Anlatmak mı, Susmak mı?

“Birini eleştirmek arzusu duyduğun her seferinde,” dedi bana, “bu dünyadaki herkesin senin sahip olduğun imkânlara sahip olmadığını hatırla.”
F. Scott Fitzgerald

İnsan bazen içini dökmek ister. Anlatmak, paylaşmak, anlaşılmak… Ama ne zaman içindeki derinlikleri kelimelere döksen, çoğu zaman soğuk bir duvarla karşılaşırsın. Anlamazlar. Anlasalar da dinlemezler. Dinleseler bile bir garip bakışla “Çıldırmış olmalı,” derler içlerinden. Oysa ne deliliktir bu, ne sapkınlık… Sadece düşünmenin biraz daha derinine inmek…

O an içinden geçer: Keşke konuşmasaydım. Meğer buymuş ilk dersin. Susmak, en güvenli limanmış bazıları için. Çünkü insanlar, anlamaya değil, yargılamaya meyilli. Dinlemeye değil, cevap yetiştirmeye hazır.

Eleştiri de böyledir aslında. Çoğu kez önyargıyla başlar. Dinlemeden, anlamadan, bağlamdan kopararak konuşur insan. Kendi doğrularını evrensel sanarak… Oysa her insan, kendi gerçekliğinin içinden bakar hayata. Bu yüzden senin için doğru olan, bir başkası için imkânsız ya da anlamsız olabilir.

Nietzsche’nin dediği gibi:

“Önyargının bittiği yerde başlar fazlalık olmayan ilk insan.”

İşte o “ilk insan”, yalnızca yargılamayan değil, yük taşımayan insandır. Eleştirirken ağırlaşmamış, kıyaslarken üstünlük taslamamış, dinlerken kendi sesini susturabilmiş o insandır gerçek olan.

Fitzgerald’ın hatırlattığı gibi; herkes senin sahip olduğun imkânlara sahip değil. Herkes senin yaşadıklarını yaşamadı, senin gibi düşünmek zorunda da değil. Bu yüzden kıyaslarken dikkatli olmalı insan. Kendi ölçülerinin dışında yapılan her eleştiri, çoğu zaman haksızlıktır.

Ve evet, zor iş bu… Hem kendini anlatmak, hem başkasını anlamaya çalışmak.
Kolay gelsin diyelim, ama şunu da unutmayalım:
Anlatmak cesaret ister, susmak bilgelik. Eleştirmek kolaydır, empati zor.
Ama anlamak… Asıl insanlık orada başlar.

Yorum bırakın

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑