Modern çağın hızıyla savrulurken, çoğumuzun kendine sormadığı önemli bir soru var: Gerçekten yetişkin miyiz? Yoksa sadece yaş alıp, toplumun bize biçtiği “büyümüş insan” rolünü mü oynuyoruz?
Ünlü yazar Maya Angelou’nun bu konudaki çarpıcı tespiti, işte tam da bu noktaya parmak basıyor:
“Çoğu insan yetişkin olmayı başaramaz. Çünkü bu, gerçekten zor bir iştir. Gerçek şu ki, çoğu insan sadece yaşlanır… Gerçekten yetişkin olmak, dünyayı tam anlamıyla dünyayı bedelini ödeyerek kavramak demektir…”
Bu sözler ilk anda kulağa sert gelebilir. Ama biraz durup düşününce, etrafımızda “yetişkin” görünen pek çok insanın aslında sadece yaş aldığını fark etmek zor değil. Kredi kartlarını ödeyen, işe gidip gelen, evlenen, çocuk büyüten, hatta kendi işini kuran biri… Gerçekten yetişkin midir? Yoksa sadece toplumun “büyümüş gibi davran” beklentisini yerine mi getiriyordur?
Aslında mesele çok net:
Yetişkinlik, yaş almaktan fazlasıdır. O, sevmek kadar kaybetmeyi de bilmeyi, düşmek kadar kalkabilmeyi de gerektirir. Gerçek yetişkinlik, hayatın bedellerini ödemeyi göze almakla başlar. Ama bu bedeller yüzeysel değil; ruhun en derininde hissedilen türden bedellerdir.
Birini affetmek mesela…
Kendini affetmek…
Vazgeçmek, kaybetmek, yeniden denemek…
Kalbini açmak, kırılma pahasına sevmeye devam etmek…
Tüm bunları yapabilmek kolay değildir. Zaten kimsenin hayatı kolay da değildir. Hepimizin içinde bir yerlerde susturduğu bir pişmanlık, ertelenmiş bir “özür dilerim”, gözyaşlarıyla ıslanmış geceler vardır. Gerçek yetişkinlik, bu yükleri bilinçli bir şekilde sırtlanmakla başlar.
Ve bu yolculuk sadece bireysel değildir. Gerçek yetişkin, yalnızca kendi hayatının değil, içinde yaşadığı dünyanın da sorumluluğunu üstlenir. Ülkesinin, şehrinin, dünyanın gidişatını sorgular. Sadece tüketmez, üretir. Sadece izleyici olmaz, katkı sunar. İklim krizinden siyasi gelişmelere, toplumsal sorunlardan insanlık dramlarına kadar pek çok şeye duyarlıdır. Çünkü bilir ki, “bana ne” demek büyüklüğe değil, uzaklığa işarettir.
Yetişkinlik, içe dönük olduğu kadar dışa da açılan bir farkındalık hâlidir.
Peki, bu noktada ne yapmalı?
İçinizi hafifletecek bir gerçeği söyleyeyim: Eğer bu satırları okurken içinizde “Ben gerçekten yetişkin miyim?” diye bir sorgulama belirdiyse… Tebrikler. Zaten yoldasınız.
Çünkü gerçek yetişkinlik, bir varış noktası değil, uzun ve inişli çıkışlı bir yürüyüştür. Her gün yeniden cesaret göstermek, her yeni güne umutla uyanmak, yaşanan her şeye rağmen sevmeye devam edebilmek… İşte asıl büyümek budur.
Ve burada yaşa dair bir not düşmek gerekir:
Yaş almak, insanı yaşlı yapmaz.
Düşünen, hisseden, üreten ve seven biri her yaşta gençtir.
Sekseninde umutla bakan biri gençtir;
yirmisinde hayata küsmüş biri ise yaşlı.
Gerçek yetişkinlik, yaşla değil, yaşadıklarını ne kadar özümseyebildiğinle ölçülür.
Güçlü olmak değil, bedel ödemeyi göze alacak kadar yürekli olmaktır büyümek. Ve siz her sabah yeniden ayağa kalkıyorsanız zaten büyüyorsunuz.

Yorum bırakın