’da yapıldı.

Bayiiler, günümüzde danışmanlık içeren çoklu sektörlere geçtiler. İnsan Kaynakları teknoloji ve geleneksel marka acentaları bunu gelişme stratejilerinde kilit bölüm yaptılar. Çok sayıda işletme uygulamasına benzer olarak, işveren markası ekonomik büyümeyle aynı çizgide hareket etmektedir. İnsani yatırım, teknoloji ve destek sistemleri ve işlemler gelişmiş bir ekonomiden yararlanmaktadır.

En iyi uygulama içeren uluslararası makalede, Brett Minchington işveren marka stratejinizi, 2016/2017 için yeni bir seviye olan beş odak bölgesi olarak sınıflandırdı; ödül kazanan Türk blogger ve işveren markası uzmanı Merdiye Eker ise Türk şirketleri için fırsatları açıkladı.

  • Kapsamı, hedefi ve koşulları tanımla

İşveren markası konusunda genellikle açıkça bir yönlenme olmadan, acele harekete geçme eğilimi vardır. Çoğu proje genellikle böyle başlar. Bu arada biliniz ki en az dirençli yol, uzun vadede daha çok maliyetle sonuçlanabilir. Ferrero, Adidas Grup, Volvo Cars ve Lego gibi firmalar yatırımlarda getiriyi dikkate alan koşulları yerleştirerek ve strateji kapsamını açıkça belirleyerek, bu alanda geçtiğimiz birkaç yılda önemli gelişmeler sağladılar ve kuvvetli bir işveren markası nasıl değer yaratır, ispatladılar.

 Çoğu şirketler, işveren markasını zaten gelişmiş olan insan kaynakları veya pazarlama fonksiyonuna eklenmiş bir rol olarak görürken; bazı şirketler strateji kurup özel işveren marka fonksiyonlarını geliştirdiler bile…

İşveren markalaşma yolculuğunuza başlamadan önce strateji kapsamınızda açık olun.

Göz önüne alınacak sorular:

-Odak noktamız global mi, ulusal mı, yoksa bölgesel mi olacak?

-Taktiksel bir işveren markası projesi mi, yoksa bütünsel bir işveren markası stratejisi mi göz önüne alıyoruz?

-İşveren markası, İletişim, İnsan Kaynakları ve müşteri pazarlamasında stratejimize nasıl uyum sağlar?

-Hangi yatırım kaynaklarına sahibiz?

-İşveren markasında liderliğimiz nasıl angaje edilir?

-Başarıyı nasıl ölçeriz?

Sonraki adımda kuruluşun zamanlanmasına ve hedeflerin belirlenmesine ihtiyaç vardır. Şirketler tarafından, koşullarını, hedeflerini belirlemeden ne kadar çok yatırım yapıldığı hep şaşırtıcıdır. Employer Branding International’ da işveren markası küresel eğilim araştırması, şirketlerin % 17 sinin markalaşma girişimlerinin etkileri ile strateji kararı vermek için çok erken olduğunu söylediklerini tespit etti.

Türk şirketleri için fırsatlar:

Coca-Cola, Garanti, KPMG ve THY gibi firmalar Türkiye’de markalaşma projelerini çoktan başlattılar. Diğer şirketler ise; para durumu, masrafların tutulması ve işe alımda pozitif etkili olup, bu durumu ve zamanı koruyacak uzun dönem stratejilerini kendi geniş kapsamlı girişimleri ile entegre ederek bu akıma dahil olabilirler.

Employer Branding International’ ın araştırmasında, insan kaynaklarının yaptığı çalışmaların, işveren marka stratejilerine % 65 oranında ışık tuttuğu belirtilmiştir. Türk şirketleri istihdam döngüsü karşısında işveren markasına daha bütünsel bir yaklaşım göstermeliler. Aktifleşme girişimleri ve konsept geliştirme ile işveren marka stratejilerine destek veren yasal fonksiyonlar, IT, iletişim ve pazarlama konusunda liderleri işe almalılar.

EBI araştırma sonuçlarına göre; Türk şirketlerin %40’ı henüz işveren markası stratejisi geliştirmedi ama hala üzerine çalışmaktadır. Açık tanım isteyen yerel liderler için bir sonraki adım olarak; yatırım için iş durumu oluşturulmalı, yararları hakkında CEO ve üst yönetime hedefler ve ölçümler anlatılmalı.

Çalışanlardan doğru bilgileri ve geri bildirimleri elde etmeli. Çünkü bunlar, çalışanların deneyimi ve günü gününe edinilmiş gerçek tecrübelerdir. Organizasyonel büyümeyi destekleyen daha iyi bir kültür koruyan pratikler, halk politikaları ve sistemleri adapte etmeye hazır olunmalı, cazip olması istenmeli ve net olunmalıdır.

  • İşveren markasında eğitim liderlerine önem ver

İşveren markası için stratejik bir yaklaşım benimsemeye çalışılıyorsa, bu görevin çok hassas olduğu bilinmelidir. Stratejideki iş ile ilgili liderler işe alınmazsa, üst düzey liderler tarafından küçük bir yatırım alan ve az ilgi çeken münferit bir proje olunmakla kalınır.

On yıl önce, şirket markalaşması üzerine, şirketleri başarılı kılacak konular ve nasıl yapılacağı hakkında çok az mevcut bilgi vardı. Şuanda ise internette ve kayıtlarda, kitaplarda, işveren markasının önemi ve değeri üzerine liderleri eğitmede yardımcı olacak pek çok bilgi var. Geçen 10 yıl için liderler işveren markasında ezici çoğunlukta kavram ve teoriye maruz kaldılar. Liderler sadece son beş yılda başarılı bir marka lideri olmak için istenen yetkinlikleri geliştirmeye başladılar. Çoğu diğer görevler gibi işveren markasında da liderlik yeteneği zor bulunur. Tanıtım rolünü kapsayan (çoğu ilk sefer için) hazırlık zamanı, eğer bu rol stratejik bir odak noktasına sahipse uzun zaman almaktadır. 2016/2017 de daha fazla lider sadece USA, UK ve Avrupa gibi ülkelerin ekonomilerinde değil bu yetkinlikleri alabilecekleri eğitimleri araştıracaklardır.

Türk Şirketleri için Seçenekler

 Linkedin araştırmasında; yetenek kazanımı liderleri işveren markasında yerini alacak rakiplerinden korktukları ve işveren marka bilinci yoksunluğu, en önemli üç şeyden biri olarak göz önüne alındığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Türk şirketleri için yatırım, işveren marka stratejisi temelleri ve lider eğitiminde başlamalıdır ve onlara destekleyici bir ortamda deneme yatırımına ve test etmelerine izin vermelidir.

Halkın ilgi alanında olan  IKEA, GOOGLE, H&M, DELL; SHELL ve benzerleri gibi firmalarda olan işveren markası konusunda çok fazla sayıda bilgi ve yazından istifade ederek kar sağlanmalı.

İşveren markası liderlik yetkinliklerini oluşturan Employer Branding College gibi firmalar tarafından kontrol edilen online onay belgesi kurslarını paylaşarak kazanç elde edilmeli.

Linkedin’de EBI, Employer Branding Global Community Group gibi işveren markası ağlarına bağlanmalı ve sizi bilgilendirecek yola götüren endüstri profesyonelleri ile bağlantıya geçilmeli.

Tüm dünyadaki şirketlerdeki stratejik yönetim uygulaması gibi işveren markasının büyümesi, gelecekte, başarılı bir şirket markası yönetimi için gereken yetkinlikleri geliştirecek yeni bir liderler topluluğu ile Türkiye’de yeni oluşturulan işveren markası uzmanlığı görevi için fırsatlara olanak sağlanmalıdır.

  • Tecrübeye odaklan

2015 de Lisa G. Morris başlıklı yazıda” İşveren markalaşmasında tecrübe her şeydir.”Tüm dünyadan düşüncemizi bilen 40 liderden de görüş aldık.

İşveren markası başarısı için ayrıştırıcı özellik, geleneksel olarak müşteri deneyimi üzerinde odaklanmalarıdır. Buna rağmen organizasyonlar, müşteriler ve karlılık arasındaki ilişkide çalışanın rolünü anlamak, kaçırılıyor.

Müşteri tecrübesi ve organizasyonların merkezinde olan çalışanlar, bu tecrübelere yön veren yetenekte ve müşteri ihtiyaçlarına bağımlı iseler, marka tecrübesine yönelik entegre olmuş bir yöntem benimsemelidirler.(Bak şekil 1)

Tecrübe, çalışan katılımı ve tatmininden önce gelir. Şirketler çalışanlarıyla, eleman iş hacmi, güvensizlik, katılımsızlık gibi bir takım gecikmeli göstergeler konularındaki temel etkilerle ilgili günü gününe etkileşim içinde olurlar.

Hizmet döngüsü kapsamında deneyimin önemsenmesi, eksiklerin giderilmesi kapsamındaki gelişme stratejisinin ve eleman deneyiminin, işveren marka stratejisi ile aynı çizgide olduğu verisi 2017 için değerlendirmeli.

İşveren markası, yalnız başına işe alım fonksiyonundan çok daha büyüktür. Etkili uygulandığında, geçen 5-10 yıl içinde İşveren Markasındaki yatırımlarının kazançlarını gördüğümüz P&G, L’Oreal, Philipps gibi firmalara benzer şekilde dönüşümlü sonuçlar alınabilir. Bu firmalarda strateji uygulayan çoğu lider büyüme için gerekli olan marifetin devamı ve cazip olması için İşveren Markası’ na önemi hakkında üst liderlere hatırı sayılır bir eğitim sürecine yatırım yaptılar.

Şekil 1: Minchington & Morris Brand Experience Model™

Minchington &Morris Experience Model

Minchington &Morris Experience Model

 

Türk Şirketleri için fırsatlar

Görev süreleri boyunca elemanların tecrübelerinin kişiselleştirilmeleri üzerinde odaklanarak, teknik ve ticari işler gibi konularda çok rağbet gören yetenek havuzlarının arz eksiğinden doğan zorluklar bertaraf edilmeli.

Bir elemanın yolculuğunun kişiselleştirilmesi, yıpranma oranlarında azalmaya yol açacaktır. Söylemek yapmaktan daha kolay olduğundan dolayı, liderler, bu süreçte gelişime yardım edecek unsurlar konusunda onlarla işbirliğine gidip teknoloji tedarikçileriyle görüşmeli.

Çalışan değer önerisi tekrar değerlendirilmeli; böylece ödüller, tazminat gibi geleneksel kazançlara nazaran 2017 de rağbet gören destekleyici liderler ve ilginç iş kavramı, kariyer ve şahsi gelişim, keyifli iş yeri, arkadaşlık, esneklik gibi daha fazla soyut kazançlarla aynı çizgide kalınmalı. Bunlar önem taşırken, araştırmanın gösterdiğine göre çalışanlar, maddi olmayan kazançlar kuvvetliyse şirketlere kuvvetle muhtemel bağlanacaklardır.

Çalışanlar ve adayların sıralama ölçütü ile ilgili olan işveren markası girişimleri garantiye alınmalı. Sektöre ait hedef kitle belirlenmelidir.

1990 ve 2000 arası doğan kuşağın hizmet deneyiminde ne aradıkları anlaşılmalı ve problem çözme, takım çalışması, yeni mezunları koruma gibi istihdam edilebilir yeteneklerin eğitimi temin edilmelidir. Böylece kariyerlerinin büyümelerine destek olan doğru becerileri kazanılması sağlanmalıdır. Bu beceriler yeni mezunlarda genellikle yetersizdir böylece şirketlerde bu becerileri geliştirecek proaktif bir yaklaşım benimsenmelidir.

  • İşveren Markası konulu bir pazarlama programı uygula

 Bugünlerde içerik her yerde. Bu arada bu gerçeğe çok erken uyum sağlayanlar şirketler çalışmalarıyla büyük işler yapıp, piyasaya kolayca yayın yapmaktadırlar.  Bu tek yönlü ve hedef kitleyle bağlantısı olmayan bir iletişimdir. Çift yönlü iletişimin yer aldığı ve karşılıklı etkileşimin olduğu gelişmiş bir ortama ihtiyaç vardır.

Şirketler, bünyelerindeki çalışmaya benzer, sergilenen ve onların Çalışan Değer Önermesi ile aynı çizgide giden uzun dönemli bir yaklaşımı benimsemiş olan bir EB(employer branding) pazarlama programını uygulamış ve geliştirmiş olan Dell, Sturbucks ve Stander gibi firmaların yolunu takip etmelilerdir.            (Bak Şekil 2) Sadece bir mini seri yaratmak içi değil; ilginç, güncel ve konuya uygun içeriği muhafaza ederek uzun sürmesini istediğin bir TV şovu senaryosu yazma fikri dikkate alınmalıdır.

Türk Şirketleri için Fırsatlar

Türk şirketlerinin, sadece işe aldıkları zamandaki taktiksel yaklaşımın tersi olarak süregelen İşveren Markası pazarlama programlarına yaklaşımlarında proaktif olmaya ihtiyaçları vardır. Tek tük yapılan girişimler akılda kalan bir iş olmayacaktır. Özellikle ciddi beceriler için rekabet edildiği zaman ve atıl iş arayanı cezbetmeyi isteyerek başarmaya uğraşanlar İşveren Markası bölümü kuramayacaktır.

Firmada çalışanların işini sevdiğini gösteren personel bloglarıyla piyasaya girilebilir. Hikayeyi anlatmaya yardım edecek video ve resimler kullanılabilir. Etkili pazarlama içeriği, merak uyandıran ve gelişen bir hikayedir; 2000’ lerin başında popüler olan ve bir defaya mahsus bir reklam kampanyası değildir.

Araştırmalara göre; Türkiye’de sosyal medya kullanımının hızlanması Avrupa ile karşılaştırıldığında çok yüksektir. Türkiye’deki 1990-2000 arası doğumlular bilgi tüketicisi ve üreticisi oldukları gibi yoğun sosyal medya kullanıcıları olarak da addedilirler. Dışardaki hedef kitle ile iletişim kurabilmeyi sağlayan pazarlama stratejisini aktif hale getirecek genç çalışanların bulunduğu Türk firmaları bu çalışmaları motive etmelidir.

Şekil 2: Content marketing framework at Santander

Content Marketing Framework

 

  • Gelecek Nesil Elemanların İhtiyaçlarını Anla

Dünya Ekonomik Forumu beyin takımına göre Türkiye işçi piyasası, yeterlikte 144 ülke arasında 131. sırada yer almaktadır. Gelecek çalışan jenerasyonun, 1990-2000 arası doğanların bunu değiştirmek için bir şansları vardır.  Bu jenerasyonda muazzam sayıda eleman işe girmektedir ve gelecek yıllarda çalışma dünyasını şekillendireceklerdir. Ortalama yaş 30 olan Türkiye gibi bir ülkede nüfusun hemen hemen %25 ini 1990-2000 arası doğanlar teşkil etmektedir.

Türkiye’nin genç nüfusu, iş gücünün büyümesi için de çok önemli bir katkıdır. 24.7 milyon insan iş gücünde aktiftir ve Türkiye Avrupa ülkeleri içinde dördüncü en büyük iş gücüne sahip olan ülkedir.  Halen Türkiye’de 1.2 milyonun üstünde üniversite öğrencisi vardır. Türkiye’de her yıl üçte biri mesleki, teknik ve profesyonel liselerden olmak üzere 730.000 öğrenci mezun olmaktadır. Her akademik yıl sonunda Türkiye’deki 116 üniversiteden yaklaşık 400.000 kişi mezun olmakta ve iyi eğitimli, motive olmuş 24.7 milyondan fazla yeteneğin bulunduğu havuza ilave olarak işçi pazarına bağlanmaktadır.

Uluslararası Programlar Merkezi U.S.Census Bureau’nın araştırmasına göre Türkiye, 2025 yılında Avrupa ve Kıbrıs, İrlanda, Litvanya, Rusya, İngiltere, Hırvatistan Norveç, Fransa, Danimarka, Hollanda, Macaristan; İsveç, Yunanistan, Almanya, İsviçre, İspanya ve İtalya gibi çevre ülkelere göre en yüksen genç nüfusa sahip olacaktır. Bu yüzden, Türkiye’deki 1990-2000 arası doğan topluluğun bu çokluğu,  olgunlaşmış iş güçlerinin ikmali için, diğer ülkelere Türkiye’yi istenilir bir hedef kılmaktadır. Bu durum, Türk firmaları için endişe uyandırmalıdır.

Deloitt çalışmasında, coğrafya veya cinsiyetin alakasız olduğunu bulmuştur, halen çalışan millenials’ın (1990-2000 arası doğan nesil) sadece %28’i şuan sundukları becerilerin tam kapasite olduğunu hissetmektedir. Bu oran gelişmiş piyasada %23 ama Türkiye’de %15 e düşmektedir. İyi haber şu ki Millenials’ın çoğunluğu güncel organizasyonda kariyer tutkularıyla tam olarak buluşmalarına izin veren deneyim ve becerilere sahipler veya elde edebileceklerdir.

Deloitte, çok büyük sayıda millenials’ın, üretim ve kar maksadıyla, insanların dikkatini çekerek işletmenin ödeme süresinin reset edilmesine inandıklarını belirtmiştir. Millenials’ların %75’i, şirketlerin kurum gelişimine yeterli odaklanmadığına, kendi gündemlerine çok sabitlendiklerine inanmaktadırlar.

Şahsi ve profesyonel gelişim seçeneklerini kapsayan ve millenials çalışanlarını ve adayları kapsayan yetenek yönetimi stratejileri ve tipik işveren markası gelişimi ile, şirketlerin önemini, bu istatistik ortaya koymaktadır.

Türk Şirketleri için Fırsatlar

Teknoloji kullanan millenials’lar açıkça belli olmaktadırlar.  Millenials’ın karakteristik tariflerinden biri dijital dünya ile olan yakınlıklarıdır. Onlar geniş bantlar, akıllı telefonlar, bilgiye yönelik anlık ve standart oluşumlu sosyal medya ile büyüdüler. Bu, işle ilgili bir anahtarı, çok sayıda kıdemli çalışandan daha iyi ve sıkıca kavrayarak iş yerine giren birinci jenerasyondur.

Şirketinizde çalışmayı ne kadar sevdiklerini tebliğ etmelerini ve sosyal medya becerilerini ve teknolojilerini iyi kullanarak neşretmelerini ve şirketinizin elçileri olmaları için millenials’lar eğitilmelidir. Aksi takdirde onların sosyal medya yönelimlerini engellerseniz negatif tarzda iletişimle karşılaşmanız kaçınılmazdır.

Kurumunuzun büyümesine yardım edecek becerileri öğrenmelerini, tutku, istek ve enerjilerini kanalize edecek bir dahili koç olmalıdır. Bu, size daha genç çalışan neslin, daha tecrübeli ve daha yaşlı olanlarla irtibatını da sağlayacaktır.

Eğer İşveren Markası uygulamasında büyüme yaklaşımı, geçen 5  yıldaki gibi, dünya geneli ile aynı oranda devam ederse Türk şirketlerinin 2016/2017 stratejilerinde yatırım tutarlılığı olarak görülecek ve bu daha kaliteli istihdam, daha az yıpranma, daha çok bağlılık cazip adayların dikkatini çekmek gibi en iyi konuma gelmeyi sağlayacaktır.

Harekete geçmek için asla geç değildir!.

http://merdiyeeker.com.tr/2016/08/31/dunya-standartlarinda-isveren-markasi-yaratmak-amaciyla-turk-firmalar-icin-firsatlar/

http://merdiyeeker.com.tr/category/isveren-markasi-yonetimi/

Yazarlar Hakkında

 

Brett MİNCHİNGTON

Brett Minchington

EBInternational Başkanı/ CEO, Uluslararası Stratejist, Kurumsal Danışman, 30 ülkede 50 den fazla şehirde liderleri eğiten, Global ve Online EB Liderlik Sertifika Eğitmeni (www.brettminchington.com)

&

Merdiye EKER

Merdiye EKER

Özel sektörde 14 yıllık tecrübesiyle İnsan Kaynakları ve İşveren Markası Uzmanı. Ödül sahibi blogger, hizmet döngüsüne karşın, tutarlı bir çalışan deneyimini içine alan ekiplerde, entegre kültüre odaklanarak işveren markalarını geliştirecek liderlere talimatlar ve öngörüler sağlar. Merdiye, firmaların, gelişimlerinde, insan odaklı markaya dikkat ederlerse Türkiye’de cazip ve kalıcı stratejiler elde edeceklerine inanıyor.

MERDİYE EKER KİMDİR?

Merhaba, ben Merdiye, 2015 PERYÖN Blogger Finalisti… Kurumsal firmaların, önce insan odaklı çalışmalarla oluşturacakları işveren markasıyla, aslında kuruma nasıl katkı sağlayarak, rakiplerine nasıl fark atacaklarının farkındalığını göstermek için projeler üretiyorum. Üniversitede okurken başladığım insan kaynakları departmanındaki iş hayatıma yeni boyutlar katıp genişleterek katkıda bulunuyorum. Şuanda insan kaynaklarının tam anlamıyla bir level ötesi olan işveren markasının uygulamasının geliştirilmesi üzerine çalışmaları yapıyorum.. İnsan odaklı olarak, kurum kültürünü harmanlayan projeler yapıyorum, çünkü insanlar kendilerini özgün, güvende, başarılı hissedecekleri firmalara karşı aidiyet duygusunu geliştirir. Bende insanları bu özelliklerinden yakalamaya çalışıyorum. . Maksadım: Çalışanlara kuruma aidiyet hissi ve daha verimli projeler geliştirme gücü; çalışma arkadaşlarına motivasyon ve takım bilinci, entegre çalışma kültürü; işverene; diğer firmaların bir şekilde ulaşacağı bilgiyle değil insan odaklı çalışma şekliyle marka olup fark yaratma bilinci aşılamak. . .

Silkinin ve ayağa kalkın.


Başarısızlık, düştüğünüz yerde kalmaktır. …
Silkinerek; ayağa kalkıp, o tecrübe ile tekrar eylemlere devam edebiliyorsanız her bir eylem, başarıya giden yoldaki basamaklarınızdan bir tanesi olabilir.
Yaşamınızı neşe ve mutluluk içinde geçirmenin bir yolunu bulun…
Zihninizden olumsuz düşünceleri çıkarın, bunların yerine olumlu düşünceleri koyun, yani bakış açınızı değiştirin.
Düş bahçenizi ayrık otlarından temizlediğinizde güneş, sizin dünyanıza daha parlak doğacaktır.
Siz, hayatı olduğu gibi kabullendiğinizde sevgiyi hayatınıza çekecek, daha mutlu olmaya başlayacaksınız.
Çevrenizde sahip olduğunuz şeylere şükrettikçe bolluğu, karşınızdaki insanların olası hatalarını affettikçe sağlığı hayatınıza mıknatıs gibi çekecek, kendi gücünüzün farkına vardıkça da, üretme gücünüz artacaktır.
Tüm bunları hayatınızın her alanında uygulamaya başladığınız ve alışkanlık haline getirdiğinizde, artık o olumsuz düşünceler, zihninizde tutunacak yer bulamayacak ve hayatınızı kendi ellerinizle inşa ederek istediğiniz biçimde yaşamaya başlayacaksınız. Ve bu da sizi olmanız gereken ana hedefe kavuşturarak, yani o müthiş potansiyelinizi ortaya çıkarmaya başlayacaktır.
Hayatınızdaki her şey bu ana amaca hizmet eder. 

Özgüven Geliştirmek İçin 10 Öneri


Mutlak başarı için güçlü bir özgüvene sahip olmak şart. Özgüven konusunda git-geller yaşamak gerçek bir özgüvene sahip olunmadığının göstergesidir. Peki özgüven problemini aşmak için neler yapılabilir?
Özgüveninizi arttıracak 10 öneri: Başarana kadar numara yapın!Genelde insanların kendine güveni her zaman aynı seviyede olmaz. Bir gün kendinizi çok iyi ve güvenli hissederken ertesi gün tam tersini yaşayabilirsiniz. Kendinizi becerikli ve zeki bulmuyorsanız başarısızlık da kaçınılmazdır. Şayet zeki ve becerikli olduğunuzu düşündüğünüz zamanlarda, zihniniz de buna odaklanır ve başarıya kendiliğinden erişir.Kendine güven, başka bir takım kişisel beceriler gibi emek verilerek, üzerinde çalışılarak geliştirilebilir. Gün gün, adım adım hedeflerinize ulaşabilirsiniz. Bu bir anlamda, hissedene kadar numara yapmak şeklinde açıklanabilir. Fakat göreceksiniz, ilk zamanlarda liste halinde uygulayacağınız bu maddeler, zamanla içinizden gelmeye başlayacaktır.
1.İnsanları anlamaya çalışın. Birilerini yargılamak, onun hakkındaki olumsuz düşünceleri dile getirmek, her zaman onları anlamaktan daha kolaydır. Öyleyse kolaya kaçmayın, onların davranışlarını ve tepkilerini anlamaya gayret edin. Mutlaka haklı bir sebepleri olduklarını keşfedeceksiniz.
2. Üzerinize oturan giysiler giyin. Çok bilinen bir söz vardır: “Kıyafetlerimiz kişiliğimizi yansıtır.” Ama burada belirtmek istediğimiz, üzerinize oturacak kıyafetler giymeniz. Çünkü hatlarınızı belli eden giysiler, kişinin kendine ve vücuduna olan güvenini arttırır. Nasıl bir kiloda olduğunuzun bir önemi yok, aşırı bol ve salaş kıyafetler zaten sizi olduğunuzdan daha geniş ve iri gösterecektir.
3. Gülmekten vazgeçmeyin. Şu meşhur mutluluk hormonu endorfine hepimizin çok ihtiyacı olduğuna göre, size kahkaha attıracak kişiler, film, dizi veya videolardan faydalanın. Unutmayın, gülmek vücudun gerginliğini büyük ölçüde alabilen ender faktörlerden biri.
4. Sessizliği dinleyin. Günümüz karmaşasında artık, sessizlik kavramını unutmuş vaziyetteyiz. Oysaki, kendimizi anlamak ve onunla baş başa sessizce vakit geçirmek ruh ve beden sağlığı için çok önemli. Her gün mutlaka, sadece siz ve düşüncelerinizle kalabileceğiniz sessiz ortamları yaratmaya özen gösterin.
5. Bütçe yapın. İster çok zengin, ister orta halli olun fark etmez, bütçe yapmak sizlere kontrollü ve güvenli bir yaşam sağlar.
6. Dedikodudan uzak durun, yapmayın. Bilin ki yaptığınız her dedikodunun size geri dönüşü olacaktır. Dedikodu yaptığınız insanlar, siz arkanızı döndüğünüzde de sizinle ilgili konuşmaya başlayacaklardır.
7. Sözleriniz ve yaptıklarınız birbiriyle uyumlu olsun. Evet, bu birtakım şartlardan ötürü her zaman mümkün olmayabilir fakat yine de işe önce küçük olan dileklerinizden başlayın. Yavaş yavaş bunları başardıktan sonra seviyeyi arttırıp, kendinize  daha büyük hedefler koyarak, onları da  gerçekleştirebilirsiniz. Burada önemli olan gerçekten neye karşı istekli ve tutku dolu olduğunuzdur, bunları bulduğunuz andan itibaren, ne olursa olsun gerçekleşeceklerine olan inancınızı koruyun.
8. Bedeninizle barışık olun. Fit biri olmanıza gerek yok, yeter ki aynaya baktığınızda gördüğünüz yansımadan memnuniyet duyabilmeyi becerin. Çünkü herkesin, mutlaka güzel ve çekici bir fiziksel özelliği var. Bu kısımlarınıza odaklanın ve güven tazeleyin.
9. Öğrenin. Sizden her zaman daha iyi bilenler ve akıllılar olduğuna göre, hiçbir zaman soru sormaktan ve öğrenmekten vazgeçmeyin. Çünkü ne kadar çok öğrenirseniz, kendinizi o kadar çok seversiniz.
10. Eğlenceli olun, heyecanınızı kaybetmeyin. Tıpkı aşkta olduğu gibi, heyecan insanı mutluluk olgusunun en tepesinde tutmaya yarayan baş aktörlerden biri. Ne olursa olsun, yaşamınızda heyecan hissedebileceğiniz şeyler bulun.Son olarak, bu maddelerin hepsini harfiyen uygulamanıza elbette gerek yok. İçlerinden yapabileceklerinize inandıklarınızla başlamak bile yeterli olacaktır.

Haziran Ayının Aktif İK Blogger Listesi


İnsan kaynakları alanında aktif olan bloglar düzenli olarak, Mühendisin İK’sı, Ceren Bandırma hanım tarafından derleniyor ve İnsan Kaynaklarına ilgi duyanlara sunuluyor.
Benim blogumunda (https://ekremozturk.com/) yer aldığı HAZİRAN-2016 blog listesini hazırlayıp, sunan Ceren Bandırmaya teşekkür ediyorum.
‪#‎ekremozturk‬
https://cerenbandirma.wordpress.com/…/haziran-ayinin-aktif…/

1Ahmet Eryılmazhttp://www.ahmeteryilmaz.com.tr/

2Anıl Güçlühttp://ikmania.blogspot.com.tr/

3Artemiz Gülerhttp://artemizguler.wordpress.com/

4Aydan Çağ Aydınhttp://www.aydancag.com

5Aykut Günerhttp://www.yonetimdeinsan.com/

6Ayşe Kirmanhttp://yetisik.com/

7Ayşe Nazmiye Uçahttp://ayseuca.com/blog

8Banu İçli Önerhttp://insankaynagilabirenti.blogspot.com.tr/

9Begüm Molhttps://bgmmol.wordpress.com

10Burak Akalınhttp://burakakalin.com/

11Burcu Ertemlihttp://www.turuncuik.blogspot.com.tr/

12Burcu Özçelikhttps://burcuozcelik.wordpress.com

13Burçin Şoray Erdağhttp://www.ikhaberleri.com  

14Can Büyükalkanhttp://canbuyukalkan.com

15Cengiz Çatalkayahttp://www.yetenekvekariyer.com/

16Ceyda Anılhttp://www.ceydaanil.com/

17Ceyhan Kocakayahttps://ckocakaya2015.wordpress.com/

18Coco de Medinahttp://hrkronikleri.blogspot.com/

19Çiğdem Özdemir Evrenhttp://www.cigdemozdemirevren.net

20Dilay Çetintaşhttp://konumuzkariyer.com  

21Eda Alkanhttp://eedaalkan.wix.com/aklimfikrimik#!home/mainPage

22Ekrem Öztürkhttps://ekremozturk.com/ 

23Emre İnanç Karakaşhttp://www.emreinanckarakas.wordpress.com

24Ezgi Fedahttp://www.ezgifeda.com/

25Faik Yıldızhttp://personelci.blogspot.com.tr/

26Funda İnkayahttp://www.fundainkaya.com/

27Füsun Özülkehttp://fusunozulke.com/category/insan-kaynaklari/

28Gizem Özenhttps://gizemozen.wordpress.com/

29Gökhan Yılmazhttp://www.gkhanyilmaz.wordpress.com

30Gökhan Kocabıyıkhttp://gokhankocabiyik.blogspot.com.tr

31Gülin Sarıhttp://gulinsarica.wix.com/ikblogger

32Gülsün Müftügilhttp://www.ikburada.com

33Gündüz Güldamlasıhttp://www.cevizakademi.com/

34Hakan Madenhttp://hakanmaden.net/

35Hamdi Özçelikelhttp://www.ikdinozoru.com/

36Hasan Baltalarhttp://www.hasanbaltalar.com/

37Hatice Buluthttp://haticebulut.com

38Havva Kahramanhttps://havvaninikgunlugu.wordpress.com/

39İpek Alver Özpehlivanhttp://yetenekyonetimi.blogspot.com.tr/

40İsmail Çemrekhttp://insiyatif.net/

41İsmet Barutçugilhttp://ismetbarutcugil.wordpress.com/

42Kübra Gülserenhttp://kubragulseren.blogspot.com.tr/

43Melis Varan Tiftikcihttps://ikdablog.wordpress.com/

44Merdiye Ekerhttp://www.merdiyeeker.com.tr/

45Merve Karaalioğluhttp://hroad.wordpress.com/ 

46Meryem Adakhttp://meryemadak.com/

47Metin Akkayahttp://www.isveyonetim.com/

48Mesut Yükselhttp://telepat–ik.blogspot.com.tr/

49Murat Sümerhttp://www.iksgk.com 

50Murat Yıldızhttp://www.dokuzbes.com/

51Mücahit Dalkıranhttps://kariyerimik.wordpress.com/

52Müge Arslanhttp://insankaynaklarigunlugu.com/

53Mürşide Demirkolhttp://www.mursidedemirkol.com/

54Nazlı Kılan Ermuthttp://nazliermut.com/

55Nazmi Boşça http://nazmibosca.com  

56Nedim İlerihttp://nedimileri.blogspot.com.tr/

57Nurdan Akalın Terazihttp://www.ikbahcesi.com/

58Patrona Mektuplarhttp://www.patronamektuplar.com/

59Savaş Şakarhttp://www.savassakar.com/

60Saygı Günençhttp://www.saygigunenc.com

61Seda Küçükhttp://sedolinka.com/

62Selin Yetimoğluhttp://selinyetimoglu.com/

63Serdar Baranhttp://serdarbaran.com/

64Serdar Devrimhttp://serdardevrim.com.tr/

65Serpil Türkmenhttps://serpilturkmen.wordpress.com/

66Tuğba Alkanhttps://iktugbaalkan.wordpress.com

67Tuğçe Güçnar Kengilhttp://tugcegucnarkengil.com/

68Uğur Kartalhttp://cokbilenadam.net/cba/

69Volkan Aşkunhttp://www.volkanaskun.com/

 

İlber Ortaylı Hoca’dan bir anı…


Son günlerde sık konuşan ve söylemleri sosyal medyada sık paylaşılan, İlber Ortaylı hocadan yaşanmış bir anıyı hatırladım. Bu hatırlama üzerine değerli hocanın yapmış olduğu bir konuşmada, son yıllarda açılan Üniversiteler üzerine söylemiş olduğu sözler üzerine yoğunlaştı. Hoca Anadolu’da her ile açılan Üniversiteler üzerine öyle bir söz söyledi ki; insanlar ayağa kalktı.
Hoca “her kentte Üniversite kurmak ahlaksızlık” derken bu kadar tepki geleceğini düşünmedi mi? Hocaya en büyük tepkiyi ise zamanın başbakanı verdi. Hocada bu tepkinin karşısında asil davrandı ve “Başbakan’la tartışmaya girmem ayıp olur diyerek susmayı tercih etti.
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Anadolu tarihini hatta dünya tarihini çok iyi bilen bir akademisyendir. Osmanlı tarihi ile ilgili çok sayıda eseri yayınlanmıştır. Hoca bu kadar iyi tarihçi olunca değişik yerlerde konuşmalara davet edilmesi normaldir. Hocanın renkli kişiliği de farklı yerlere davet edilmesini sağlıyor. Çok önemli bir insan kaynakları kongresinde bile hocayı konuşmacı olarak görmek mümkündür. Osmanlıda insan kaynakları yönetimini elbette en iyi hoca bilir.
Hoca bu hükümet döneminde müdürlük görevine de getirildi. Osmanlı tarihinin bir başka deyişle dev bir imparatorluğun mirası olan bu kutsal saraya müdür yapıldı. Aslında bir tarihçi olan İlber Hocanın yöneticilikte çok hevesi olduğunu sanmıyorum. Hocayı onura etmek için böyle önemli bir sarayın müdürlüğü verildi denilebilir.
İlber hocanın her ile açılan Üniversiteler ile ilgili söylediği ve büyük tepki alan sözleri, hoca ile bu konuya benzer yaşamış olduğum bir olayı hatırlattı. Daha önce çalıştığım bir şirkette ayın konuğu adı diye adlandırdığımız bir program dahilinde şirkete misafirler davet ediyor, onların bilgi ve deneyimlerini şirket çalışanları ile paylaşmalarını sağlıyorduk. Bu program kapsamında İlber hocanında davet edilmesi programa eklenince hocayı Kırşehir’e getirmek işi benim üstlendiğim bir görev oldu.
Zorda olsa hocaya bir türlü ulaşıp, Kırşehir’e gelmesini sağladım. Hoca Kırşehir’e ilk kez geldiği için ilgide yoğun oldu. Hocayı karşılayıp, söyleşinin yapılacağı saate kadar misafir edeceğimiz salona götürdüm. Salonun camından görünen alanda bulunan binaları hocaya gösterirken, tam karşımızda bulunan Fen-Edebiyat Fakültesini ve doğal olarak tarih bölümünü zevkle anlatmaya başladım. Hocada tarihçi olunca, burada tarih bölümü olmasından hoşlanacağını umarken öyle bir tepki aldım ki; susmak zorunda kaldım. Hocam burada tarih bölümü var dediğimde “geçin bunları, her yerde tarih bölümü açtılar, bunlardan bir şey olmaz” demesi üzerine hiçbir şey diyemedim.
İlber hoca konuk olurda Üniversite öğrencileri davet edilmezmiydi? Bilhassa tarih bölümü öğrencileri…
Öylede oldu ve öğrenciler hocaya büyük bir ilgi göstererek konferansa salonunu doldurdular. Hoca konuşmasını bitirip sorulara geçtiğinde şaşırmaya başladı. Bunlardan bir şey olmaz dediği tarih bölümü öğrencilerinin soruları ve yorumları karşısında hoca yanıldığını söylemek zorunda kalıyordu. Hocayı yanıltan bu öğrenciler bizleri gururlandırıyordu. Kırşehir’deki Üniversite öğrencileri “Anadolu’daki her Üniversite ve öğrencisi değerlidir” diyerek hocaya çok önemli bir mesaj verdiler.
Bugün hocanın her ile açılan üniversiteler ile ilgili yaptığı çıkış ve söylediği sözler üzerine 2004 yılında yaşadığım bu hatırayı paylaşmak istedim. İlber hocanın Anadolu’da açılan üniversitelere bakışı hep olumsuzdu ve bunu ilk kez bu kadar sesli söyledi.

İlber-Ortaylı.

Gelen ağam, giden paşam


Yaşanan olaylardan insanlar ders çıkarmayı bilmelidir. Gelen ağam, giden paşam dememeli, gideni yok saymamalı, vefasızlık yapmamalıdır.
Zaman hızlı ve o kadar değişken ki, yarın olur diye beklenen olmadığı gibi aleyhinize hiç umulmadık şekilde bir başka hal almaktadır. Gelen gidip, giden gelebilmektedir.
Yaşanmış bir hikayeyi hatırlayınca paylaşmak istedim.
Petlas’a, bir zaman Lassa’dan üretim müdürü gelmişti. Petlas o zaman kamuda ve ağır bir işletme yapısı var. Özel sektörden gelen müdürün çalışma sistemi mevcut çalışana ağır gelince müdür sevilmeyen adam oldu.
Bir kaç yıl sonra bu müdür ayrıldı ve ardından konuşan, konuşana…
Zamanın da yağ çeken, eğilen, yanlış karar ve davranışlarına bile rıza gösteren, evine dahi yemeğe davet eden ve en büyük övgüleri yağdıranlar bir anda dönüş yaptılar ve müdürü en kötü insan olarak ilan ettiler.
Tabiki bu durumdan giden müdür bir türlü haberdar olmuş. Gel zaman git zaman sonra aynı müdür işletme grup müdürü olarak tekrar Petlas’a geri dönüş yaptı ve bu geri dönüşün ardından, aleyhinde en çok konuşan Hasan abimizi çağırır ve gerekli ayarı verir.
Bunun üstüne Hasan abimizin meşhur sözü geldi.
” BİR TEK ÖLENİN ARDINDAN KONUŞUN, YOKSA ADAM BİR TÜRLÜ BAŞINIZA GERİ GELİYOR VE HESABI AĞIR SORUYOR”
#ekremozturk

 

13173015_10207281232886337_8947542845644401186_o

Bugün benim doğum günümdü


Mevsimlerin en güzeli olan ilkbaharın en güzel aylarından Nisan ayının, 23 sabahında bugün benim doğum günüm diye başladığın günde “bugün benim doğum günümdü” diyerek kapıyorum.  Bir gün daha geçti ve bir günler, bir yıl oluyor ve bir yaş daha yaşlanıp, bir ömrü tamamlıyoruz.
Doğum günümü kutlayan yüzlerce güzel insanı görünce bu teşekkür yazısını yazmadan geçemedim. Kutlama yapan tüm arkadaşlarıma, ‘’hep birlikte güzel günler diliyorum. Zira yalnız gidilen yollar ve yıllar anlamsızdır. Birlikte sıhhat ve huzur içinde gidilen yollar ve yıllar dileği ile…” diyerek cevap verdim.
Bu mesajıma bir arkadaşım “merak etmeyin, herkes yalnızdır aslında, yalnız gelir yalnız gideriz, yeter ki kalabalıkta yalnız olmayın…” diyerek cevap verirken, onunda haklı olduğunu düşündüm.
Mesele gerçek dostu, arkadaşı bulmak ve sevdiğimizi gerçekten sevgi ile sevmek dedim.
Bir an dinlediğimin şarkının etkisinde kalıp yaşıma, başıma bakmadan “penceresiz kaldım Anne” diye haykırmak istediğim zamanları düşündüm. Yaşımın neresinde olursam olayım, darda kaldığımda çocukluğumda sığındığım ve ilk medet umduğum çağrış aklıma geldi ve Anneemm diyesim geldi!
Geçen yılları düşünürken sevdiklerimiz, sevenlerimiz, sevip bildiremediklerimiz hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Ve en çok unutamadığım daha 57 sinde kaybettiğim sevgili babam yüreğimi sızlattı.
Volkan Konak – Ben Onu Sevdim Ya O Bana diye söylerken, Tahir ile Zührenin hikâyesini hatırladım ve “sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil sözüne bir kez daha hak verdim.
Doğum günümü her türlü iletişim araçları ile kutlayan yüzlerce yüzü, gönlü ve düşüncesi güzel insana, nasıl teşekkür edeceğimi düşünürken birazda iç dünyamı paylaşmak istedim.
Bunca özel ve güzel insanın kutlaması dışında “ah olsaydı, yada oda arasaydı, bir sesini duysaydım, yaşasa da görseydim” diyeceğim insanlarımı da hatırladım.
Bu yaşlılık günümde, geçen yıllarımın muhasebesini yapmıyorum. Yaşadığım sürede yapmış olduğum yanlışlarımı ve doğrularımı zamanında değerlendirmeye çalıştım. Bazen ders aldım, bazen boş ver diyerek geçiştirdim.
Yanlış yaptım ama asla yanlış adam olmadım diye kendimle gurur duyduğum zamanlarım oldu.
Olumsuzluklar karşısında pes etmedim.
Gün, ay yâda yıl bitse ne olur, yarınlarda var dedim.
En zor durumlarda ‘’Allah var, gayle yok’’ diyerek,  kendimi en emişn olana havale ettim.
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, olduğunuz yer, gittiniz yol ve seçtiğiniz insan düzgün olsun… ” sözüne uygun olarak düzgün insanlar ile muhatap olmaya çalıştım. Bu insanlara sahip çıktım, vefalı oldum ve yanlarında oldum. Asla adam satmadım, satana meyil vermedim.
Bu yaşıma kadar dik durmaya, haksızlık karşısında susmamaya çalıştım. Eğilmedim ve hiç kimsenin karşımda eğilmesine izin vermedim. Öğrenmenin yaşı veya sınırı yok dedim. Sürekli öğrenerek kendimi geliştirmeye çalıştım. Çalıştığım her kuruma fark katmayı ve yaptıklarım ile fark yaratmayı amaçladım ve başardığıma inanıyorum.
Şiir’de,  “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’ derken, ‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.
Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!
İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz.  Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Geçen yıllarımda bana sevinç ve mutluluk yaşatan ailem, dostlarım ve tanıdıklarıma sonsuz teşekkürler ediyorum. Bu sürede beni üzen, mutsuz eden, haksızlığını gördüğüm herkese ise hakkımı helal ediyorum. Canımın yandığı zamanlarda, her ne kadar nefsime teslime olup incittiklerim olsa da, Hacı Bektaşi Velinin “incinsende incitme” düsturuna uymaya çaba gösterdim. Canımı acıtanın canını acıtmak istediğim zamanlarda hep aklıma Hazreti Mevlananın, “Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp ataeaksın” sözü geldi ve dur nefsim dedim. Bu vesile ile kimseye kırgınlığımı yeni yaşıma taşımadım ve yaşadığım yeni yaşlara, yeni yıllarada taşımayacağım. Herkes dostluğumdan ve sevgimden emin olsun. Kırılmıyorum, kızmıyorum, nefret etmiyorum ve tüm bu olumsuzluklar karşısında herkese “seni, sizi, sizleri  seviyorum” diyorum…
”Marifet nedir bilirmisin…? Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir…!”
Bende taşlara bakarken çiçek görmeye çalışıyorum.
Tekrar ve tekrar bu doğum günümde varlığını hissettiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum.
#ekremozturk

image

Bugün Doğum Günüm


Doğum Günüm (23 Nisan) ve doğum günümü (bugünden) kutlayan dostların hatırlattığı ve her doğum günümde beni düşündüren bir şiir vardır.

Ve ben şiiri paylaşmayı gelenek haline getirdim. Rahatlığın, keyfiyetin, varlığın ve saltanatın içinde hayat sürenlerin tersine yalnızlığın içerisinde kaldırımlara eşlik eden bir garipte  sonu yaşıyor.

Bu mana dolu şiir’de,  “ ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin’ derken,

‘’ ben gideyim yıllar dursun” demek istediğim zamanları düşündüm.

Yol gitsin, hayat sürsün ama yıllar dursun!

İnsanın nefsine ne hoş gelir. Ama yaşamın yada yaradılışın gerçeği yol giderken, yılda gidiyor ve bir ömür tükeniyor.
Hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz ve yaşadığımız ömrü sonunda tamamlıyoruz. Biten yollara ve geçen yıllara üzülüyoruz. Sona gelinen yol ve azalan yıl ile dünyaya veda etmeye yaklaşıyoruz.

Aslında mesele yolların bitmesi, yılların geçmesi değildir. Mesele gidilen yollarda, bitirilen yıllarda güzel hatıralar, güzel insanlar ve güzel eserler bırakmaktır.
Hepimizin yolları, yılları ve geride bıraktığı değerlerinin çok olmasını dilerim.
Yaşamanın amacı olsun, yaşamda güzellikler ve güzel insanlar olsun. Fenalıklar ve dünyalıklar bizden uzak dursun.
Bu düşüncelerim ile doğum günümü hatırlatan ve kutlayan, kutlayacak olan tüm dostlara teşekkür ediyorum.

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..
NECİP FAZIL KISAKÜREK

21

Ben “Hiç kimse olmak istiyorum.”


Hepimiz hep başka birileriyiz…
Sevdiğimiz, beğendiğimiz, örnek aldığımız, kıskandığımız, yerinde olmak istediğimiz birilerinin seslerini, sözlerini, bakışlarını ve tavırlarını alıyor,sanki bize aitmiş gibi kullanıyoruz…
Sabahları kalkıp elbise dolabımızın önünde durduğumuzda, giyeceğimiz elbiseye ve yanına gideceğimiz insanlara en çok uyacak maskeyi de seçiyoruz, elbiselerimizin yanında duran maskelerimizin arasından…
Hep daha fazlasını isterken, aslında giderek hep daha az alıyoruz…
Bütün ömrünü kariyer, güç ve para peşinde gece gündüz çalışarak geçiren insanların, günün birinde bütün kazandıklarını, elindekileri kazanırken yitirdikleri sağlıklarına harcadıklarını görüyoruz…
Bir ömrün sonunda evleri, arabaları ve para kasaları olan insanların, bütün bunları kazanırken kimbilir kaç gerçek aşkı yitirdiğini ve günün birinde yaşlanıp başlarını yaslayacakları bir sevgili omuzu aradıklarındaysa,soğuk ev duvarlarının, lüks araba koltuklarının ve çelik para kasalarının bir sevgilinin yerini tutmadığını, acı içinde fark ettiklerine şahit oluyoruz.
Siz isterseniz,”herkes” olmaya devam edin…
Ben “Hiç kimse olmak istiyorum.”
Sadece bana ait yanılgılarım, hatalarım, hüzünlerim, kahkahalarım, fotoğraflarım, kelimelerim, şarkılarım ve hiç benim olmayanlarım ile birlikte, bir hiçliğe doğru tek başıma karışıp gitmeyi düşünüyorum…”

indir

İnsana hasret yaşamak…


İnsan insanlar içinde insana hasret yaşar sözü, biz insanlar için acı ama gerçek bir durumu ifade ediyor.
Insanın insanların içinde insana ihtiyaç duyması, insanlığın ne hale geldiğini çok iyi gösteriyor. Insanların bir araya geldigi ortamların çoklaştığı ve kolaylaştığı bir ortamda, yapmacık iletişimler insanları tatmin etmiyor. Güven ve samimiyetin olmadığı, en ufak bir çıkar uğruna insanları feda eden bir yapıda insanın yeniden tarifi gerekiyor.
Her insan’a, insan denildiği halde insanlar içinde insan aranıyor deniliyorsa, aranan insanın tarifi ne oluyor?
Adam gibi adam benzetmesi bu aranan insan tarifini anlatıyor olabilir.
#ekremozturk

image

Hayatınız anlamlı olsun…


Belki uzun, belki kısa bir yoldasınız..
Her başarısızlık sizin için birer KAVŞAK……
Endişeleriniz bir VİRAJ
Arkadaşlarınız bazen GAZ PEDALI olur bazen de FREN..
Düşmanlarınız trafik ışıklarındaki KIRMIZI
Aileniz ise yolunuzdaki UYARI TABELALARI
İş hayatınız ise ENGEBELİ BİR ARAZİ..

Ama…
Deponuz PRENSİPLERİNİZ ile doluysa..
Motorunuz İRADENİZ kadar sağlamsa..
İnandığınız her şey SİGORTANIZ olmuşsa..
Ve her daim YARADANIN varlığını hissediyorsanız..

Dilediğiniz Yere Mutlaka Varacaksınız..!
#ekremozturk

image

Ebeler Haftası Kutlu Olsun


Ebelik insanlık tarihinden bugüne kadar gelen ve insanın yaşamda ilk nefesi almasın da vesile olan kutsal meslektir.
Bu meslekten olan başta sevgili eşim ve 26 ay görev yaptığım Kırşehir Kamu Hastaneleri Birliğinde görev yapan ebe hanımlar olmak üzere tüm ebe hanımların bu günlerini kutluyor, çalışmalarında kolaylıklar diliyorum.

#ekremozturk #insankaynaklari #ebe #ebelik #saglikbakanligi #hastane

ebeler-haftasi

Mevlana demiş ki:


Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. ..
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla…
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim…
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu.. .
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi…
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde…
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün…
Ve gerçeğin acı olduğunu…
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya …
Kalp durur …
Akıl unutur …
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur …
MEVLANA
#ekremozturk

İnsan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır


Gençlik bir hayat devresi değil bir akıl halidir.
Yıllar cildi buruşturabilir, ancak, heyecanların bitişiyle ruh buruşur.
İnsan kendine olan güveni kadar genç, kuşkusu kadar yaşlı,
Cesareti kadar genç, korkuları kadar yaşlı,umudu kadar genç, bezginliği kadar yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.
İnsan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.
Siz, bu yıl da genç kalın.
W. E. Gladstone ve S.Ullman’ın şiirlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
__ #ekremozturk
10987706_10204591090474458_2887018877047651444_n

Sağlık çalışanlarının “Tıp Bayramları” kutlu olsun


Böylesine acı bir günde bayram kelimesi bile çok ağır geliyor. Ancak bu günlerde dahi görevlerini yapmaktan kaçınmayan sağlık çalışanlarının bu günlerini unutmamak gerek.
İki yılı geçkin bir süre görev yapmış olduğum Kamu Hastaneleri sürecinde,  insanı yaşatmaya ve insanlara daha sağlıklı bir yaşam sunmayı ilke edinen, bu kutsal ve saygın mesleği büyük fedakarlıkla yerine getiren, en güç koşullarda bile sağlık hizmetinin  özveriyle sunmanın çabasını veren sağlık çalışanlarını yakından tanıdım ve çalışma koşullarını gördüm.  Bunlar içerisinde özel bir insan olan, Genel Sekreterliğimide yapan Op. Dr. Mehmet Öncel nezdinde, beraber çalıştığım sağlık çalışanı arkadaşlarımın ve tüm sağlık çalışanlarının,  14 Mart “Tıp Bayramın” larını kutluyor ve saygılar sunuyorum.

#ekremozturk

image

Niyet güzel olmalı


Kimi iyi niyet besler, güzel düşüncelere sahip olur. Kimi kötü niyet besler, kötü düşünceler taşır. Kötü niyetli insanların amaçları da kötüdür. Kötü olanlar iyileri, iyiliği, güzeli ve güzelliği hedef yaparlar. Okları vardır, iyi olana karşı kullanırlar. Kötü niyetli hesap yaparlar ama bilmezler ki, Allah’ında bir hesabı vardır. Hesapları tutmadığı gibi attıkları ok’ta hedefi tutmaz. Hz. Alinin dediği gibi “niyeti kötü olanın attığı ok, kendine döner.”  
Ekrem Öztürk

image

Hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmelisin…


Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu :
“Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun ? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı ? ”
Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi :
“Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.”
Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.
“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki ! ”
“Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.”
“Birinci özellik : Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.”
“İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.”
“Üçüncü özellik : Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.”
“Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.”
“Beşinci ve son özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.”

image

Hiç


Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:
“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam
boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam.
Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
“Hiçlik makamında!”
#ekremozturk

hak

 

Olmuyorsa, olmuyordur…


Bazen anlayamıyorum. Aslında bazen değil, çoğunlukla anlayamıyor8um.
Ne kadar okusam, eğitim alsam ve insanlarla iç içe yaşasam da sonuç değişmiyor.
Başka bir insan, başka bir dünya demek ve benim başka bir dünyayı keşfedecek kadar enerjim yok artık…
Bazen, birine sevgi verirsiniz. Emek verirsiniz. Zaman verirsiniz. Saygı gösterirsin, hürmetini eksik etmezsin, meselen yoktur, kendin gibi görürsün. Elinizden ne gelirse onu yaparsınız.
Bir karşılık beklediğinizden değil, hak ettiğini düşündüğünüzden yaparsınız bunları.
Karşılığı vardır belki de. Belki bir güler yüz, belki de sıcak bir gülümseme.
Bazen bir teşekkür, bazen de ta içinize işleyen bir bakıştır.
Ve bazen sadece derin bir suskunluktur beklediğiniz.
Beklediğiniz, bazen kırıcı olmayan bir sözdür.
Bazen, yaralamayan bir değerlendirmedir.
Bazen kimseye şikayet edilmemektir beklediğiniz, bazen de küçük düşürmeyen bir davranıştır. İnsanca bir beklentidir yani…
Çok zor değildir yapması…
Ama; her zaman hayat bize beklediklerimizi vermez.
Sadece ihtiyacımız olanı verir.
İhtiyacımız biraz hayat tecrübesiyse eğer, istemediğimiz kadar verir zaten…
Biz ne yaparsak yapalım, karşımızdaki için çok da anlamlı değildir.
Onun kafasında başka şeyler vardır.
Yaptığımız her şeyi kendi değer yargılarına göre algılar ve değerlendirir.
Bizler ne yaparsak yapalım, ancak kendimize göre iyidir yaptıklarımız.
Yıllar karşımızdakine farklı şeyler öğretmiştir çoğu kez.
Hayatın farklı yönlerini görür baktığı zaman. Yedirdiğiniz, giydirdiğiniz, gezdirdiğiniz ve anlattığınız şeyler, çoğu zaman boşa gider.
Çünkü, karşınızdaki kişi, bunları isteyerek değil, zorla yapar.
Bazen zorlamamak lazım. Olmayınca olmuyor. Siz her şeyin en iyisini de yapmak isteseniz, karşınızdaki anlamıyorsa, olmaz. En iyisi, sizin istediğiniz veya direttiğiniz bir hayat yerine, onun istediği hayatı vermektir. Bazen onun istediği hayat, onun hak ettiği hayattır.
İnsanlar; layık oldukları şekilde yaşarlar.
İnsanlara haketmedigi değeri verip baş tacı yaptığınızda o insanın kendini büyük yada ulaşılmaz sanıp, üstüne birde size ayak oyunu çekmeye kalkarsa, insan’a sen ne GARİP’sin demeden edemiyorum ve ne halin varsa GÖR diyorum..
#ekremozturkcom

image

Kamu Hastaneleri Kurumu, 663 KHK öncesine dönüşürmü?


Kamu Hastaneleri Kurumunun, 663 sayılı KHK öncesine dönüştürüleceğine yönelik haberleri sıkça okumaya başladık. Sağlık Bakanlığı personeli olmadan, diğer kurumlardan sözleşmeli olarak görev alan (İdari Hizmetler Başkanı) biri olarak bu durumu anlamaya çalışıyorum.

663 sayılı KHK öncesi bir hizmet alan bir birey olarak hastaneleri değerlendirebiliyorum. Kamu Hastaneleri Kurumun da kurucu yönetici olarak, kuruluş aşamasından süreçlerin oluştuğu bir dönem ve bugünkü durumu değerlendirdiğimde Kamu Hastaneleri Birlikleri ’nin sık değişen yöneticileri hariç, yönetsel süreçlerde gerçekten başarılı bir organizasyon olduğunu söylememek mümkün değildir.

Kamu Hastaneleri Birlikleri ile hastanelerde neler değişti?

  1. İnsan Kaynakları Yönetimi, genel sekreterlikler tarafından tek yerden yönetilmeye başlanması ile daha etkin olarak yönetilmeye başlandı. Birlik içerisinde tayin ve görevlendirmelerin kolay yapılması ile hastanelerin ihtiyaç duyduğu personel (özellikle kilit personel) ihtiyacı kısa sürede karşılanmaya başlandı ve bu hizmet sunumuna çok önemli bir katkı sağladı.
  2. Mali Kaynakların Yönetimin, genel sekreterlikler tarafından tek yerden yönetilmeye başlanması ile daha etkin olarak yönetilmeye başlandı. Satınalmaların tek yerden yapılması bu süreci etkin hale getirdi. Daha ucuz ve daha uygun mal ve hizmet alımını sağladı. Verimlilik Karne Değerlendirmesinde, Mali Kaynakların Yönetimine verilen önem bütçenin daha yerinde ve etkin kullanılmasını sağladı. Borçlanma yerine tasarruf eden, stokları etkin kullanan hastaneler oluştu.
  3. Verimlilik Karne Değerlendirmesi, Kamu Hastaneleri Birliklerinin ilk iki yılında, sözleşmeli yöneticileri bir yarış içerisinde olmalarını sağladı. Karne değerlendirme sonuçlarının sözleşmelerin yenilenmesine veya sona erdirilmesine çıktı sağladığı görülünce bu yarış azaldı. Ancak kamuda bu sistemde bir değerlendirmenin denenmiş olması bile Kamu Personeli Performans Değerlendirme Sisteminin oluşmasına bir örnek teşkil edecektir.
  4. Genel Sekreterliklerin özerk yapısı ile daha rahat ve hızlı karar almayı sağladı. Bununla birlikte farklı yönetim modelleri denenmeye ve uygulanmaya başlandı. Buda hizmet sunumunda farklılık getirdi. Kurumun teşvikleri ile kalite yönetim sistemleri, hastane otelcilik, iş güvenliği, çevre yönetimi, dijital hastane, çağrı merkezleri ile hasta memnuniyetlerinin ölçülmesi, evde sağlık hizmetleri gibi uygulamalar, Kamu Hastaneleri sürecine farklılık kattı.

Çalışanlara, hasta ve yakınlarına yönelik yapılan yeni uygulamaları da göz önüne aldığımızda bu kadar yapılan ve kısaca yazmaya çalıştığım değişim bile geriye dönüşe hayır demeye yeter diye düşünüyorum.

Dinlemek ve Anlamak


İnsanlar birbirini anlamıyor. Aslında dinlemiyor. İnsanların biribirini anlaması, dinlemekten geçiyor. Önyargılar, çok bilmişlikler ve önemsememek dinlemeye engel oluyor. Dinlemek aslında bir nezaket kuralıdır. Adabı muhaşeretin bir gereğidir. Dinlemek, karşıyı anlamak olduğu kadar karşının bizi her zamankinden daha fazla önemsemesini ve bize güvenmesini sağlar. Dinlemenin diğer faydası ise kişinin kendisine verdiği değeri artırmasıdır. Anlaşılır ve anlayan olmak için konuşmaya çalışmaktan çok dinlemeye odaklı olmalıyız.
Insan, insanı dinlemeli, anlamalı ve sonra değerlendirmelidir.
#ekremozturkcom

image

Samimi Sevgi ile


Herkesin seviyormuş gibi yaptığı, ancak sevginin ne olduğunu pek az kimsenin bildiği bir zamanda yaşıyoruz. Belki de bütün zamanlar böyleydi.

İmam Şafii’ye; 
“O kadar insanla dostluk kurdum ki, ellerim dolu sanıyordum. Başıma bir bela geldiğinde, kimseye acımayan zamandan şiddetliydi, dostlarımın ihaneti” dedirten hangi duygularsa,

Yüzyıllar önce yaşayan Hesiedos’a, 
“sevme beni sözlerle, şuurlu ol, hem de duy içinden. Seversen beni eğer, samimi olmalısın. Ya sev ta içten, ya tamamen bırak” dedirten de aynı duygulardı.

Sözün özü “gerçekten olmayan sevgi gösterişlerinde bulunmayalım. Samimi olmayan sevgi duyguları ile insanlara seni seviyorum demiyelim.
Samimi duygular ile sevdiğimiz ve seviyorum dememiz dilegi ile..
#ekremozturkcom

image

Takdirname


Dün karne günü olması nedeniyle sosyal medyada ebeveynlerin karne sevinçlerini izliyoruz. Haklı ve gerçekten guzel duyguların oluşturduğu bir sevinç!
Boy boy teşekkür, takdir, başarı, onur belgesi gibi belgeler paylaşılıyor.
Veliler, öğretmenler ve çocuklar…
Ellerinde bu süslü belgeler ile guzel karelerde, tebessüm eden yüzler, parlayan gözleri görüyoruz.
Hemen hemen tanıdığım herkesin çocuğu, kardeşi, yeğeni, torunu olan öğrencilerin hepsi bu güzel belgelerden aldılar. Okul veya sınıf farketmeksizin alınan bu belgeleri görünce, karne gününden bir gün önce karne zayıf gelecek diye intihar eden Kayserili çocuğu düşündüm. Bu kadar belge alan başarılı çocuklar içinde intihar edecek kadar başarısız çocuklar!
Bir dengesizlik olmalı?
Gerçekten bu kadar başarılı belgeleri hak edecek bilgi ve birikime sahip çocuklar varmı demeden gecemedim. Yada egitim sistemimiz, egitim alan çocukların bu kadar çoğunluğunu bu güzel belgeleri alacak kadar iyi egitiyormu diye sormak gerekir diye düşünüyorum.
Universite yerlerlestirme sınavında sıfır çekenlerin sayısına ve yeni neslin hal, davranış ve düşünce yapılarına bakınca bu belgeleri kolay veriyor gibi geliyor.
Bu kadar başarı belgesi alan başarılı neslin olduğu bir zamanda daha farklı bir ülke olmamız gerekmezmi?
Umarım ben yanılıyorudur diyerek belge alan tüm öğrencilerimizi, öğretmenlerimizi ve velilerimizi kutluyorum.
#ekremozturkcom

wp-1453539464040.png

Pazartesi Sendromu


Pazartesi gününe günaydın… Pazartesi sendorumu diye birşey yok aslında. Sevdiği bir iş ve huzurlu bir çalışma ortamına gidemeyen çalışanlar için haftanın ilk günü  vardır. Pazartesi bu insanlar için gercekten zordur.
Yine aynı iş yerine gidecegim, yine aynı ortam ve o insanları göreceğim diyen insanlara zordur, Pazartesi…
Sevdigi bir iş ve huzurlu bir çalışma ortamına sahip, planladığı işleri olan, özlediği çalışma arkadaşları olan çalışan insanlar için bir bekleyiştir, Pazartesi…
Tüm çalışanlar için güzel bir gün olsun..

image

İyi yıllar yazmak için temiz bir kağıt arıyorum.


Şairin dediği gibi biraz yorgunum. Aslında çok yorgunum.   Geçen yıllara bakıyorum, insanlara bakıyorum. Doğayı izliyorum. Herşey tarih gibi değişiyor.  İnsan kendini bozarken doğayı ihmal etmiyor ve katlediyor. Nerde o eski günler derken, nerde o eski kışlar demekle kalmıyor, nerde o eski insanlar diye hayıflanıyoruz. Geçen yıllardan bugüne insanda olan değişimi düşününce çok üzülüyorum. Yorgunluğum daha çok oluyor. Farkında olmayan insan çevresinde olan biteni göremiyor. Kışın ayazında sokakta yatan bir insanın, buz gibi soğukta denizde boğulan mülteci çocuk, yokluktan gözyaşı içinde ekmek kırıntısını yediren babanın farkında olmayan insan! Adil olan, sözü özü bir olan insanı özlüyorum. Sevgisi, nefretini yok edecek yüreğe, diger insanı kardeşi görecek hoşgörüye sahip insanı özlüyorum. İyi ve guzel insanlar için tüm bu olumsuzluklara inat ve  tüm kirliliklerin içinde sadece iyi yıllar yazmak için temiz bir kağıt arıyorum.  #ekremozturkcom

image

Yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür


  1. ”Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın: yaş, kilo, boy.
    Doktorunuz düşünsün onları. Bunun için ücret alıyor sizden.
  2. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun.
    Suratsızlar, negatifler sizi aşağı çeker.
  3. Öğrenmeyi sürdürün: Bilgisayar, el sanatları, bahçecilik, ne olursa.
    Beyniniz âtıl kalmasın. Âtıl kafa, iblisin tezgâhıdır.   İblisin adı da, alzheimer’dır.
  4. Küçük şeylerden zevk almaya bakın.
  5. Sık sık, uzun uzun, vargücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün.
  6. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.
  7. Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi, aile, kedi, köpek, kuş, balık,
    yadigârlar, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa.
    Eviniz sığınağınızdır. Tadını çıkartın.
  8. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse üstüne titreyin.
    Bozuksa düzeltin.
    Siz kendinizi düzeltemiyorsanız yardım sağlayın.
  9. Vicdan azabından uzak durun.
    Çarşı pazarda gezin, komşu illerde dış ülkelerde dolaşın ama sakın suçluluk, pişmanlık duygusuna yönelmeyin.

  10. Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin, hissettirin her fırsatta.”

”Ve hiç unutmayın ki yaşam, aldığımız soluklarla değil,  soluk kesen  anlarla ölçülür”

George Carlin.

image

Vardır, Ötesi


İnsan şaşar, beşer ya… Doğar, yaşar ve ölür. Hatalar, dogrular, günahlar, sevaplar…. İyilikler ve kötülükler… Bazen çizgi doğru gider, şaşmaz. Bazen zikzaklar çizer, bazense hiç yolunu bulmaz.. Ve ecel ile bir hesap yoluna yürür.. Yaptıklarının bir bedeli vardır, iyiliğe iyilik, kötülüğe kötülük… Aslında herşeyin bir ötesi vardır. Bazen bakar görür ötesini bazen gider görür. Ama mutlaka görür. Mesele ötesinin güzel görünmesi, güzel olmasıdır. Varsa değil, VARDIR ÖTESİ… #ekremozturkcom

image

Olmayınca, Olmuyor…


Bazen anlayamıyorum. Aslında bazen değil, çoğunlukla anlayamıyorum.
Ne kadar okusam, eğitim alsam ve insanlarla iç içe yaşasam da sonuç değişmiyor.
Başka bir insan, başka bir dünya demek ve benim başka bir dünyayı keşfedecek kadar enerjim yok artık…
Bazen, birine sevgi verirsiniz. Emek verirsiniz. Zaman verirsiniz. Elinizden ne gelirse onu verirsiniz.
Merak edersiniz. Korursunuz. Uykusuz geceler geçirirsiniz onun için. Hayatınızı değiştirirsiniz.
Bir karşılık beklediğinizden değil, hak ettiğini düşündüğünüzden yaparsınız bunları.
Karşılığı vardır belki de. Belki bir güler yüz, belki de sıcak bir gülümseme.
Bazen bir teşekkür, bazen de ta içinize işleyen bir bakıştır.
Ve bazen sadece derin bir suskunluktur beklediğiniz.
Beklediğiniz, bazen kırıcı olmayan bir sözdür.
Bazen, yaralamayan bir değerlendirmedir.
Bazen kimseye şikayet edilmemektir beklediğiniz, bazen de küçük düşürmeyen bir davranıştır. İnsanca bir beklentidir yani…
Çok zor değidir yapması…
Ama; her zaman olduğu gibi, hayat bize beklediklerimizi vermez.
Sadece ihtiyacımız olanı verir.
İhtiyacımız biraz hayat tecrübesiyse eğer, istemediğimiz kadar verir zaten…
Biz ne yaparsak yapalım, karşımızdaki için çok da anlamlı değildir.
Onun kafasında başka şeyler vardır.
Yaptığımız her şeyi kendi değer yargılarına göre algılar ve değerlendirir.
Bizler ne yaparsak yapalım, ancak kendimize göre iyidir yaptıklarımız.
Yıllar karşımızdakine farklı şeyler öğretmiştir çoğu kez.
Hayatın farklı yönlerini görür baktığı zaman. Yedirdiğiniz, giydirdiğiniz, gezdirdiğiniz ve anlattığınız şeyler, çoğu zaman boşa gider.
Çünkü, karşınızdaki kişi,bunları isteyerek değil, zorla yapar.
Bazen zorlamamak lazım. Olmayınca olmuyor. Siz her şeyin en iyisini de yapmak isteseniz, karşınızdaki anlamıyorsa, olmaz. En iyisi, sizin istediğiniz veya direttiğiniz bir hayat yerine, onun istediği hayatı vermektir. Bazen onun istediği hayat, onun hak ettiği hayattır.
İnsanlar; layık oldukları şekilde yaşarlar.
Garip! ! ! İnsana hak ettiğinden fazla değer verip, hatta o kadar çok önemseyip yaşamında tüm olanlardan daha daha değerli görüp, baş tacı yaptığınızda o insanın kendini büyük yada ulaşılmaz görüp naza çekmesine baktığımda İNSAN ne GARİP demeden edemiyorum ve ne halin varsa GÖR demekten kendimi zor tutuyorum.

image

ETMEYİN-EDİN


ETMEYİN….

Emanete ihanet etmeyin.. Halinizden şikayet etmeyin..
Büyüğünüze emretmeyin..
Boş şeylerde ısrar etmeyin..
Cahillerle sohbet etmeyin.
Nefesinizi boşa tüketmeyin..
İnsanları bekletmeyin. .
Etrafınızı kirletmeyin.
Hayatınızı mahvetmeyin. .
Kimseye minnet etmeyin.
İnsanları yüzüne karşı methetmeyin. .
Kimseye küfretmeyin..
Kötülüğe meyil etmeyin..
Malınızı boşa sarf etmeyin..
Sırrınızı açık etmeyin..
Her şeyi merak etmeyin..
Suçunuzu inkar etmeyin..
Şerefinizi kaybetmeyin. .
Vatanınızı terk etmeyin..

EDİN
İyiliğe niyet edin..
Büyüklere hürmet edin..
Sıkıntıya sabredin.
Aza kanaat edin..
Sözünüzde sebat edin..
Bildiğinizle amel edin..
Hatanızı Kabul edin..
Yaramaz ise def edin..
Varken tasarruf edin..
Alimlerle sohbet edin..
Nefsinizle inat edin..
Sofranıza davet edin..
Zararlıysa men edin..
Seviyorsanız ifade edin..
Kalpleri fethedin..
Misafire ikram edin..
Muhtaca yardım edin..
Bilseniz de istişare edin..
Tehlikeye dikkat edin..
Hakkı teslim edin..
Unutacaksanız kaydedin..
Esirgemeyin lütfedin..
Gariplere merhamet edin..
Kazanmaya gayret edin..
Çalışanı takdir edin..
Başarıyı tebrik edin..
Mazereti Kabul edin..
Her an tevekkül edin..
Hastaları ziyaret edin..
Çocuğunuzu terbiye edin..
İyiliği emredin..
Kötülüğü terk edin..
Herkese tebessüm edin.. Güvenseniz de kontrol edin..  İnanmayana ispat edin..
Fakirleri gözetin..
Hayır için sarf edin..

Bu yazıyı gönderene de, TEŞEKKÜR DUA EDİN
image

Beğen

Emeğin karşılığını bilmeyenlerden alamazsın


Usta bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta, öğrencisini uğurlamış. Çırağına ” Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına koyar mısın?” demiş.

” Resmin yanına bir de kırmızı kalem bırak. İnsanlara, resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi de unutma” diye ilave etmiş.

Öğrenci, birkaç gün sonra resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam, üzülmeden yeniden resme devam etmesini tavsiye etmiş.

Öğrenci resmi yeniden yapmış.Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş.

Fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını söylemiş.

Yanına da, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki, resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş.

Usta ressam şöyle demiş:

“İlkinde, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.

İkincisinde, onlardan müspet,yapıcı,olumlu olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi.”

image

  • Emeğinin karşılığını, ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın.
  • Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma.
  • Asla bilmeyenle tartışma.

Algı Farklılığı


Genç bir çiftçi hayatında ilk defa New York’ a gitmişti. Gökdelenlerin yüksekliği ve insanların çokluğundan şaşkına dönmüştü.
Kalabalık bir bulvarda yürürken, kulağına aşina bir cırcır böceği sesi geldiğini zannetti. Durdu ve dikkatle dinledi.

‘Evet, bu bir cırcır böceğiydi!’

Ses büyük bir mağazanın önündeki çalıların arasından geliyor gibiydi. Bunun üzerine bu büyük çalı kümesine yönelip aramaya başladı. Bir mağaza görevlisi dışarı çıkıp, “Yardımcı olabilir miyim?” diye sordu.

“Hayır, teşekkür ederim.” dedi genç adam… ”

Sadece şurada bir cırcır böceğinin sesini duyduğumu sandım!”
Görevli, “Hayır! New York’ ta bulunmaz.”
Genç çiftçi cırcır böceğini buluncaya kadar cırlak sesi takip etti, onu buldu ve eline aldı,
“Tamam! İşte burada!”
Genç adam bu çalının önünden her saat binlerce insan geçmesine karşılık cırcır böceğini duyanın bir tek kendisi olmasına çok şaşırmıştı.
Bunun üzerine küçük bir deneme yapmaya karar verdi. Elini cebine atıp bir çeyrek çıkardı ve havaya attı. Paranın kaldırıma vurduğu anda, düşen bozukluğu aramak için yürümekte olan 24 yaya durdu!
Psikologlar; genç adamın şahit olduğu olay için bir durum tanımlar:

“Buna algıda seçicilik denir. Belli şeyleri görmek ve belli sesleri duymak…”
Charles Lever.

Gökyüzüne bakıp kuşları, kırlara gidip çiçekleri, çocuklara bakıp saflıklarını, ağaçlara bakıp dallarını, yapraklarını, hayvanlara bakıp doğallıklarını, insanlara bakıp güzelliklerini algılayın. (mutlaka güzel tarafları olacaktır)
Algıladığınız yalnız para sesi olmasın!

Kalbime seyahat ettim bugün


image

Günaydınlar olsun…
Her şeye rağmen sevebilmeyi deneyeceğimiz ve seveceğimiz bir güne GÜNAYDIN olsun..

Kalbime seyahat ettim bugün,
Beni kapıda karşıladı.
Sordu sual etti.
Daha önce hiç fark etmemiştim.
Sımsıcaktı kalbim, yumuşacıktı içi,
“Aklın karışıkken bana uğra” dedi.
”Ben söylerim sana gerçeği ”
Aklımın bilmediğini bilirmiş kalbim,
Duygularıyla sezermiş herşeyi.
“Kalp susarsa görmezmiş gözler”
Kalbim söyledi.

Gezerken fark ettim kalbimi,
Acılar biriktirmişim içinde,
Yarım kalan mutluluklar,
Savaşlar,
Üzüldüm haline,
Kalbimin içinde, kendi kendime.
Teselli etti beni.
“Üzülme” dedi çocukluğumu gösterdi,
Sevdiklerimi, hayallerimi anımsattı.
Umutlar yeşertti hiç yoktan.

Gülümsetti beni, onu ne kadar üzdüğümü unutarak.
Aslında kalabalıktı kalbim,
Kocamanmış meğer.

“Daha da çok sev” dedi bana,
“Yeter ki sen sev”

Vicdanınızı susturmayınız


Günaydın, hayırlı sabahlar… Sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir hafta olmasını diliyorum. İnsan yanlış yapabilir, günah işleyebilir. Bunlar insana has özellikler olup mesele bunlara en aza indirmek ve bunları yaparken bahaneler bulmamak. Mesele kendi hatalarımızı ve yanlışlarımızı doğru gösterecek fetvalar vermemektir. Yaptığı yanlışın farkına varanlar, doğruyu görebilenlerdir. Yanlışını kabul eden doğruya ve güzele yönelendir. Yanlışın farkına varabilen, yanlışını kabul edebilen bir haftamız olsun. Lütfen vicdanınızı susturmayınız.

image

DÖRT AYAKLI MİNARE ANISINA


   Diyarbakır’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren merkez Sur İlçesi’ndeki Saraykapı Semti’nde bulunan tarihi Kurşunlu Camii’nden sonra bir zamanlar din ve dillerin hoşgörü içinde bir arada yaşadığı ‘Gavur Mahallesi’ adıyla kitaplara konu olan Fatihpaşa Mahallesi’ndeki Şeyh Mutahhar Camii’nin 4 Ayaklı Minaresinin çatışmalarda hasar gördüğünü görünce bir anımı paylaşmak istedim.  Tarih 2014 yılının ekim ayı ve Sağlık Bakanlığından Dilek Şen Karakaya, Faruk Çalıkuşu ve diğer arkadaşlar ile Bilgi Güvenliği Yönetim Semineri için Diyarbakıra gitmiştim. Çarşı gezmelerinden sonra dört ayaklı minarenin olduğu alana geldik. Minare hikayesini bilmemize rağmen  ilgimizi çekti.  Minarenin yanında cami duvarı gölgesinde oturan iki sofi ile sohbet ettik. Sofilerden arkadaşlarımızın almış oldukları yerel poşiyi, bayanların başına başlamalarını rica ettik. Önce tereddüt ettiler, sonra ise ellerini saçlara dokunmaktan imtina ederek nazikçe poşileri bağladılar. Güzel bir sohbette bize çay ikramında bulundular. Toplu resim ile anılaştırdık. Aynı alanda bulunan çay ocağında laz türkülerini duyunca, oçak sahibine takıldım. Kürtçe beklerdim deyince, “biz Turkiyeliyiz”demesi bizleri çok mutlu etti. Aynı kişi bizleri evine davet edince daha mutlu olduk.
1500 tarihinde Akkoyunlu Sultanı Kasım Bey tarafından İslam’ın Hanefi, Şafi, Hambeli ve Maliki mezheplerini simgeleyen 4 sütun üzerine inşaa edilen ve dünyada bir benzeri bulunmayan 4 Ayaklı Minare’nin iki ayağı çıkan çatışmada isabet eden mermilerle zarar görmüş. O güzel manevi iklimin ve güzel insanların olduğu alanda kan akıttılar. Can’a kıyan zalimler, taş’a hiç acımadılar.

image

Endişe ediyorum


Bu bir korku değil ancak endişe ediyorum, savaştan,
endişe ediyorum, huzursuzluktan, toplumsal kutuplaşmalardan, çatışmalardan, yanlış anlamalardan, terörün artmasından, aynı dili konuştuğumuz halde diyalog kuramamaktan, uzaktan kondurulmuş yalanlardan… Endişe ediyorum karşılıklı sağır, kör ve bigane kalmaktan ve birbirimizin hüznüne, derdine, feryadına, yakarışına, hikayesine duyarsız davranmaktan…
Endişe ediyorum,  endişe etmeye neden olaylardan… Hani Hazreti Mevlana demış ya:
” Kanatlarla geldin bu aleme, öyleyse sürünmek niye?”
Belki bugünkü halimize yontabiliriz bu sözü: “Kardeşlik ve huzur içinde yaşamaya geldik, öyleyse bu bitmeyen gerilim niye?”

Senden bir tane daha yok


UNUTMA.SENDEN BİR TANE DAHA YOK BU DÜNYADA….

Unutma. Senden bir tane daha yok bu dünyada.
Gülümsemeyi asla unutma
Gözlerinin içi gülsün gülerken, bakışların pırıl pırıl olsun ve
her zaman nemli kalsın göz pınarların.
Unutma kendini sevilebilecek bir insan haline getirmeyi ve
ondan sonra da kendini sevip kendine sarılmayı.
Zamana güven ve onun senin en büyük dostlarından biri olduğuna.
Acılarının ve felaketlerinin ancak onun koynunda uyuyabileceğini unutma.
Unutma. Başına gelenlerin günün birinde kişisel tarihinin ayrıntılarından
biri olmaya mahkum olacağını unutma.
Her çiçek sevgilin olsun, her sevgilin ise bir çiçek.
Açık tut gönlünü tüm güzelliklere.
Yasalar, günahlar, yasaklar sen olduğun için vardır.
Ve sen bir tane olduğun için bu koca dünyada, gir günaha çekinmeden, çiğne yasayı.
Ay dedenin sihrini gönderdiği gecelerde uyuyarak çalma hayatından saatlerini.
Gecenin içinde yolculuğa çıkmayı unutma.
İçinde hiç ölmeyecek bir gençlik virüsü yarat ve kaç yaşında olursan ol, her zaman yirmi beş yaşında kalman gerektiğini unutma.
Asla taviz verme seni sen yapan yanlarından.
Onurlu bir yaşam sürebilmen için, şartlar ne olursa olsun direnmeyi sakın unutma.
İçindeki seni katletmeye kalkma sakın.
Kendine vuracağın her darbenin seni senden biraz daha uzaklaştıracağını unutma.
Korkma mahallenin delisi olmaktan.
Doğrucu davutlar ne kadar çoğalırsa mahallende,
hayat mutlaka daha iyiye gidecektir, unutma.
Hatanın affedilmeyecek olanından kaç, ama hata yapmayayım
diye de yakıp geçme yıllarını.
Unutma ki, hiç hata yapmayan bir insan yapabileceklerinin
en iyisini yapamamış demektir hayatta.
Korkma insanca korkularından.
Ve korkunun kendisinden çok, onun beklentisinin daha korkutucu olduğunu unutma.
Bir anlamı olsun kendinle yaptığın kavgaların.
Ve hep ileriye taşısın seni kavgada attığın her adım.
Açık bırak pencereni ve sabah güneşinin rüzgarı önüne katarak
perdelerle yapacağı raksa dönük olsun bakışların.
Küçücük mutlulukların görkemine inandır kendini ve gülümse.
Umutların bitmesin asla ve umutların bittiği yerin,
hayatın da bittiği yer olacağını asla unutma.
Ve şaire kulak ver:
” Senden bir tane daha yok bu dünyada.”

GÜLÜMSEMEYİ VE YASAMAYI ASLA UNUTMA…..                         

image

Kendimiz kadarız…


Sokrates bir gün derste öğrencilerine birer beyaz kağıt dağıtır ve üzerine bir daire çizmelerini ister. Dairenin tam ortasına da bir nokta koymalarını söyler.

Ve “Büyük mü yoksa küçük mü bir daire çizdiniz?” diye sorar. Bazıları küçücük bir daire çizerken bazıları tüm kağıdı doldurmuştur.

Ve sonra “ Dairenin, tam ortasındaki nokta sizsiniz. Daire ise sizin yaşadığınız hayata koyduğunuz sınırlamayı temsil eder. Siz kendi dünyanızın merkezisiniz.” der.

Daha sonra “ Şimdi daireyi silin. Artık büyük yada küçük olmasının hiçbir önemi yok. Geriye sadece nokta kaldı. Şimdi sınırı olmayan bir dairenin merkezindesiniz. Ve istediğiniz hayatı yaşama özgürlüğünü elde ettiniz.

Baktığımız zaman, gerçektende insanların yaşamlarını, düşünce yapılarına göre oluşturduklarıyla sınırladıklarını görebiliriz. İnsanlar başlangıçta, bir şeyleri elde etmek için çaba harcarlar. Ama, ancak, hayali bir engele ulaşana kadar devamlı ilerler. Sonra kendi dayattıkları, sınırlayıcı bir tutum yüzünden dururlar. Ve potansiyellerini kullanmadan, yaşam tabakasını olduğu gibi kabul ederler. Kendilerini düşüncelere, hareketlere ve sonuçlara hapsederler. Böylece de, kendi koydukları sınırların ötesine geçemezler. Halbuki, bizler bir şeylere takılıp kaldığımız zaman, cevaplar ve çözümler aramamaya başlarız. Çünkü istemeden bize yeni kapılar açabilecek, farklı bakış açılarının, ortaya çıkmalarını engellemiş oluruz.
O nedenle de bizler hayatta ancak kendi oluşturduğumuz sınırlarımız kadarız.

Oluşturabildiğimiz sebepler kadarız. Bize verilen sorumluluk kadarız. Cevaplarını aradığımız sorularımız kadarız. Tercih ettiklerimiz kadarız. Seçeneklerimiz kadarız. Algıladıklarımız kadarız. Merak ettiklerimiz kadarız. Düşündüklerimiz kadarız. Yaptıklarımız kadarız. Hayatta oluşturduğumuz eylemleriz kadarız.

Sabah uyandığımız zaman, ya kalkıp gördüğümüz rüya için gerekli koşulları oluşturmak için çabalarız. Yada tekrar uyuyarak, rüyada kaldığımız yerden devam ederiz.

“Dünyada değişiklik yapmakta başarılı olanlar, değişikliğe kendilerinden başlayanlardır”..

Dostoyevskiden 10 muhteşem söz…


Dostoyevski, dünya edebiyatına en az kendi kadar şöhretli bir çok karakter kazandırdı. ’İnsanın değerini varlığı değil yokluğu gösterir. Unutma, yokluğu bir şey değiştirmeyenin, varlığı
gereksizdir’ sözleriyle nesilden nesile milyonlarca insanın hayat mücadelesine ilham verdi. Bu büyük söz üstadının, hayata ve insana dair kaleme aldığı 10 muhteşem sözü…

1- Eğer kirli bir ırmağı içine alıyorsan, bozulmadan kalabilmen için deniz olmalısın.

2- Tabiata karşı işlenen bir suçun öcü, insan adaletinden daha zorlu olur.

3- Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıklıkları değil. Yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklardır.

4- Biri eğer gözlerini senden kaçırıyorsa… Emin ol ki o gözlerde sana ait bir şeyler vardır.

5- Hayatımızda en yüce, en güçlü ve faydalı dayanağımız, ana baba evinden kalma hatıralarımızdır.

6- İnsanların birbirlerini tanımaları için en iyi zaman ayrılmalarına yakın zamandır.

7- Sevmek; güzel birinde aşkı aramak değil. O kişide, bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında, kendini bulmaktır.

8- Ne garip değil mi? Sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru, sevmediğimiz insanın her doğrusunda bir yalan ararız.

9- Hayatta hep mutlu olursam, hayalini kuracak neyim kalır?

10- Bir insan umudunu yitirir ve amaçsız kalırsa, sırf can sıkıntısı bile onu bir hayvana çevirebilir.

Bugün kendinize söz verin


Günaydın, yeni güne Merhaba… Haydi! Bugüne farklı başlayın ve Kendinize Söz Verin…
Güçlü olacağına ve akıl huzurunu hiçbir şeyin bozmasına izin vermeyeceğine;
Karşılaştığın insanlarla sağlık, mutluluk ve bolluk konuşacağına;
Arkadaşlarına onlarda özel bir şey olduğunu hissettireceğine;
Her olayın aydınlık yanını göreceğine ve ışığı gören olacağına;
Hep en iyiyi düşüneceğine, en iyi için çalışacağına ve en iyinin geçekleşmesini umacağına;

Başkalarının başarılarına da kendi başarına sevindiğin kadar sevineceğine;
Geçmişte olan hataları unutacağına ve gelecekteki başarıları görmeye odaklanacağına,
Her zaman neşeli bir yüz ifadesi taşımaya çalışacağına ve karşılaştığın her canlıya bir gülümseme sunacağına;

Kendini geliştirmek için çok zaman ayıracağından, başkalarını eleştirmeye zamanın kalmayacağına;
Endişelenmeyecek kadar geniş, kızmayacak kadar asil, korkmayacak kadar cesur ve sorunların varoluşuna izin verebilecek kadar mutlu olacağına söz verin…

Güzel bir şeyler yap


Dünyaya kırk kere gelinmez.
Madem yaşıyorsun, sıhhatli nefesler alıyorsun. Bir şey yap. Güzel olsun. Çokmu zor? O vakit güzel bir şey söyle.
Dilin mi dönmüyor? Güzel bir şey gör. Veya: Güzel bir şey yaz. Beceremez misin? Öyleyse, güzel bir şeye başla.
Herkesin üstesinden geleceği bir şey mutlaka olmalı. O gayretten uzak duramayız. Vakit geçiyor. Vaktin geçişi ömrün beşinci vitese takılı olduğunu gösterir, unutma.
Çünkü “her insan ölecek yaştadır”
Öyleyse sende Bir şey yap.
Zor ise: Bir şey söyle..  Beceremiyorsan: Bir şeyler gör. Bir şeyler yaz. O damı zor?
Bir şeylere başla. Ama hep güzel şeyler olsun.
Çünkü: “her insan ölecek yaşta” Geç kalmayasın ve birşeyler başarmalisin.
Kimse kimseden eksikl değil.
Büyük değil, küçük değil, farklı hiç değil. Düşünebilen kişinin, üstesinden geleceği bir şeyle mutlaka vardır.
Hiç olmazsa kendin için bir şeyler yap, dürüst ol, merhamet et, iyilik yap, insanlara gülümse, insanları sev, çünkü “Her insan ölecek yaştadır!”

SEN KENDİNİ YÖNETİCİ SANIYORMUSUN?


Yöneticilik, belirli yetkinlik ve deneyim gerektiren bir kariyer sürecidir. Sadece yetkinliğe yada sadece deneyime sahip olunmak yöneticilik için yeterlimidir? Belirli yetkinliklere sahip olmak yönetici olmak için yeterli olmaz. Yetkinliğin yanı sıra mutlaka iş deneyimi hatta yaşam deneyimi gerekir.

Çok iyi bir eğitim almış olabilirsiniz. Yöneticide olması gereken yetkinliklerin birçoğuna da sahip olabilirsiniz ancak deneyim sahibi değilseniz yönetici olmak için yeterli değilsinizdir. Belirli yetkinliklere sahip olmadan sadece ben şu kadar yıl iş deneyim var demenizde yeterli olmayacaktır. O halde yetkinlik artı deneyime sahip olmamız gerekiyor. Bunun yanı sıra liderlik vasfının olması da önemlidir.

Neden sen kendini yöneticimi sanıyorsun sorusunu soruyorum?

Aile şirketlerinde hala aileden gelenlerin yetkinliğine bakmadan yönetici olabilme alışkanlıkları devam etse de özel sektör rastgele yönetici getirmiyor.  Şirketlerin her birinin kendine özgü olan yapıları ve ihtiyaçlarına göre ideal olan yönetici özelliğini ve türünü belirliyor. Şirketlerin ihtiyacı olan yöneticiler için yalnızca bireyleri değil, aynı zamanda son yıllarda yaşanan gelişmelerin ve ilerlemelerin zorunlu kıldığı vasıfları da sürekli gözden geçiriyor. Rekabetin gelecekteki durumuna bakıp, ona göre değişimi yönetecek yönetici profilini oluşturuyor. Buna karşın kamu günü kurtarıyor ve günün dengeleri hangi güçte ise ve o kişilere kim yakınsa yönetici profili ona göre belirleniyor.

Kamunun değişen yönetim modelleri ve henüz manası kavranılamayan insan kaynakları yönetimi ile herkes yönetici olmaya aday olabiliyor yada gösterilebiliyor. Öyle örnekler ile karşılaşıyoruz ki, şaşırmamak mümkün olmuyor.

Yeter ki seni yönetici yapacak çevreye ve desteğe sahip ol, biraz cesaretli ol, adamında olsun sen yöneticisin. Daha önce kariyer basamaklarına adım atman önemli değil.

Kamuda yöneticiliğe aday olan bir kişiye yöneticilik yapabilirmisin diye soruyor ve aşağıdaki cevapları alıyoruz.

Deneyimin varmı? Olmasada önemli değil!

Yeterli yetkinliğe sahipmisin? Ben falan üniversiteyi bitirdim, yetmez mi?.

Peki! Başarılı olurmusun? Olmazsam ne olur? Başarılı olana madalyamı takıyorlar? Yada başarısız olanı görevdenmi alıyorlar?

Öncelik belirleyebilimisin? Kendi önceliklerimi iyi bilirim. Baksanıza bu görevi hemen ben istedim.

Cesaretin var mı? Olmazmı? Deli cesareti var bende. Bu müdürlüğü, başkanlığı, hastaneyi, okulu, merkezi vs. yönetmek bana çocuk oyuncağı gelir.

Hedef belirleyebilir misin? Belirledim zaten ki, bu görevi istedim.

Ekibini hedeflere yönlendirebilir misin? Yönlendirmem! Yerime göz koyarlar sonra rakibim olurlar.

Gözleyip, değerlendirebilir misin? Mutlaka gözlemem lazım. Bana karşı olanları bilmem lazım ki, ayaklarını kaydırayım.

Motive edermisin? Motive etmeyi bırak, bana tabi olanlarla kanka bile olurum.

Kamuda bu cevapları veren bir kişiyi yönetici yapmayacak bir sistem bugüne kadar olmadı. Aslında yönetici belirlerken bu soruları soracak bir sistemin olmaması esas sorundur.  Seçmeden işe aldığı, eğitmediği, performansını değerlendirmediği ve kariyerini yönetmediği çalışanlarından yönetici seçen bir yönetim anlayışından, lider özelliği de taşıyan, mükemmel bir yönetici belirlemesi beklenemez.

Ancak günümüz yönetim modellerinde hangi pozisyonda olursanız başarılı olabilmek, hedefleri tutturabilmek ve pozisyonunuzu koruyabilmek için iyi bir yönetici olmanız gerekir.

İyi yönetici olmak için hangi özelliklere sahip olunmalıdır?

Kendinin yönetici olduğuna inanman için aşağıdaki özelliklerin ne kadarına sahipsin? 

  1. İyi bir insan olmalı: Yönetici en başta iyi bir insan olmak zorundadır ve hiç bir zaman unutulmamalıdır. İyi bir insan günlük yaşantımızda herkesten birbirine göstermesi beklenilen saygı, sevgi, nezaket ve tevazu gibi erdemleri taşıması lazımdır. Kimseyi küçümsemez, herkese değer verir ama herkesi memnun etmeye çalışmaz. Tüm çalışanlara adil ve eşit davranır. Her durumda, herkese karşı eşit uzaklıkta olabilmeli, objektiflik ve tarafsızlığını koruyabilmelidir.
  2. Liderlik vasfına sahip olmalı: Yönetici aynı zamanda liderlik özelliği taşımalıdır. Çalışanları ortak hedeflere yönelten, hedefleri benimseten, çalışanlar arasında birlikteliği sağlayan ve takım oluşturan özelliklere sahip olması gerekir. Çalışanlarının bilgi birikimlerini ve tüm potansiyellerini bireysel düzeyde, ekip düzeyinde ve kuruluşun bütününde yönetir, geliştirir ve özgürce kullanmalarını sağlar.
  3. Stratejiyi planlamalı ve yönetebilmeli: Kuruluşun misyon, vizyon ve değerlerini oluştururlar, örnek olur. Vizyonu ve misyonu geliştirirler ve onların gerçekleştirilmesini kolaylaştırırlar. Stratejiyi planlar, uygular ve gözden geçirir. Olası durumlara göre stratejiyi yeniler, iyileştirme faaliyetlerini destekler. Kurumun, kendisinin dışında ekibine vizyon verir, hedef gösterir ve yönlendirir. Bu konuda takımının kendisini takip etmesini sağlar. Kalıcı başarı için gerekli olan kurumsal değerleri ve sistemleri geliştirirler ve bunları faaliyetleri ve davranışları ile yaşama geçirirler.
  4. Değişimi yönetmeli: Liderdir ve değişimi yönetir. Mevcut sistemi ve durumu korumanın çabasını vermez. Değişimden korkmaz, değişim ihtiyacını belirler ve değişime öncülük eder. Kendisi ile birlikte takımın diğer üyelerini, günün değişen ve gelişen yeniliklerine karşı hazırlar. Yeni yönetim modellerini takip eder, kendini geliştirir ve değiştirir. Yeniliklerin uygulanmasında kararlı olur. İnsanların hata yapmalarına fırsat tanır, onların öğrenme sürecini destekler, hataların tekrarlanmaması için geri besleme, bilgi paylaşım ortamları sağlama gibi süreçleri oluşturur. Takımın yenilikçi ve yaratıcı yaklaşımlarına liderlik yapar ve geliştirir. Değişim dönemlerinde, amacın tutarlılığını sağlar. Gerektiğinde, kuruluşun yönünü değiştirebilir ve izlenmesi için diğerlerini cesaretlendirir.
  5. Eğitici olmalı: Çalışanları geliştirmenin ve takım oluşturmanın en etkili yöntemlerinden birisi de sürekli olarak bilgi paylaşımı sağlamak ve örnek olmaktır. Bilgi paylaşmanın aynı zamanda eğitmek olduğunu bilir. Öğretmenin ve öğrenmenin, gelişmenin temeli olduğunu benimser ve benimsetir. Eğitim ihtiyaçlarını belirletir, planlatır ve uygulatır. Çalışanlarının sürekli öğrenme faaliyetleri içerisinde olmasını sağlar. Beceri ve bilgi birikimlerini kuruluşun çıkarları doğrultusunda kullanmaları için çalışanlarına önem verir. Onları tanıyarak ve başarılarını takdir ederek, motive eder ve sürekli katılımlarını sağlar.
  6. Koç olmalı: Bir yöneticinin başarısında, çalışanlarının takım olmasının ve birlikte hareket etmesinin önemli olduğunu bilir. Takım içerisinde ortaya çıkacak çatışma durumlarından kaçınmadan sorunları çözebilme ve çeşitli çıkarlar arasında adil ve dengeli kararlar alabilme yetkinliği sahiptir.
  7. İnisiyatif kullandırmalı: Çalışanların yenilikçi ve yaratı yaklaşımlarını cesaretlendirir. Yetkilendirir ve inisiyatif kullanmalarına fırsat verir. Çalışanlarını yetkinliklere uygun pozisyonlarda değerlendirir ve herkesin başarılı olduğu alanda sorumluluk almasını sağlar. Onların faaliyetlere katılımını sağlar ve onları yetkelendirirler.
  8. Ekibinin Performansını, kariyer planlamasını yönetmeli ve başarıyı takdir etmeli: Yönetici başarıyı sadece kendinin eseri değil, aynı zamanda çalışanlarının eseri olduğunu bilir. Başarının sürekliliğini sağlamanın ekibi doğru motive etmekten, motivasyonu sağlamada ise başarıyı ve başarılı olanları tanıyıp, takdir etmekten geçtiğini iyi bilir. İyi bir yönetici sonucunu ölçmediği süreci yönetmez, Çalışanlarının ve takımın performansını ölçer. Çalışanlarının ve takımın performansını artırmaya çalışırken, bir yandan da takım üyelerinin kariyerlerinde gelişmelerine destek verir. Çalışanlarını gelişimlerine ve gereksinimlere göre başka pozisyonlara hazırlanmalarına yardımcı olur.

Yönetici olan herkes iyi bir yönetici olmak için, olmazsa olmaz sekiz özelliğe göre kendini değerlendirip ve ben iyi bir yöneticiyim yada ben yöneticiyim diyebilirmi?

Bunu yapmaya kaç yöneticinin cesareti olabilir?

Cesareti olmayana o zaman ben sorayım; SEN KENDİNİ YÖNETİCİ SANIYORMUSUN?

 

Ekrem Öztürk / İnsan Kaynakları Uzmanı

https://www.facebook.com/ekremozturkinsankaynaklari0bd6eb9

Yaşadıkça Genç Kalabilmek


Gençlik bir hayat devresi değil bir akıl halidir.
Yıllar cildi buruşturabilir, ancak, heyecanların bitişiyle ruh buruşur.
İnsan kendine olan güveni kadar genç, kuşkusu kadar yaşlı, cesareti kadar genç, korkuları kadar yaşlı,umudu kadar genç, bezginliği kadar yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe,  beyni yeni şeyler keşfettikçe herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.
İnsan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.
 
Siz,  bu yıl da genç kalın.

W. E. Gladstone ve S.Ullman’dan…

__Ben de derim ki, düşünebiliyorsan, üretebiliyorsan ve sevebiliyorsan GENÇ’SİN.
    

Karakter varsa Kariyer vardır!


Karaktersiz kariyerin öneminin çok olmadığını biliyoruz. Bugünlerde çevremde yaşadığım canlı örnekler çoğalınca bu konuyu yazmaya devam ediyorum. Kariyeri amaç edinen ancak karakter yoksunu yâda eksiği insanları çevrenizde görebilirsiniz. Kariyer için her şeyi yapabilirim diyen birçok insan tanıdım.

Bunlardan bir tanesi yıllar önce yanımda staj yapan genç bir öğrenciydi ve ‘’kariyer için her şeyi yaparım’’ dediğinde, kariyer yolculuğunun, karakter ile birlikte olması gerektiğini hatırlattım. Günümüzde kariyer yapmak, öğrencilik döneminde başlayan bir hayaller dizisi oluyor. Daha eğitimlerini tamamlamayan gençler, kariyer adına birçok etkinliğe katılıp, bu konuda kitaplar okuyup, kariyerli zatlar ile tanışma çabasına giriyorlar.

Önemli olan bir konuda, lise döneminde başlayan kariyer günlerinin yapılması ve bugünlere şık giyimli, gösterişli arabalı, iyi mevkide bulanan insanlar davet ediliyor. Lise öğrencisine direk hedef olarak kariyerden ziyade kariyerli insanların konumları sunuluyor. Kariyer yapmak lise öğrencisi için kariyer gününe davet ettikleri kişilerin gösterişli olarak sundukları hayat hikâyelerimi yoksa öğrencinin yetkinliğine ve ilgisine uygun bir bölüm tercih etmesi mi bilemedim.

Kariyer nedir yada nasıl planlanır sorunun cevabını sanırım gerçek manada verilmesi mümkün değil. Yada kariyer sürecine nereden başlanmalı? Lisede kariyer günleri ile gelecekte çok iyi imkanlar sunacak bölümlerin tercih edilmesi, Üniversitede iyi bir şirketten burs alınması, iyi bir kuruluşta işe başlama veya çalışırken iyi bir pozisyona yükselecek fırsatları yakalamak..

Bunların hepsi ise kariyer planlaması nereden başlamalıdır?

Sonuçta kariyer derdinde olan her birey bir türlü kendisi, çevresi veya çalıştığı kuruluş vasıtasıyla kariyer sürecinde yer alıyor. Kariyeri olmazsa olmaz görenler kariyer için birçok şeyi mubah görüyor ve hızla yükseliyor. Kariyerli insan olmaktan ziyade karakterli insan olma düşüncesinde olanlar ise daha farklı davranırlar. Bilirler ki, kariyer bir gün bitecek ve bu yolda sadece kariyer odaklı olanların kaybettikleri değerler aranacak.

Karakter yerine kariyeri önemseyenler, kariyerin gücünü ve gösterişini çok önemserler. Kariyer insanları çok güçlü gösterir ve itibar gördüklerini sandırır. Gerçekte ise tanınıncaya kadar kariyer tanındıktan sonra karakterle saygınlık görünür. Aslında iyi bir karaktere sahip olan insanlar bulundukları çevrede kariyer fırsatını her zaman yakalayabilirler. Yada bu tür insanlara o kariyer fırsatları birilerince sunulur.  Karakter kariyerin mayasıdır ve sağlam karakter iyi bir kariyeri şüphesiz getirecektir.

 

images (1)

 

İYİ BİR YÖNETİCİ OLMANIN SIRRI


İyi yönetici olmanın sırrı dört yanlıştan kaçınmak, beş doğruyu  uygulamaktan geçer.

 Dört yanlış şunlardır:
– nasihat etmeden infaz  etmek (gaddarlık);
– öğretmeden başarıyı ölçmek (kabalık),
– yönetimde  gevşek olup sınırlar koymak (art niyet),
– özlük haklarının  dağıtımında cimri davranmak (bürokrat olmak).
Beş doğru ise  şunlardır:
– müsrif olmadan eliaçık olmak;
– gocunmadan çalışmak;
– haris  olmadan istek duymak;
– mağrur olmadan rahat davranmak;
– ürkütücü  olmadan saygın olmak.
KONFUCYUS

Başarının Sırrı


Usta’ya başarısının sırrını sormuşlar…
‘iki kelime’ demiş;
– Doğru kararlar.
Hepimizden farklı olarak, sürekli doğru kararları nasıl alabildiğini
sormuşlar…
‘Tek kelime’ demiş;
-Tecrübe.
İyi de kardeşim bu tecrübe denen şeyin sırrı nedir diye sormuşlar…
Usta, deriiiiin bir iç çekmiş ve ‘iki kelime’ demiş…
-Yanlış Kararlar

Velhasıl, yanlış yapmaktan korkmayın. Bir doğru sonuca ulaşabilmek için yanlışlarınızı yani neleri yapmamanızı görmek de sizin için iyi bir tecrübedir…

secret-to-success


  1. Kendini tanı. (Sokrat) Kendi içinde yolculuk yap. Günlük tut. Kalbin, gönlün, vicdanın ne diyor? Neyi öne çıkartıyor? Dünyaya bilinçli bakmanın yolu başta bu iç yolculuktan geçiyor.
  2. Olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol (Mevlâna) Dürüst ol, adil ol, hakça düşün. İçinden gelen sesin öne çıkardığı değerleri koru. Hayatta birşeyleri korumak için ayakta kalmazsan her şey seni düşürür.
  3. En yukarda aşk var. (Aziz Paul) Sesi müziğe dönüştüren aşktır. Aşk olmazsa, sevgi ilişkileri yoksa, ihtimam eksikse hayatın kuru bir daldan farkı kalmaz.
  4. Dünyayı hayal gücü döndürür. (AlbertEinstein) Yaptığımız her şey hayal kurarak başlar. Hayat -herkes için- hayalleri gerçekleştirmek ve yapabileceğinin en iyisi, olabileceğinin en güzeli peşinde gitmektir. Bobby Kennedy’nin sözü gibi: Diğerleri dünyaya bakıyor ve ‘Neden’ diye soruyor. Ben bambaşka bir dünya düşünüyor ve ‘Neden olmasın’ diye soruyorum
  5. Fazla güzellik göz çıkarmaz. (Mae West) Güzel hayat doya doya yaşanır. Mutluluk paylaşılır, hayatı sevme hissi coşkuyla beraber gelir. Ruhun müziğinde ‘Haydi bastır, göster kendini’ temposu vardır. Kibir değil, çoşku!
  6. Fırsatlar yakalandıkça çoğalır. (Sun Tzu) Başarı cesaret ister, başlangıçtaki cesaret sonradan inanca dönüşür. İnanç insanlığa daha iyi hizmet arzusuna dönüştüğünde fırsatlar yelpazesi yukarı bir seviyede tekrar açılır.
  7. Ya yap ya yapma. Denemek yok! (Yoda – Yıldıa Savaşları) Hayat seri hareket, karar ve kararlılık gerektirir. Tereddütte kalanlar geride kalır. Hayatın üstüne gitmezseniz hayat sizin üstünüze gelir.
  8. Mükemmellik, ekleyecek bir şey kalmadığında değil, alınacak bir şey kalmadığında oluşur (Antoine de St.Exupery) Hayatınızı basitleştirin. Basite indirge, indirge, bir kere daha indirge… O zaman ne kalıyor, ona bak. İstekler listenizi kısa tutun. Kısa tutun ki fokus edebilesiniz. Güneş ışığına büyüteç tutmak gibi, odaklamazsanız hayatı yakamazsınız.
  9. Kabiliyet yoksa sanatçı olmaz, ama çalışılmadıkça kabiliyet hiç bir işe yaramaz. (Emile Zola) Ancak akıllı, bilinçli ve odağı şaşmayan çabalar sonrası olası potansiyelin yapabilecekleri gerçekleşir. Elması yontmadıkça elinizde sadece bir taş parçası vardır.
  10. Hayatı yaşamanın iki yolu var. Biri hiçbir şey mucize değilmiş gibi yaşamak… Diğeri herşey mucizeymiş gibi yaşamak. (Albert Einstein)
    Şükretmeyi unutmamak gerek!

KİŞİLERİ BATIRAN SÖZLER


“Bu kadar maaşa ancak bu kadar çalışılır”:

Bu laf en büyük zararı çalışana verir. Bu düşünce ile verimliliğinizi yetenek ve becerilerinizi geliştirmezseniz, hiçbir zaman hakkınız olduğunu düşündüğünüz ücreti alamazsınız. Bu düşünceyi kırıp, elinizden geleni yaptığınızda bugün bilmeseler bile yarın değerinizi anlayacak kişilerle ve işle karşılaşabilirsiniz.

“Bu işyerinde motivasyon yok”:

Kendi kendinizi başarıya motive edemezseniz bunu kimse başaramaz. Kendinizi en iyi tanıyan sissiniz, veriminizi yükseltecek yolları da siz bulacaksınız. Verimliliğinizi yükseltmek için başkalarından rica ve manevi rüşvet beklemeyin.

“Nedense hiçbir işimi beğenmiyorlar”:

Aile yuvasından kanatlanıp bir işe giren herkes ilk yıllarda bu duygularla boğuşur. Siz çevrenizdeki insanlar yerine işinize yoğunlaşın. Ayrıca kırılgan olmanıza gerek yok.

“Sistem bozuk”

Düşündüğünüz kadar üretim ve verimliliğin iyi olmadığı bir ortamda siz kendi üzerinize düşeni en iyi şekilde yapmaya bakın. Sistem ileride düzelir, ama sizin kaybettiğiniz yıllar geri gelmez.

“Bu bahar yabancı dil kursuna yazılacağım”:

Kişisel gelişim ve kariyer geliştirme planlarınızı hiç ertelemeyin. Hemen bugün başlayın. Yoksa baharlar birbiri ardına geçer. Bir bakarsınız emekli olacak yaşa gelmişsiniz.

“Müdür bana taktı”:

Müdürün zaten işi başından aşkın, niye gece gündüz sizinle uğraşsın ki? Siz kendi çalışmanızı ve davranışlarınızı öz eleştiri süzgecinden geçirdiğinizde kimse eksiğinizi bulamaz.

“Müdürüm ne dediyse yaptım”:

Yalnız verilen işleri yaptığınızda yeni beceriler edinmeniz zorlaşır. Müdürün dediklerini yapın, ama sizin de kendinize göre kariyer ve yol haritanız olsun. Önerilerinizi hoş karşılanmasa bile müdürünüze iletmekten çekinmeyin.

“Zaten kimse çalışmıyor”:

Bu kendi yetersizliklerine mazeret aramadır. “Herkes kötüyse benim iyi olmama gerek yok” anlamına gelen bu serzeniş çalışanı tuzağa düşürür.

“Ben tek başıma ne yapabilirim ki?”:

Bu mazeret işyerinde aksaklığı gören, ama düzeltmek için parmağını taşın altına sokmayanlar için kullanılır. Siz ataletinize bir kılıf aramayı bırakıp, bir şeyler yaptığınızda başkaları da peşinizden gelebilir. Verimlilik ve üretkenliği torpilleyen lafları bırakıp, her aksilik için bir mazeret aramazsanız, muhakkak başarılı olursunuz.

Bu Blog İK Blog Değerlendirmesinde yer alıyor


İnsan Kaynakları alanında emek verenleri bir nebze olsun takdir etmeyi amaçlayan bir değerlendirme yapılıyor. PERYÖN, 23.sü’nü düzenlediği İnsan Yönetimi Kongresi’nde, 3. İK Blog Ödülleri’ni bloggerlarla buluşturacak.
Türkiye İnsan Yönetim Derneği (Peryön), tarafından yapılan bu değerlendirmeye, birbirinden değerli İnsan Kaynakları alanında usta olan 25 arkadaşımız daha katılıyor.
Bunca yıl bir insan kaynakları gönüllüsü olarak ve amatörce, gerek sosyal paylaşım ortamlarında, gerekse blogumda (www. ekremozturk.com) göstermiş olduğum çaba ve emeği takdire değer görüyorsanız, aşağıdaki adreste yer alan listenin 7. sırasındaki Ekrem Öztürk’ ü yani beni işaretleyip, liste altındaki oy kullan butonunu tıklamanız yeterli olacaktır.

Tüm İK Bloggerlerına başarılar diler, İnsan Kaynakları alanında emek veren herkese İK Amatörü olarak teşekkür ediyorum.
Ekrem Öztürk – İnsan Kaynakları Gönüllüsü

 

cr6saw0ucaajsl0

İK Blog yarışması ve ben


İK Blogları yarışıyor yerine degerlendiriliyor demek daha doğru olur. PERYON yoneticileri sağ olsun, anlamlı bir çalışma olarak görüyorum. Bizde bu yarışmaya başvuranlar arasında yer aldık. Hasbelkader IK adına yıllardır birşeyler yazıp çizmeye devam ediyorum. Esas değerlendirme jurisinden önce juri üyesi olmaya hevesli dostlar değerlendirme yapmaya başlamışlar bile..:) Eleştirilere sonuna kadar açık oldugumu yazmak ve degerlendirme yaparken benim durumumuda bilmelerini istedim. Ben batı kentlerinde degil, orta anadoluda ufak bir kentte yani Kirsehirdeyim.Buralarda İK pek bilinmez.:) Sizlerin sıkça katıldığı toplantı, çalıstay, kongre gibi etkinlikler olmaz. Birkaç meslektaş bulup, dernek falan kuramam. Sizin oralar, buralara pek uzak olduğu için o etkinliklerede gidip, gelemem. Maddi durumumda buna uygun degil. Ayrıca ben İnsan Kaynakları ile ilgili bir okuldan mezun olmadım. Bu günlerin en kolay işi olan bir sertifika ile bu mesleğe sahip çıktık. Gerçi bizim zamanımızda o sertifika egitimleri gayet iyiydi. Nede olsa ODTU nün degerli hocalarının verdiği egitimlerdi. Blog sayfama gelince,vallahi tüm tasarım benim işim.:) Gorsellik begenilmemiş. 🙂 Benim amatörce yaptığım bu kadar olur. 🙂 Bedava tasarım yapmak isteyenler oldu ama ben kendi yaptığım kalsın istedim. Bu arada blog sayfam yıllık herşey dahil 19 Dolar. 🙂 ve son olarak benden bu kadar. Beni o 25 kişilik listeye yazmaları bile benim için ödül dür. Teşekkürler PERYON

Her bir yağmur damlası sevgi olsa


Güz ya, iyiden iyiye belli ediyor. Sararıp, dökülen yapraklar ve kapanan sema… Yağmur damlaları kar’a dönüşeceği güne hazırlık yapmaya başladı bile…

Toprağa dökülen tohumlara hayat verecek rahmet dakikalarına bakarken düşünüyorum. Her bir yağmur damlasında sevgi dolu olsa, insan yürekleri topraga serilse ve bu sevgisiz yürekler sevgi damlaları ile ıslansa… Hasetlikler, kinler, düşmanlıklar ve tüm kötülükler kalplerden akıp gitse… Tertemiz yağmur damlaları ile durulanmış kalpler kalsa… Kırşehir’e sonbahar yağmurları dökülmeye başladı.

Toprağımızın güzel insanı, Hacı Bektaşi Veli be güzel demiş; “incinsende, incitme”.          

Her düşen yağmur damlası size sevgi getirsin.

‘’OYLARINIZA TALİBİM’’


İNSAN KAYNAKLARI ALANINDA EMEK VERENLERİ BİR NEBZE OLSUN TAKDİR ETMEYİ AMAÇLAYAN BİR DEĞERLENDİRME YAPILIYOR.
Türkiye İnsan Yönetim Derneği (PERYÖN), tarafından yapılan bu değerlendirmeye, birbirinden değerli İnsan Kaynakları alanında Usta olan 25 arkadaşımız daha katılıyor.
BUNCA YIL BİR İNSAN KAYNAKLARI GÖNÜLLÜSÜ OLARAK VE AMATÖRCE, GEREK SOSYAL PAYLAŞIM ORTAMLARINDA, GEREKSE BLOGUMDA (www.ekremozturk.com) GÖSTERMİŞ OLDUĞUM ÇABA VE EMEĞİ TAKDİRE DEĞER GÖRÜYORSANIZ, AŞAĞIDAKİ ADRESTE YER ALAN LİSTENİN 7. SIRASINDAKİ ekrem öztürk’ ü YANİ BENİ İŞARETLEYİP, LİSTE ALTINDAKİ oy kullan BUTONUNU TIKLAMANIZ YETERLİ OLACAKTIR.
HEPİNİZE TEŞEKKÜR EDERİM.
Ekrem Öztürk – İnsan Kaynakları Gönüllüsü

http://www.peryonkongre.com/ik-blog-odulleri_2015/blog_oylama.html

PERYON

 

Ağlamak çaresizlik değil


Ne zaman ağlayan birini görsem içim acısa da yine de sevinirim. Çünkü bilirim ki ağlayan kişinin kalbi henüz nasır tutmamıştır. Katılaşmamıştır yüreği. Kalp ağlamazsa gözyaşı da akmaz denir ya. İşte onun gibi. Sevindiğimizde atılan kahkahalar kadar, üzüldüğümüz zamanlarda dökülen gözyaşları da bir o kadar değerlidir.
Bir düşünürün dediği gibi “Gözyaşı, çekilen sıkıntıyı ve bunun beraberinde gelen hakikati değiştirmez belki ama kalbi katılaşmaktan kurtarır. Gerçeklerin betona çarpıp geri dönmesine engel olur.”
Bu nedenle de ağlamak güzeldir. Üzülmeyi becerebilen bir insan, sevinmeyi de becerebilir. Ağlayabilen bir insan gülmenin kıymetini daha iyi anlayabilir. Ağlatanlardan değil ağlayanlardan olmanın ayrıcalığını hissedebilir.
Ağlamak sanılanın aksine çaresizlik, zayıflık, güçsüzlük demek değildir. Canımız yandığında öfke ve intikam duygularıyla kalbimizi nasırlaştıracağımıza, gözyaşlarımızla yapılan temizlik, kalbin doğru ateşi bularak yumuşamasına vesile olur.
Ağlayan birisine yapılacak en büyük destek, bana göre, samimi bir dokunuş ya da uzatılan bir mendildir. Bunlar bin türlü sözden çok daha kıymetlidir.
Ağlayabilmek insan olmanın gereklerinden biridir. Her şeye rağmen, özellikle insanın kendisine rağmen ağlayabilmesi takdire şayan bir erdemdir.
Ağlamakla gülmek, olmazsa olmaz bir ikilidir. Tıpkı evrende olan diğer zıtlıklar gibi…

Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kâğıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı….
Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip “Bu senin babacığım” dediğinde üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına… Bir gece önce yaptığından utandı… Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu… Kızına gene bağırdı.
“Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?” Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı, “O kutu boş değil ki baba” dedi… “İçini öpücüklerimle doldurmuştum!” Adam öyle fena oldu ki… Koştu… Kızına sarıldı… Beraberce ağladılar.
Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının başucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.
Aslında bütün anne ve babalara böyle bir altın kutuyu çocukları hiçbir karşılık beklemeden, sevgi ve öpücüklerle doldurup vermişlerdir. Hiç kimsenin hayatında bundan daha değerli bir armağana sahip olması mümkün değildir.
10982491_708783589240852_614601227827043149_n

Belki uzun, belki kısa bir yoldasınız..  images

Her başarısızlık sizin için birer,
KAVŞAK
Endişeleriniz bir,
VİRAJ
Arkadaşlarınız bazen
GAZ PEDALI
Olur bazen de
FREN..
Düşmanlarınız trafik ışıklarındaki
KIRMIZI,
Aileniz ise yolunuzdaki
UYARI TABELALARI,
İş hayatınız ise
ENGEBELİ BİR ARAZİ..
Ama deponuz PRENSİPLERİNİZ
ile doluysa motorunuz,
İRADENİZ
Kadar sağlamsa.. inandığınız her şey
SİGORTANIZ olmuşsa..
Ve yan koltukta!…
YARATANIN
Varlığını her zaman hissediyorsanız..
Dilediğiniz Yere Mutlaka Varacaksınız!…

Silkinin ve ayağa kalkın


imagesCAOX7QGO

Başarısızlık, düştüğünüz yerde kalmaktır. …

Silkinerek; ayağa kalkıp, o tecrübe ile tekrar eylemlere devam edebiliyorsanız her bir eylem, başarıya giden yoldaki basamaklarınızdan bir tanesi olabilir.

Yaşamınızı neşe ve mutluluk içinde geçirmenin bir yolunu bulun…

Zihninizden olumsuz düşünceleri çıkarın, bunların yerine olumlu düşünceleri koyun, yani bakış açınızı değiştirin.

Düş bahçenizi ayrık otlarından temizlediğinizde güneş, sizin dünyanıza daha parlak doğacaktır.

Siz, hayatı olduğu gibi kabullendiğinizde sevgiyi hayatınıza çekecek, daha mutlu olmaya başlayacaksınız.Çevrenizde sahip olduğunuz şeylere şükrettikçe bolluğu, karşınızdaki insanların olası hatalarını affettikçe sağlığı hayatınıza mıknatıs gibi çekecek, kendi gücünüzün farkına vardıkça da, yaratma gücünüz artacaktır. Tüm bunları hayatınızın her alanında uygulamaya başladığınız ve alışkanlık haline getirdiğinizde, artık o olumsuz düşünceler, zihninizde tutunacak yer bulamayacak ve hayatınızı kendi ellerinizle inşa ederek istediğiniz biçimde yaşamaya başlayacaksınız. Ve bu da sizi olmanız gereken ana hedefe kavuşturarak, yani o müthiş potansiyelinizi ortaya çıkarmaya başlayacaktır.  Hayatınızdaki her şey bu ana amaca hizmet eder.

-l

Bence mutluluk “fark” etmektir


Bence mutluluk “fark” etmektirElinizde var olan mutluluk kaynaklarını fark edip değerlendirebilme  yeteneğiniz kadar hayatı kavrayabilir ve mutlu olabilirsiniz. Eğer böyle bir çabanız yoksa, bir gün hayat yine kendini fark ettirecektir, ama bu fark ediş çoğunlukla bir musibet eşliğinde gelecektir.

Bir gün amansız bir hastalığın pençesine düşüp günbegün ölüme yaklaşmaya başladığınızda, gerçek mutsuzlukla tanışırsınız.

O zaman anlarsınız ki, daha önce sizi mutsuz eden kimi gelişmeler (olumsuzluk gibi görünen bazı olaylar) hakikatte sizi mutlu  etme potansiyeli taşıyan ikazlarmış. Birden o günlerin değerini kavrarsınız.

Ağır tedavi şartlarında uzun süreli bir. mutluluğunuz olmaz hiç. Tedavinize ilişkin gelişmeye bağlı olarak bazen bir an, bazen bir saat, bazen bir kaç saat ancak mutlu olabilirsiniz.

O an ağrıdan kıvranmıyorsanız, hayata yeniden bağlanır, tekrar hayatı iliklerinizde hissedersiniz.

Sonra tekrar kötü haberler, mutsuzluklar, hayal kırıklıkları. Uzun süren stres ve mutsuzluk sebebiyle hem ruhsal, hem de fiziksel açıdan tahrip olmaya başlarsınız.

Derken, o süreçte anlık mutlulukları yakalayıp yaşamayı öğrenirsiniz.  Şunu söylemeye çalışıyorum ki, içinde bulunduğunuz tablo, genel olarak mutsuzluk yaysa bile (bu tespit “sonsuz  mutluluk yok” gerçeğinin ışığında yapıldı) mutlaka hayatın bir yerlerinde bir umut ışığı, bir mutluluk parıltısı vardır. İnsan onu yakalamayı başarmalı.  Mutlu olmak için, tüm şikâyetlerimizin ortadan kalkmasını beklersek, kıyamete kadar bekleriz. Hem de mutsuz ve umutsuz halde bekleriz. Yaşadıklarım, beni, anlık (kısacık) mutlulukları keşfedip ucundan yakalamayı öğretti. Hayata daha olumlu bakmaya, olayların olumlu ve güzel yönlerini de keşfetmeye yöneltti. “Şer” gibi görünen şeylerden bile bazen “hayır” fışkırdığını gözlemledim.

Sonuçta bu “dünya” denilen gemi aynı yere gidiyor. Bu yolculuğun tadına varmak lâzım.

Kimimiz çok zengin olunca mutluluğu yakalayacağını sanıyor, kimimiz bilmem kim kadar meşhur olunca. Sonra bakıyoruz ki, çok zenginlerden biri doğduğundan beri tekerlekli sandalyeye bağımlı yaşayan spastik oğlunu yürürken görmeye tüm servetini verebileceğini söylüyor. Çok meşhur bir şarkıcı, bizim yaşadığımız sıradan hayatı özlüyor ve ancak böyle bir hayatın içinde mutlu olabileceğini söylüyor. Yatağa bağımlı zengin bir hasta servetinden, şöhretinden değil ağrılarından, ilaçlarından, doktorlarından söz ediyor.

Birden zengin olduğumuzu fark ediyoruz!

Anlıyoruz ki, mutluluk hiç kimse için bazı şartlara (servet, şöhret, vesaire) bağlı değildir.

Mutluluk, kendinde olanı fark etme sanatıdır.

Sevmeyen,”dostlarla ne işimiz var”


Aristo’nun tabiriyle,”birbirlerine hoş ve faydalı görünmedikleri gün birbirlerini artık sevmeyen,” dostlarla ne işimiz var.

Bizim, Peygamberimizi ısırmasın diye ayağını yılan deliğinin üstüne kapatan Ebu Bekir’imiz, suikastı haber alınca peygamberimizin yatağına yatan Ali’miz var.

Son yudum suyu birbirlerine gönderip susuz şehit olan sahabelerimiz var.

Bizim, “iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız”, “sizden biriniz kendisi için sevdiğini müslüman kardeşi için de sevmedikçe (istemedikçe) gerçek mümin olamaz”, “size aranızdaki sevgiyi artıracak bir şey söyleyeyim mi, selamlaşınız”, “hediyeleşin ki aranızdaki sevgi artsın,” diyen bir Peygamberimiz var!

“Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz,” diyen Yunus’umuz, düşmanın attığı taştan değil, dostun attığı gülden incinen Hallac-ı Mansur’umuz var.

Sevgili dost, Dostluk gündüz görünmez; o, ateş böceği gibi yalnız geceleyin parlar.

Bâcıyân-­ı Rûm (Anadolu Bacıları)


Anadolu da, 13. yüzyılda Ahi Evran önderliğinde Ahi Teşkilatı’ kurulmuş (Ahiyan-ı Rum) ve bu teşkilatın kadınlar kolu da,  Anadolu Bacıları Teşkilatı’ (Bacıyan-ı Rum) olmuştur. O dönemde, kadının toplumsal yaşam içindeki rolü yönüyle şaşırtan böylesi bir kadın teşkilatlanmasın kurucusu,  Ahi Teşkilatı’nın baş mimarı sayılan ve ”Ahi Evrani Velinin eşi Fatma Bacı’dır.”

Günümüzün modern dünyasında tarihimizi değerlendirirken, göz ardı edilmemesi gereken önemli bir gerçek şudur ki; Bâcıyân-ı Rûm o dönemde Anadolu’da faaliyet gösterirken ve aynı zamanda mutasavvıf Türk dervişleri “bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” derken aynı dönem Avrupa’sında bilim adamları ve kadınlar engizisyon mahkemelerinde susturulmaya çalışılıyordu. Bugün kadının yerinin tartışıldığı bir dönemde Anadolu Türk kadınının 13. Yüzyıldaki konumuna ve sosyal yaşama katılımına bir kez daha bakmaları gerekiyor.

Birçok batılı araştırmacı gibi Alman araştırmacı Franz Taeshner de, o döneminde Anadolu’daki kadınların bir araya gelerek bugün ki anlamda bir sivil toplum örgütü kurmalarını hayretle karşılamıştır. Franz Taeshner, Ahilik teşkilatı ile aynı dönemde kurulan bu teşkilatın varlığına inanamamış ve Türk kadınının böyle bir sivil toplum örgütünü kuracak kadar bilinçlendiğini söylediği rivayet edilmektedir.

Anadolu’nun yeniden Türkleşmesi için kurulan birçok Teşkilâtın içinde kadınların kurduğu bir teşkilat diğerlerinden farklı olarak ortaya çıkıyordu.  Bu teşkilatın adı Bâcıyân-ı Rûm’dur.

Osmanlı Devleti’nin ku­ruluşunda rolleri olan dört taife, Gaziyân-ı Rûm, Abdalân-ı Rûm, Bâcıyân-ı Rûm,  Ahiyân-ı Rûm ve Bâcıyân-­ı Rûm (Anadolu Bacıları) dır.

Bu teşkilâta mensup olan genç kız ve kadınlar birbirine “Bacı” diye hitap ettikleri için bu kadın ve kızların meydana getirdikleri teşkilâta daha yaygın olarak “Bâciyân” (Bacılar) dendiği anlaşılmaktadır.

Bu konuda ilk defa Fuat Köprülü, Osmanlı Devle­ti’nin kuruluşunda içtimai teşekküllerin rolünü incelerken, Âşıkpaşazâde’nin ”Bâcıyân-ı Rûm” diye adlandırdığı züm­re hakkında verdiği bilgileri Bektaşi riva­yetleri ve başka kaynaklarla da teyit ede­rek, Ortaçağ Anadolu’sunda kadınlar tarafından kurulmuş bir sosyal zümrenin varlığına dikkatleri çekmiştir.

Fatma Bacı Ahi Ev­ren’in eşi olup, Anadolu Bacıları Teşkilâtı’nın bilinen ilk lideri olarak bilinmektedir. Anadolu Bacıları, Ahiliğin Kadın kolu olarakta düşünülebilir.

Anadolu Bacıları Teşkilâtı’nın kurulduğu yıllar göz önüne alınırsa bu kuruluşun önemi da­ha da iyi anlaşılır. O dönemde kadının toplumdaki yeri tartışılırken Bacılar Teşkilâtı olarak bilinen bu teşkilat kadınların belirli bir eğitimden geçmeleri ve sosyal yaşamda rol almalarına imkan sağlıyordu. Verilen bu eğitimler ile kadınların kimlik sahibi olmaları ve farklı alanlarda meslek sahibi olmaları amaçlanıyordu.

Ahilik teşkilatında yer alan meslek grupları arasında bulunan el sanatları çok önem arz ediyordu. Bu el sanatlar arasında yer alan çadır­cılık, keçecilik, boyacılık, halı ve kilimci­lik, dokuma ve örgücülük, nakışçılık ve çeşitli kumaşların imal edilmesi kadınlara hitap eden meslekler olduğu için kadınlar bu alanlara yöneltilmiştir. Günümüzde hala bu dönemden gelen el sanatlarına yönelik örnekleri görmekteyiz.

Anadolu Bacıları, Ahilerin kadınlar kolu olarak sadece mesleki alanda çalışmamış yetim ve kimsesiz genç kızları himayesine almış, onların eğitimlerinden, ev-bark sahibi olmalarından sorumlu olmuşlardır. Bunun dışında kimsesiz ihtiyar kadınların bakımı, genç kızların evlendirilmesi gibi birtakım sosyal hizmetlerde bulundular, maddi sıkıntı içinde olanlara yardım elini uzatmışlardır.

Moğolların Kayseri’ye girdikten sonra Fatma Bacı Kırşehir’e geldiği ve bu teşkilatın işlevini burada sürdürdüğü  bilinmektedir.

Ahilikte erkeklere ”eline-beline-diline sahip ol” öğüdü verilirken, Bâcıyân-ı Rûm Teşkilâtı da kadınlara “aşına-işine-eşine sahip ol” öğüdü verilmiştir. Bu öğüt ile kadınların aile yaşamına yön verilmek istenmiştir.

Ekrem Öztürk

 

 

br

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑